Tüm Dünya Gerçek Bir Güvenlik Tehdidi Altında
Değerli okuyucularım yazı başlığını görünce, söz konusu küresel tehdidin corona virüsün neden olduğu salgın hastalık olduğunu düşünebilirler. Gerçekten bu salgın yaklaşık iki yıldan beri cografi bir ayrım yapmadan tüm dünyada insanların yaşamını altüst etti ve milyonlarca insanın yaşamlarını yitirmesine, virüsün ekonomik ve diğer olumsuz etkilerine maruz kalmasına neden oldu. Bu salgın, uluslararası dayanışma ve işbirliği alanında bir çok eksikliklerin, özellikle aşı tedarikinde zafiyetlerin ve bencil davranışların ortaya çıkmasına da vesile oldu.
Oysa, dünyamızın geleceğini ciddi şekilde tehdit eden bir başka olay 9 ağustos 2021 pazartesi günü açıklanan Hükumetlerarası İklim Değişikliği Paneli'( IPCC) nin altıncı raporunda incelenen iklim değişikliği ve küresel ısınmaydı. 66 ülkeden 234 bilim insanının beşyıl süren çalışmalarının ürünü olan rapor, 6 Ağustos cuma günü IPCC üyesi 195 ülke temsilcileri tarafından sanal ortamda düzenlenen oturumda onaylandı.
Raporda, insan faaliyetlerinden kaynaklanan sera gazı emisyonlarının 1850 - 1900'den bu yana yaklaşık 1,1 santigrad derece ısınmaya yol açtığı, gelecek 20 yılda ortalama küresel sıcaklığın 1,5 santigrad dereceye ulaşması, hatta bu sınırı aşmasının beklendiği kaydedildi. Raporda, ayrıca gelecek onyıllarda iklim değişikliklerinin tüm bölgelerde artacağı, 1,5küresel ısınmayla sıcak hava dalgalarının artacağı, sıcak mevsimlerin uzayacağı, soğuk mevsimlerin ise kısalacağı , 2 derece küresel ısınmada aşırı sıcakların tarım ve sağlık alanlarında kritik tolerans eşikliklerine ulaşılması tehlikesinin söz konusu olduğu belirtildi.
Bu noktada, IPCC hakkında çok kısa bilgi vermek yararlı olabilir. Birleşmiş Milletler ve Dünya Meteoroloji Örgütü üye ülkelerinden oluşan "Hükumetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) 5 - 7 yılda bir dünyadaki iklim sistemi ile ilgili değerlendirme raporları hazırlıyor ve bunları kamuoyu ile paylaşıyor. IPCC 'nin ilk raporu 1990 yılında yayınlandı. Bunu izleyen diğer raporlar 1996, 2001, 2007, 2013 ve 2014 yıllarında bölümler halinde yayınlandı. 2021 yılı raporunun ikinci bölümünün 2022 yılında yayınlanması bekleniyor.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, raporda açıklanan tehlikelere güçlü tepki gösterdi ve raporu "insanlık için kırmızı alarm" olarak niteledi. BM Genel Sekreteri mesajında, 1,5 derecelik eşiğin aşılmaması gerektiğinin altını çizdi ve görüşlerini şöyle sürdürdü: " Toplumlarımızın yaşaması, sıcaklık artışının 1,5 derece ile sınırlandırılmasına bağlı. Oysa, daha şimdiden yüzde 1.2 derecedeyiz. Sera gazı yoğunlukları rekor düzeyde. Aşırı sıcaklar ve iklim felaketleri daha sık ve daha yoğun. Bu nedenle bu yıl Glasgow'da 31 Ekim - 12 Kasım 2021 tarihlerinde düzenlenecek Birleşmiş Milletler iklim konferansı önemli. Bunun için hükümet, iş alemi ve sivil toplum liderlerinden Paris Anlaşmasına uygun politikalar, eylemler ve yatırımlar bekliyoruz. Enerji alanında kömür ve fosil yakıtları devre dışı bırakılmalı. 2021 yılından sonra kömürle çalışan hiç bir yeni tesis yapılmamalı. OECD ülkelerinde mevcut kömür işletmeleri 2030 yılına kadar devre dışı kalmalı, diğer ülkeler de 2040 yılına kadar bunu gerçekleştirmeli. Ülkeler, yeni fosil yakıt aramalarına ve üretimine son vermeli ve fosil yakıtların yerine yenilenebilir enerji kullanılmalı. 2030 yılına kadar güneş ve rüzgar enerjisi kapasitesi dört katına, yenilenebilir enerji yatırımları üç katına çıkarılmalı. Böylece, yüzyılın ortasında net sıfır hedefine ulaşılabilmeli."
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, çığlık eşdeğeri tepkisinde haklı değil mi? Birleşmiş Mİlletler Örgütü, yirminci yüzyılın ilk yarısında iki kez insanlığa tarif olunmaz acılar yaşatan savaş felaketinden gelecek kuşakları korumak için kurulmadı mı? Bunun en basit ifadesi ise uluslararası barış ve güvenliği sağlamak değil mi?. Oysa, 2000'li yıllarda dünyada barış ve güvenliği tehdit eden en önemli gelişme, iklim değişikliği ve bununla bağlantılı küresel ısınma nedeniyle dünyadaki ekolojik dengelerin bozulması ile ortaya çıkmış bulunmakta. Genel Sekreter, Birleşmiş Milletler Antlaşmasında öngörülen uyarı görevini yerine getiriyor. Gezegenimiz iklim değişiklikleri sonucu doğal afetlerin tahribatına ne kadar direnebilir? İnsanlık, sürdürülebilir kalkınma ve yoksulluğun azaltılması hedeflerine odaklanmışken, varolma sorunu ile nasıl başa çıkabilecek? Ulus devletler, dış politikalarını "ulusal çıkar" adı altında bencil yaklaşımlarla yürütmeyi yeğlerken, tüm devletleri tehdit eden doğal afetler karşısında dayanışma ve işbirliği sergileyebilecekler mi?
Paris Anlaşması
2020 sonrası iklim değişikliği rejiminin çerçevesini oluşturan Paris Anlaşması, 2015 yılında Paris’te düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 21. Taraflar Konferansı’nda kabul edilmiştir. Anlaşma 4 Kasım 2016 itibariyle yürürlüğe girmiştir.
Paris Anlaşması’nın, en belirgin özelliği, tüm ülkelerin katkılarına dayanacak bir sistem öngörülmüş olmasıdır. Anlaşma, iklim değişikliğiyle mücadelede gelişmiş/gelişmekte olan ülke sınıflandırmasına ve tüm ülkelerin “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler” ilkesi tahtında sorumluluk üstlenmesi anlayışına dayandırılmıştır. Paris Anlaşması’nın uzun dönemli hedefi, sanayileşme öncesi döneme kıyasen küresel sıcaklık artışının 2°C’nin olabildiğince altında tutulmasıdır. Bu hedef fosil yakıt (petrol, kömür) kullanımının tedricen azaltılarak, yenilenebilir enerjiye yönelinmesini gerektirmektedir. Türkiye Paris Anlaşmasını imzalamış, ancak henüz onaylamamıştır. İnternet kaynaklarında yer alan bilgiler doğruysa, Türkiye'den başka Paris anlaşmasını onaylamayan beş ülke (Eritre, Iran, Irak,Libya ve Yemen) var. Oysa, ülkemizin de içinde bulunduğu Akdeniz havzası iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin yaşandığı en hassas bölgelerden biri. Nitekim, ülkemizde, son dönemde meydana gelen orman yangınları, sel felaketleri, kuraklık ve bu etmenlere bağlı ekolojik dengesizlikler iklim değişikliğinin dışavurumları değil mi?
No comments:
Post a Comment