Atatürk’ün ebediyete intikalinin 77nci yıldönümünde
Atatürk’ün hedefi neydi? Tek bir Türk milleti oluşturmak. (10 Kasım 2015)
Onsekizinci yüzyılın birinci yarısından itibaren yapılan reformlardan ve Birinci Dünya Savaşı sonundaki yenilgiden ve Anadolu’nun büyük kısmının işgal edilmesinden sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nun asli unsuru olan Türk milletinin önünde Kurtuluş Savaşı ve devrimlerle gerçekleştirilmek istenen tek bir amaç vardı. Mustafa Kemal Atatürk bu amacı şöyle tanımlamıştı:
“ Milli, bağımsız ve bilimsel düşüncenin yöneteceği bir toplum kurmak.”
Atatürk Devrimleri ve uygulamaları bu hedefi gerçekleştirmek içindir. Bunun için bir millet yaratmak zorunluydu. Başka bir deyimle, Osmanlı İmparatorluğundaki çeşitli milletler arasında var olan Türklerde millet bilincinin yaratılması gerekiyordu.
Ümmetçilik ve cemaatçilik Osmanlı İmparatorluğunun ayakta kalmasını sağlayan temel direklerdi. Ancak, milli bir Türk Cumhuriyeti’nin kurulması ve yaşaması için ümmetçilikten vazgeçilmesi gerekiyordu.
Atatürk’ün tarih görüşü milliyetçi fakat ümmetçi olmayan bir tarih görüşüdür.
Milliyetçilik bütün devrimlerin esas amacı olarak kabul edilebilir. Millet kavramı , sosyolojik açıdan, bugün dünyada yaşayan toplumların aşamadığı bir sosyal gerçektir. Bağımsızlık da, bu açıdan tam milliyetçiliğin elde edilmesi için vazgeçilmez koşuldur.
Laiklik de yine bu milli toplumun gerçekleşmesini sağlayacak bir araç olarak kabul edilebilir. Dinin etkilemediği bir toplum ve eğitim düzeni yani laiklik, Ortaçağın rasyonellikten uzak egemenliğinden kurtulmak için gerekliydi. Bu nedenle laiklik, milliyetçilik ilkesini tamamlayıcıdır.
Milliyetçilik ve laiklik Aatatürk devrimlerini anlamanın ve değerlendirmenin ana unsurlarıdır.
Gerçekleştirilen bütün devrimler aynı amaca yönelmiştir: Millet'i gerçekleştirmek.
Tarihi perspektif içinde yerli yerine koyduğunuzda, Atatürk Devrimlerinin, Osmanlı İmparatorluğunu yok eden iç ve dış sorunlara ve çelişkilere çözüm getirmek üzere planlanmış ve uygulanmış olduğu ortaya çıkmaktadır.
İmparatorluğu çöküntüye sürükleyen en önemli mekanizmalardan biri, 19ncu yüzyıldan beri emperyal Avrupa devletleri tarafından ustalıkla kullanılan milliyetçilikti. O halde Anadolu’da kurulacak olan yeni politik düzen cemaatlerden meydana gelen bir aglomera değil, fakat tek bir milletin örgütlenmesi olacaktı. Osmanlı İmparatorluğunu çöküntüye sürükleyen diğer bir güçlü faktör , düşüncenin Orta Çağ baskısından kurtulamamasıydı. Öyleyse, laiklik ve ona uygun eğitim gerekiyordu.
Osmanlı Devleti Hanedan ve Hilafet’e dayanıyordu. Öyleyse, yeni Devletin şekli Cumhuriyet olacaktı. Osmanlı ekonomisi milli olmayan dış güçlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin elindeydi. Osmanlı Maliyesini “duyunu umumiye” idaresi yönetiyordu. Öyleyse, milli bir ekonomi düzeni kurulmalıydı.
Osmanlı yönetim modeli Saray’ın ve kapıkullarının egemen olduğu ve son yüzyıllarda buna eyalet beylerinin ve büyük toprak sahiplerinin ortak olduğu bir oligarşiydi. Öyleyse, halkçılık ilkesi hayata geçirilmeliydi. Halkın konuştuğu dil kültür dili değildi. Öyleyse, Türkçenin egemenliği sağlanmalıydı. Kadın toplum yaşamının dışında bırakılmıştı. Öyleyse, kadına en ileri medeni haklar verilmeliydi.
Atatürk’ün , bütün bu devrimlere hiç bir zaman bitmiş olarak bakmadığını ve hepsine ulaşılacak hedefler olarak baktığını da kendi sözlerinden biliyoruz.
Milli sınırlar içinde gerçekleşecek bir sosyo – ekonomik değişim için minimum taban ortak bir milli bilinçtir. Biz, önce bir millet olma bilincine varmak zorundaydık.
İslami düşünce açısından bakıldığında, Atatürk devrimleri olumsuz yorumlanabilir. Zira, devrimlerin iki temel unsuru milliyetçilik ve laiklik, ümmet ve şeriat ile bağdaşmaz.
(Yukarıdaki metin, Doğan Kuban’ın, Türk Tarih Kurumu tarafından 1970 yılında Dördüncüsü düzenlenmiş olan Atatürk Konferansı’nda, “Atatürkçülük Üzerinde Yorumlar ve Çağdaş Uygarlığa Katılma Sorunu” konusunda yaptığı sunumdan derlenmiş bir kısaltmadır.)
No comments:
Post a Comment