Tuesday, May 11, 2021

Şii Jeopolitiğinde Türkiye ile Iran'ın Güç Mücadelesi konusunda akademik bir çalışmanın sonuç bölümü

 Ankara Üniversitesi SBF Dergisi

Cilt 74 No:1,2019 s. 57-88

 

Doç. Dr. Ergin Güneş

Munzur Üniversitesi İİBF  

Şii  Jeopolitiğinde Türkiye ile Iran'ın Güç Mücadelesi



Sonuç

 

Fiziki ve yumuşak güç kapasitesini bölgesel ve küresel gelişmeler çerçevesinde kendi çıkarlarına göre kullanma yeteneği göz önünde bulundurulduğunda, İran tartışmasız bölgesel bir güçtür ve Türkiye'ye oranla daha etkindir. Bu güç politikasının en önemli saç ayaklarından birisi ise pragmatist ve rasyonel bir şekilde kullandığı Şii kartıdır. Bu sayede oluşturduğu askeri milis gücüyle ve siyasi nüfuzuyla gerek Irak ve Suriye gerekse de bölgede kendi güç politikasının hareket kabiliyetini artırırken buraların doğrudan kalıcı siyasi ve askeri gücü konumuna yükselerek rakipleri olanTürkiye ve körfez ülkelerinin hareket kabiliyetini daraltabilmektedir. İran için Şii jeopolitiğinde verdiği siyasi ve askeri mücadele birinci dereceden bir varoluş savaşıdır. Rakiplerini yabancı topraklarda karşılayarak kendi topraklarında olacak bir savaşı önlemiştir. İran’ın bu çabası etki alanının genişlemesini de beraber getirmektedir.

Suriye’ye müdahale ederek bölgesel güç dengesini kendi lehine manipüle etmeyi hedefleyen Türkiye ise İran’a göre sahip olduğu üstün fiziki güç kapasitesine rağmen izlediği yanlış politikalar neticesinde, Suriye, Irak ve bölge denkleminde bir dış güç pozisyonuna düşmüştür. Ayrıca Kürt sorunu kaynaklı yeni güvenlik riskiyle de karşı karşıya kalan Türkiye’nin bu tehdit algısı, Irak ve Suriye politikasının Kürtlerin etki alanını sınırlandırmaya indirgenmesine ve bunun için İran’a tavizler verilmesine yol açmıştır. Bunun sonucunda iseTahran’ın çizgisine yaklaşılmış ve “Şii Hilali” “Kürt koridoruna” tercih edilmek zorunda kalınmıştır. Böylece Sünni nüfus üzerinden bölgede İran’a karşı nüfuz tesis ederek büyük güç olma hedefi geri plana düşmüştür.

Şiiliğin ya da Sünniliğin, Türkiye ve İran’ın izledikleri politikalarda oynadıkları rol analiz edildiğinde iki aktörün birbirlerine ve diğer aktörlere karşı izledikleri politikaların süreç içerisinde tarafların çıkarlarına göre değişiklik gösterdiği ve yine çıkarlara göre süreç içerisinde mezhepsel orijinlerine rağmen dost ve düşman olarak tanımlanan aktörlerin değişebildiği görülmektedir. Öncelikle güvenliklerini sağlamayı amaçlayan iki aktörün daha sonra da bölgesel güç olarak birbirlerine ve çevrelerine üstünlük sağlamayı hedefledikleri ve bunun için mezhepleri birbirlerine ve diğer aktörlere karşı güç enstrümanı olarak kullandıkları görülmektedir. Çıkar/mezhep farklılıklarına rağmen çıkarları/kaygıları örtüştüğünde iki aktör işbirliğine gidebilmektedirler.

Bu çerçevede İran-Türkiye ilişkilerinin çıkarlar çerçevesinde şekillenen dostluk ve rekabet arasında değişen, ancak rekabetin ağırlıkta olduğu ambivalent bir karakter ihtiva ettiği söylenebilir.

Aynı ülkede beraber yaşamak zorunda olan etnik veya mezhepsel farklılıklara sahip halklar da ülkedeki güç dengesini kendi lehlerine değiştirmekya da lehlerine olan mevcut güç dengesini korumak amacıyla İran ya da Türkiye gibi bir dış gücün desteğini almak için etnik/mezhepsel farklılıklarını araçsallaştırmaktadır. 

Yaşadıkları ülkelerde kendilerini dışlanmış hisseden Şii azınlıklar, pozisyonlarını Sünnilere karşı güçlendirmek için mezhepsel yakınlıktan dolayıİran’ın yardımına ihtiyaç duymaktadırlar. Bu ise İran güç politikasına büyükfırsatlar sunmaktadır. Eğer Şiiler Yemen örneğinde olduğu gibi bulundukları ülkelerde azınlık konumundaysa veya iktidar için yeterli güce sahip değilseler İran Şiileri rakip iktidarı/ülkeyi istikrarsızlaştırmak ya da Şiileri iktidara ortak etmek için desteklemektedir/araçsallaştırmaktadır. Ancak Şiiler çoğunluğu oluşturuyorsa ve Irak örneğindeki gibi muhalefetlerse İran’ın desteği daha çok ülkede iktidarı ele geçirmeye yöneliktir. Suriye örneğindeki gibi kendine yakın grup iktidardaysa ve azınlıksa statükoyu korumaya yönelik destek sunmaktadır.Her üç durumda da İran etki alanını genişletmektedir. Sünnilerin birçok ülkede çoğunluğa sahip olmaları ve iktidarı ellerinde bulundurmaları, Türkiye gibi Sünni dış aktörlerin azınlıkları destekleyerek/araçsallaştırarak içişlerine müdahalelerini sınırlandırmaktadır. Çıkar farklılıkları ve çelişkiler Sünni iktidarlar arasındaki işbirliğini de zorlaştırmaktadır. Sünni dünyası içerisinde Suudi Arabistan, Pakistan ve Mısırda Sünniliğin hamiliği için ön plana çıkmaları doğal olarak Türkiye’nin Sünni hamiliği iddiasını zayıflatırken Şii dünyası içerisinde alternatifi olmaması hasebiyle ön planda olan İran’ın elini güçlendirmektedir.

Mevcut bölgesel- küresel dinamikler ve ABD’nin çıkarları mezhepsel/etnik farklılıklara sahip aktörler arasındaki savaşı daha da derinleştirerek geniş bölgeye yayma ihtimalini yükseltmektedir. ABD, mezhep referanslı daha kapsamlı bir savaş destekleyerek Şii jeopolitiğindeki İran nüfuzunu zayıflatabilir ve İsrail’in güvenliğini sağlayabilir. Rusya-Çin-İran cephesinin en zayıf halkası olan İran’ın devre dışı bırakılmasıyla Rusya ve Çin zayıflamış olacak, Rusya’nın enerji tekeli kırılacak ayrıca ABD’nin silah endüstrisi büyük getiriler elde edebilecektir. Kapsamlı bir savaş, İran ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu bölge ülkelerinde etnik/mezhepsel düzlemde sınır değişikliklerini meydana getirebilir ve İslam dünyası ile Ortadoğu halkları arasındaki çelişkileri derinleştirebilir. Bu durum, halklarının Batı’ya olan bağımlılıklarını daha da artırabilir. Ortadoğu devletlerinin heterojen etnik/mezhepsel demografik yapısı ve bu yapının ülke sınırlarıyla örtüşmemesi, çoğulcu, seküler, demokratik ve uzlaşma kültürünün gelişmemiş olması, farklılıkların bir arada yaşamasını zorlaştırmakta ve halkların devletlerine olan bağlılığını zayıflatmaktadır. Bu da farklı etnik veya inanç gruplarına mensup kitleler arasındaki çatışmaya, göçlere ya da bölgesel ve küresel dış güçlerin bu heterojen yapıyı kendi çıkarları doğrultusunda araçsallaştırmalarına da zemin hazırlamaktadır.

Aralarındaki çıkar/mezhepsel çatışmalara/farklılıklara rağmen İran,Türkiye, Esad rejimi ve Bağdat, Kürtleri bir tehdit olarak algılamakta, güç kazanımlarını kendilerinin güç kaybı olarak algılamakta ve onlara karşı uzlaşmaktadırlar. Bu durum Kürtlerin ABD ve Rusya gibi bölge dışı güçlerle, bölge ülkelerine karşı iş birliğine yönelmelerine, kendi kaderlerini İsrail’le özdeşleştirmesine ve İsrail’le işbirliğine zorlamaktadır. Böylece bölgedeki çelişki ve çatışma ortamını daha da derinleştirmektedir.

Çatışmaların sonlandırılması, barışın tesis edilmesi ve farklı dinlerin/mezheplerin ve etnik yapıların bir arada yaşamalarının mümkün kılınması, İran ve Türkiye’nin liderliğinde ve AB örneğinde bir Ortadoğu Birliğinin kurulmasıyla mümkün olabilir. Bu, demokratik kültürün derinleştirilmesi, genişletilmesi ve hızlandırılmasıyla mümkündür. Böyle bir ortak yapının kurulması, bölgedeki çatışmaları sonlandırmakla kalmayacak, İran ve Türkiye arasındaki güç çatışmasının Fransa -Almanya örneğinde olduğu gibi düşük yoğunlukta bir rekabete evrilebilecektir

No comments:

Post a Comment