Tarihçi
–yazar Sinan Meydan’ın, “İngiliz belgelerinde Vahdettin, Yönetime El Koyun diye
Bize Yalvardı” başlıklı, 20 Temmuz 2019 tarihli yazısını okuyabilirsiniz.
"Kurtuluş Savaşı
ile İlgili İngiliz Belgeleri" adlı
kitabın yazarı Gotthard Jaeschke, VI. Sultan Mehmet Vahdettin'in İngiliz
dostluğunu kazanmak için "İngilizlere yalvarıp yakardığını"
belirtmiştir. Sina Aksin de, "İstanbul Hükümetleri ve Milli Mücadele"
adlı kitabında Vahdettin'in İngilizlerle ilişkilerini anlatırken,
"Yalvaran Bir Padişah" başlığını kullanmıştır.
Belgeler, G. Jaeschke'nin ve S. Akşin'in
bu değerlendirmelerini doğrulamaktadır.
Akşin, Vahdettin'in aşın İngilizciliğini, "Saray,
kurtuluşu İngiliz İmparatorluğu ile bütünleşmekte görüyordu; çünkü halife
sıfatı ancak bir Müslüman imparatorluk camiası içinde anlam ve değer
taşıyabilir, dolayısıyla saygı görebilirdi" diye açıklamıştır.
VAHDETTİN'İN İNGİLİZ
MUHİPLER CEMİYETİ İLE İLİŞKİSİ
Padişah Vahdettin, İngilizlere yaklaşmak
için öncelikle iki aracıdan yararlanmıştır. Bunlardan biri, beş defa
sadrazamlığa getirdiği İngilizci Damat Ferit, diğeri de İngiliz Muhipler
Cemiyeti'nin kurucusu İngilizci Sait Molla'dır.
Vahdettin'in sıkı ilişki içinde olduğu
Sait Molla, İngiliz casusu Rahip Frew'le birlikte Milli hareketi yok etmek için
türlü entrikalar çevirmiştir. Rahip Frew, İngiliz Haber Alma Servisi'nin önemli
bir üyesidir. Frew, ayrıca, İngiltere'deki "British Red Crescnef'ın
(Britanya Kızılay Derneği'nin) İstanbul'daki temsilcisidir. Bu demek,
Türkiye'deki İngiliz Muhipler Cemiyeti'yle sıkı ilişki içindedir.
Rahip Frew, Anadolu'daki Milli hareketi
bitirmek için Sait Molla aracılığıyla İngiliz Muhipler Cemiyeti'ne para yardımı
dahil her türlü yardımı yapmıştır.
Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu'da
çıkarılan 21 ayaklanmanın arkasında Rahip Frew, Sait Molla işbirliği ve İngiliz
Muhipler Cemiyeti'nin çalışmaları olduğu anlaşılmıştır.
Sait Mola ve Rahip Frew arasındaki yazışmalar
ele geçirilmiştir.
Atatürk Nutuk'ta Sait Molla'nın Rahip
Frew'e gönderdiği 12 mektubu yayınlamıştır. Bu 12 mektup incelendiğinde
"molla" ve "papazın" işgalci İngilizlere nasıl uşaklık
ettikleri çok açık bir şekilde görülmektedir.
Bu 12 mektup incelendiğinde
şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır:
1- Anadolu halkım Atatürk'e karşı
ayaklandırmak için paralı ajanlar kiralanmış ve bu ajanların propagandaları
sonunda Anadolu'da çok sayıda isyan çıkmıştır.
2- Sadrazam Damat Ferit, Şeyhülislam
Mustafa Sabri ve Zeynel Abidin efendiler ile İçişleri Bakanı Ali Kemal, Polis
Müdürü Nurettin Bey ve Padişah Vahdettin'in İngiliz Muhipleri Cemiyeti'yle
ilişkileri vardır.
3- Kürt Teali Cemiyeti ile yakın ilişkiler
içindedir.
4- Mebuslar Meclisi için yapılacak
seçimleri önlemeye yönelik gizli girişimlerde bulunmuştur.
Padişah Vahdettin, özellikle Hazine-i
Hassa Müdürü Refik Bey, aracılığıyla randevu alan yabancı gizli servis elemanlarıyla,
özellikle de İngiliz Muhipler Cemiyeti temsilcileriyle sıkça görüşmüştür.
Meclis Başkanı Halil Menteşe'nin anıları bu gerçeği doğrulamaktadır: "O
günlerde Vahdettin, rahatsızlığı nedeniyle Hareme çekilmiş, arzu etmediği
ziyaretçileri kabul etmiyordu; fakat harem kapısından geceleri Papaz Frewleri
hoca Sabrileri, Ali Kemalleri kabul ediyordu."
Yusuf Hikmet Bayur, Vahdettin'i, Rahip
Frew gibi İngiliz ajanlarının kışkırttığım ileri sürmüştür: "Papaz Frew
gibi İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin habis ruhu durumunda olan İngiliz
casuslarıyla gizlice ve sık sık görüşen Vahdettin'in... onlarca kışkırtıldığı
da güvenle düşünülebilir."
Neşit Hakkı Uluğ, Padişah Vahdettin'in,
İngiliz casusu Rahip Frew'le nasıl ilişki kurduğunu şöyle anlatmıştır:
"Saray ile
İngiltere arasında bir haberleşme aracı olacak... bu alçaklığı yapacak,
üstlenecekler vardı. Bunlar, bir 'Sultanzade' ile Rahip Frew denilen kimseler
olsa gerekir. Çünkü, Sultanzade Sami, Vahdettin'in kız kardeşinin oğlu olup,
kendisi gençliğinde bir İngiliz mürebbiyesinin eline verilmiş, veya bir İngiliz
öğretmen tarafından yetiştirilmiş, olmasından dolayı daima işin içine
İngilizleri karıştırırdı. Rahip Frew denilen şahsı saraya dolandırmak da bu
Sultanzade'nin ilgisi vardır. Bazı kişilerin telkinleri, Sultanzade ile Rahip
Frew'in teşvikleri Vahdettin'e pusulayı şaşırtmıştır..."
Fethi Tevetoğlu, "Milli Mücadele
Yıllarındaki Kuruluşlar" adlı kitabında, İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin
kurucularından birinin doğrudan Sultan Vahdettin olduğunu belirtmiştir:
"Türkiye İngiliz
Muhipler Cemiyeti, başta Padişah VI. Mehmet Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit
Paşa, Dahiliye Nazırı Ali Kemal, Adil, Mehmet Ali ve Saadettin Beylerle,
Ayan'dan Hoca Vasfi efendi olmak üzere, İngilizlerin idareye biran önce el
koymasını isteyen ve İngiliz himayesi projesini hazırlayan, milli güç ve
güvenden yoksun, umudunu yitirmiş gafiller, korkaklarla, bir takım satılmışlar
tarafından, İngilizlere muhabbet ve taraftarlık, kendilerine çıkar sağlamak
için, Milli Mücadele'ye karşı kurulmuş bir ihanet şebekesidir."
Gotthard Jaeschke, "İngiliz
belgelerine" dayanarak, Padişah Vahdettin'in, İngiliz Muhipler
Cemiyeti'nin kurucusu Sait Molla ile çok sıkı bir ilişki içinde olduğunu, "Sultanın
İngiliz dostluğuna kur yapmak için kullandığı baş şahıs Sait Molla idi."diyerek
ifade etmiştir.
Ruslar bile Padişah Vahdettin'in İngiliz
Muhipler Cemiyeti'yle ilişkide olduğunu anlamışlardır. Bolşeviklerin Ankara
Büyükelçisi Aralov, İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin kurucularından birinin
Padişah Vahdettin olduğunu belirtmiştir:
"İngiliz Muhipler Cemiyeti,
İstanbul'da, İngiliz intelligence Service teşkilatının temsilcisi Rahip Frew'in
para desteği ile Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit Paşa tarafından
kurulan gerici bir teşkilattır. Bu derneğin başında o zamanlar çıkmakta olan
gerici (Yeni İstanbul) gazetesinin sahibi Sait Molla bulunmaktaydı."
Atatürk, daha Kurtuluş Savaşı sırasında
kendisine ulaşan haberlerden Padişah Vahdettin'in İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin
iki ajanı, Rahip Frew ve Sait Molla ile sıkı ilişki içinde olduğunu anlamıştır.
Mazhar Müfit Kansu anılarına göre Atatürk, bir gece İngiliz Muhipler
Cemiyeti'yle Padişah Vahdettin arasındaki ilişkiyi şöyle açıklamıştır:
"Bir gece Mustafa Kemal Paşa'nın
yatak odasında birkaç arkadaşla görüşmekte ve durumu Paşa bize anlatmakta iken,
birdenbire Paşa ayağa kalktı: 'Siz Rahip Frew'e yalnız devlet mi para veriyor
da bu teşkilatı yapıyor zannediyorsunuz? Ben Padişah'ın da buna yardımda
bulunduğunu zannediyorum. Siz ne fikirdesiniz?'dedi. Biz de 'ihtimaldir' dedik
ve sonra Paşa, 'Dahası var, bu Rahip Frew, benim aldığım özel bilgiye göre
hükümetin de en sevgilisi. Görüyorsunuz ya, bir papaz hayatımızla,
istiklalimizle nasıl oynuyor. O papaz, memleketinin Türkiye üzerinde nüfuz ve
hakimiyetine çalışıyor.
Ulemadan Sait Molla da Türkiye'nin
hakimiyetini kaybederek İngiliz hakimiyeti altına girmesi için çalışıyor' diye
çok öfkelendi. Hüsrev Sami de bu sıra, 'Ya Padişah?' dedi.
Mustafa Kemal Paşa, 'Evet o da Sait
Mollayı evvel (Sait Molla'nın öncüsü). Fakat arkadaşlar, bu millet hiçbir
zaman, bir hain Padişahın, bir Rahip Frew'in, bir Sait Molla'nın esiri,
eğlencesi olamaz. Cihanı başlarına toplasınlar da gelsinler, iş kalabalıkta
değil, hak ve hakikattedir. Hak ve hakikat ve millet rehberimizdir. Mutlaka biz
muvaffak olacağız. Şimdiye kadar olduğu gibi bütün engelleri aşacağız. Vakit
yaklaştı. Pek yalanda tam istiklal ve hakimiyetimize kavuşacağız' diyerek,
bizim de yeniden manevi kuvvetimizi arttırdı."
Vahdettin, İngilizlere yaklaşmak için,
Türkiye'yi İngiliz emperyalizmi yararına bölüp parçalamaya çalışan İngiliz
Muhipler Cemiyeti'yle ilişki kurmak istemiştir. Padişah bu amaçla Rahip Frew ve
Sait Molla gibi İngiliz casuslarıyla "sıkı fıkı" olmuştur. Bu zararlı
cemiyetin içinde bizzat padişahı temsil eden Sadrazam Damat Ferit, İçişleri
Bakam Ali Kemal ve Adil Bey, Şeyhülislam Mustafa Sabri, Zeynel Abidin ve Hoca
Vasfi gibi kişiler yer almıştır.
Özetle, Necip
Fazıl'ın, "Büyük vatan dostu" dediği Padişah Vahdettin, vatanı
parçalamaya çalışan İngiliz Muhipler Cemiyeti'nin faal bir üyesi gibidir.
Vahdettin: İngiliz
Milletine kuvvetli sevgi ve hayranlık duygularım vardır.
Vahdettin, kelimenin tam anlamıyla bir
"İngilizsever"dir. Bu gerçeği birçok kere bizzat kendisi ifade
etmiştir. Jaeschke'nin dediğine göre, "Padişahın İngiltere'ye karşı sevgi
tezahürlerinin uzun serisi, The Daily Mail muhabiri G. Ward Price ile 24 Kasım
1918'de yaptığı mülakat ile başlar." Vahdettin bu mülakatta İngiliz
gazeteciye şunları söylemiştir:
"Eğer ben tahtta olsaydım, bu esef
verici olay olmazdı, İngiltere'de öteden beri Türklere karşı mevcut dostluk
duygulan savaş başladığı zaman hemen yok olmuş değildi. Fakat Ermenilerin
öldürülmeleri, İngilizlerin Türkiye'ye karşı duygularında derin bir değişiklik
yaratmıştır. Bu kötülükler... kalbimi yaralamıştır... Adalet çok geçmeden
yerini bulacaktır, İngiliz milletine, kuvvetli sevgi ve hayranlık duygularımı
Kırım Savaşı'nda İngilizlerin müttefiki olan babam Sultan Abdülmecit'ten miras
aldım. Şimdi...bu sebepten, memleketim ile Büyük Britanya arasında öteden beri
mevcut dostane ilişkileri yenileyip kuvvetlendirmek için elimden geleni
yapacağım..."
Görüldüğü gibi Padişah Vahdettin
İngiltere'ye "şirin" görünmek için laf arasında "Ermenilerin
öldürülmeleri, İngilizlerin Türkiye'ye karşı duygularında derin bir değişiklik
yaratmıştır. Bu kötülükler... kalbimi yaralamıştır... Adalet çok geçmeden
yerini bulacaktır" diyerek Ermeni soykırım iddialarım da kabul etmiştir.
VAHDETTİN'İN SÜREKLİ
İNGİLİZLERDEN YARDIM DİLENİYOR
Padişah Vahdettin, güvendiği adamlarını
İngiliz yetkililere göndererek bıkıp usanmadan "İngiliz yardımı"
dilenmiştir.
Bu amaçla yapılan ilk girişim, 1918
Kasımının sonlarında olmuştur. Sadrazam, İngiltere'yi ve Osmanlı'yı çok
yalandan ilgilendiren bir sorunu görüşmek üzere, Padişahın isteği doğrultusunda,
Londra'ya gizli bir temsilci göndermek istediğini bir haberciyle İngiltere
Yüksek Komiseri'ne bildirmiştir. Padişah ve sadrazam İngiliz Hükümeti'yle
"siyasi ve ekonomik konulan" görüşmek istemiştir.
General Milne, 16 Aralık 1918'de
İngiltere'ye gönderdiği raporda, "Padişahın Sami Bey'i Ordu Genel
Karargahı'na gönderdiğini, Türkiye'nin idaresini mümkün olduğu kadar çabuk ele
alması için Britanya Hükümeti'nden istirhamda bulunduğunu, bansın beklenilmesi
halinde geç kaimmiş olacağım söylediğini, Britanya memurlarının kontrol
maksadıyla memleket içine gönderilmesini ve bu takdirde Britanya subaylarının
idareye yardımda bulunmalarım rica ettiğim" bildirmiştir.
Görüldüğü gibi Padişah, Sami Bey'i,
İngiltere'nin, Türkiye yönetimine el koyması için yalvarmakla görevlendirmişti.
Padişah Vahdettin, İngilizlere üçüncü kez
yalvarmak için, uzun yıllardır Türkiye'de oturan bir "İngiliz
centilmeninden" yararlanmak istemiştir. Söz konusu İngiliz,
Padişah Vahdettin'in anlattıklarını Calthorpe'a iletmiştir. Vahdettin Calrhorpe'a
gönderdiği mesajda, her zaman İngilizci olduğunu, bunu zor koşulların baskısı
allında söylemediğini, bunun gerçek olduğunu bu nedenle 1908'den beri hep
İttihat ve Terakki casuslarıyla çevrildiğini ve bu yüzden de çok çektiğini
belirtmiştir. Vahdettin ayrıca, şimdi bütün ümidinin İngilizlerde olduğunu, 11
0cak'tan önce kabineyi değiştirmek istediğim, Türkiye'nin o sıradaki
acılarından sorumlu bildiği İttihat ve Terakki'ye karşı elinden gelen her şeyi
yapacağım ve İngilizlerin, kırımları yapanlar (Ermenilere yapılanlardan söz
ediyor) kadar İngiliz esirlerine kötü davrananları da cezalandırmasını ve
dahası İngilizlerin istedikleri her bir kişinin tutuklanıp cezalandırılmasını
sağlamaya hazır olduğunu bildirmiştir.
Ancak bir de korkusu vardır: Çok sert davranırsa
kendisine karşı bir ayaklanma, ihtilal çıkabileceğini bu nedenle tahtan
indirilip öldürülebileceğini düşünmüştür. Muhaliflere karşı şiddetle harekete
geçtiğinde İtilaf devletlerine, özellikle de İngiltere'ye güvenip
güvenemeyeceğini öğrenmek istemiş, ayrıca doğrudan İngiliz Yüksek
Komiserliği'yle ilişki kurmak istemiştir. Oradan gelecek herhangi bir işarete
göre hareket etmeye hazır olduğunu bildirmiştir. Vahdettin daha sonra da sözü
Hilafet konusuna getirmiştir. Sina Akşin'in dediği gibi, "Onun iki
silahı, İngiltere'nin yardımı ve Hilafettir". İngiltere'nin, kendisini
Halife olarak desteklemeyeceğini öğrenmek istemiştir.
Nitekim, 10 Ocak 1919'da İstanbul'daki
İngiliz temsilciliğinden, Balfour'a gönderilen özel mektupta, Padişahın iyi bir
İngiliz dostu olduğu ve İngiliz Yüksek Komiserliği ile ilişki kurmak için
herhangi bir yol olup olmadığım merak ettiği ve İngiltere'nin kendisine
halifelik makamında destek olup olamayacağını sorduğu belirtilmiştir.
İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiseri Arthur Calthorpe, 22 Ocak 1919' da
İngiltere Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği gizli bir telgrafta, Vahdettin'in,
Sadrazam Damat Ferit'i Tom Hohler'e göndererek Ermenilere kötü davranan savaş
esirlerini cezalandırmak arzusunda olduğunu ve yeterince enerjik davranmayan
kabine üyelerinin yerine daha aktif üyelerden oluşacak bir kabine kurmayı
düşündüğünü bildirdiğini belirtmiştir. Padişah, kendisine karşı olay
çıkmasından kaygılandığım ve bir olay çıkarsa İngiltere'nin tutumunun ne
olacağım sormuştur. Calthrope, Hohler'in, Padişaha herhangi bir yardım sözü
vermediğini belirterek, kendi görüşünü, "Padişaha planını
gerçekleştirmede yardımcı olacağımıza güvence vermeliyiz" biçiminde
açıklamıştır.
Vahdettin, her fırsatta İngilizlerden
yardım dilenmektedir. Ne yapacağını şaşırmış bir halde, İngilizlerin hoşuna
gidecek bir şeyler yaparak, onlardan güvence almaya çalışmaktadır. Bu sefer de
Ermenilere ve İngiliz esirlere kötü davrananları cezalandırarak İngilizlerin
kendisini korumalarım istemiştir.
Sina Aksin, Padişah Vahdettin'in
İngilizlerden bu isteklerini şöyle yorumlamıştır:
"İngilizciliği
şaşılacak bir şey olmamakla birlikte, bu derece de İngilizlerin emrine hazır
olduğunu bildirmesi şaşırtıcı olabilir. İngilizlere, istediği her bir kişiyi
tutuklatıp cezalandırma taahhüdü, Yüksek Komiserliğin herhangi bir 'işaretine'
baktığım söylemesi, bir Osmanlı Padişahı için 'pek yüz karası' bir 'ajanlık'
önerisidir ve aynı zamanda harp divanlarının nasıl buyruğuna baktığını
gösterir."
İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiser
Yardımcısı Richard Webb, 19 Ocak 1919'da İngiltere Dışişleri Bakanlığı Müsteşar
Yardımcılarından Sir Ronald Graham'a gönderdiği özel mektupta Türkiye'nin
içinde bulunduğu durumu şöyle anlatmıştır:
"Görünürde ülkeyi
işgal etmediğimiz halde, şimdi valilerim atıyor veya görevlerinden
uzaklaştırıyoruz. Polislerini yönetiyor, basınlarını denetliyor, zindanlarına
girerek Rum ve Ermeni tutukluları işlemiş oldukları suçlara aldırmadan serbest
bırakıyoruz... Demiryollarını sıkıca denetimimizde tutuyor ve istediğimiz her
şeye el koyuyoruz... Politikamız süngünün keskin ucuna dayanıyor... Halife
elimizin altında bulundukça İslam dünyası üzerinde ek bir denetim aracına
sahibiz... Bildiğiniz gibi Padişah bizi buraya yerleştirmeyi diliyor..."
Görüldüğü gibi Padişah Vahdettin,
İngilizlerin elinde değerli bir oyuncak haline gelmiştir. Ülkenin yönetimini
tamamen İngilizler ele geçirmiştir. Richard Webb'in mektubundaki son cümle her
şeyi açık seçik ortaya koyacak niteliktedir: "Bildiğiniz gibi
Padişah bizi buraya yerleştirmeyi diliyor..."
21 Mart'ta İngiliz Yüksek Komiseri Amiral
Calthorpe, İngiltere Dışişleri Bakanı Yardımcısı Lorda Curzon'a gönderdiği özel
ve gizli telgrafta, Padişahın sadrazam aracılığıyla gönderdiği çağrıda İngiliz
yetkililerinden Tom Hohler'i özel bir görüşmeye davet ettiği, ancak
İngiltere'nin müttefiklerinin bu davetten rahatsız olacaklarım düşünerek
Hohler'e, Curzon'dan talimat almadan Padişahın bu çağrısına olumlu yanıt
vermemesini söylemiştir.
Çanakkale Olayı adlı kitabın yazan David
Walder bu durumu, "Yenik Türkler o derece işbirlikçi idiler ki,
bundan dolayı işgal güçleri güç durumda kalıyordu"diyerek
açıklamıştır.
Padişah Vahdettin'in
"basiretsizlik" ve "çaresizlik" içinde İngilizlere yalvarıp
yakarması, İstanbul'daki İngiliz Yüksek Komiserliği'nden Tom Hohlar'in
dikkatini çekmiştir. Hohler, 5 Aralık'ta, İngiltere Dışişleri Bakanlığı Doğu
Masası Şefi George Kidston'a yazdığı bir mektupta bu durumdan yararlanılmasını
istemiştir:
"Burasının (İstanbul'un) Türkler
tarafından yönetilmesine son vermek için şimdiki koşullardan yararlanılmazsa
çok yazık olacaktır. Bu kenti, sözünü edebileceğimiz herhangi bir yönetim
altında görmeye hazırım; yeter ki bu Türk yönetimi olmasın; çünkü bir domuz
ahırını bile yönetecek yetenekte değillerdir. Türkler büsbütün yenilmiş
olduklarım iyi biliyorlar... Örgütleri parçalanmış, bozguna uğramıştır;
kendileri ise sefalet içindedir... İstanbul, işgal günleri yaşıyor. Buradaki
yönetim, her İngilizi tiksindirecek kadar aşağıdır."
İşte Vahdettin, çok aşağılık bir
şekilde, "Türklerin bir domuz ahırını bile yönetecek yetenekte
olmadıklarını" düşünen bu İngilizlerin "hoşgörüsünü"kazanacağını
düşünmüştür.
Ne yaman düşünce!
(DEVAMI GELECEK)
Sinan Meydan
No comments:
Post a Comment