Sami Kohen’in 2012 yazında Türkiye’nin Suriye politikasında gördüğü hata neydi?21 Ekim 2021
Bugün toprağa vereceğimiz değerli meslek büyüğümüz Sami Kohen hakkında dünkü yazımı kaleme almadan önce kendisiyle ilgili notlarıma ve arşivdeki belgelere göz gezdiriyordum. Bu sırada kendisinin Milliyet gazetesinde 28 Ağustos 2012 tarihinde yayımlanmış “Dördüncü yol yok muydu” başlığını taşıyan bir makalesiyle karşılaştım.
“Sami Bey o zaman ne yazmış acaba” merakıyla metni okumaya başladığımda, Türkiye’nin Suriye politikasıyla ilgili bugün içinde bulunduğumuz sıkıntılı duruma ışık tutan kapsamlı bir eleştiri yazısıyla karşı karşıya olduğumu fark ettim.
TÜRKİYE ESAD İLE KÖPRÜLERİ ATTIKTAN SONRA
Bu yazıya geçmeden önce o dönemdeki konjonktürü hatırlayalım. Suriye’de ilk gösterilerin 2011 ilkbaharında patlak vermesinden sonra Türkiye, uzun bir süre Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile diyalog içinde kalarak kendisini reform adımları atması yönünde ikna etmeye çalışmıştı. Dönemin Dışişleri Bakanı Prof. Ahmet Davutoğlu ve başka yetkililer bu amaçla Şam’a giderek Esad ile görüşmüş, ancak bu yöndeki ısrarlı telkinler bir sonuç getirmemişti.
Rejimin muhalefete sert bir karşılık vermesiyle birlikte girilen tırmanmayla Suriye kısa zamanda bir içsavaş sarmalına girmişti. Türkiye 25 Mart 2012 tarihinde Şam’daki büyükelçiliğini kapatmış, rejimle köprüleri atarak bütün ağırlığıyla Suriye muhalefetini hem askeri hem de siyasi olarak desteklemeye yönelmişti. Kohen’in yazısının yayımlandığı 28 Ağustos 2012 tarihi, Türkiye’nin rejimi devirmek üzere içsavaşta açıkça taraf olmasından sonraki döneme denk geliyor.
Hükümetin bu tercihi o dönemde Türkiye’de tartışmalara yol açmıştı. Kohen de yazısını zaten Davutoğlu’nun Türkiye’nin izlediği bu politikanın pekâlâ isabetli olduğunu savunmak üzere o günlerde yaptığı bir dizi açıklamayı değerlendirmek üzere kaleme almış.
ELİNDEKİ ÜÇ SEÇENEK
Kohen’in aktardığına göre, Davutoğlu, Türkiye’nin Esad’ın bildiğini okuması karşısında izleyebileceği politikayla ilgili üç seçenek sıralıyor.
Birinci seçenek, “Esad’dan yana tavır alıp, onu sonuna kadar desteklemek.”
İkincisi, “Statükonun devamına razı olmak, olup bitene seyirci kalmak ve sınırları kapatmak.”
Üçüncü şık, “Halktan yana bir politika izlemek, onun talep ve beklentilerinin yerine getirilmesine çalışmak” şeklinde ifade ediliyor.
Davutoğlu’na göre birinci ve ikinci şık, Türkiye’de ne hükümetin ne de halkın kabul edilebileceği seçeneklerdi. Ankara birinci şıkkı seçip “Zalimden yana olamazdı”. Ayrıca, ikinci şıkta olduğu gibi “Olaylara seyirci kalıp, göçmenlere kapılarını kapatamazdı”.
Bu durumda Davutoğlu’na göre, insani ve etik anlayış, üçüncü yolu, yani halkın talep ve beklentilerini yerine getirmeyi gerektiriyordu. Hükümet de tercihini bu yönde yapmıştı.
‘TÜRKİYE REJİMDEN YANA TAVIR ALAMAZDI’
Sami Kohen, buraya kadar Davutoğlu’nun üçüncü seçenek tercihini haklı göstermek amacıyla getirdiği formülasyonları aktardıktan sonra bunlar üzerinde madde madde kendi tahliline başlıyor.
Birinci şıkta bakana hak veriyor. Esad’ın, Türkiye’nin ve uluslararası camianın telkinlerine kulak asmayıp şiddete başvurması ve oluk oluk kan akmasından sonra Şam’daki rejimden yana tavır almanın doğru olmayacağını belirtiyor. Kohen, “Davutoğlu’nun birinci şıkla ilgili argümanına kimsenin itiraz edeceğini sanmıyoruz” diye yazıyor.
Kohen, ikinci seçenek olan olaylara seyirci kalıp sığınmak isteyenlere kapıları kapama şıkkına gidilmemesini de yerinde buluyor: “Tabii ki Türkiye Suriye’deki insanlık dramı karşısında ilgisiz kalmayacak, mülteci akımına set çekmeyecekti.”
Görüleceği gibi, birinci ve ikinci seçeneklerin kabul görmemesinde Ankara’ya hak veriyor. Gelgelelim bundan sonra Kohen’in ayrıldığı nokta başlıyor.
‘ANCAK BU DURUM MÜDAHİL VE TARAF OLMAYI GEREKTİRMEZDİ’
Kohen, “Ama bu, krize fiilen müdahil veya taraf olmayı gerektirmez” diye önce çekincesini kayda geçiriyor.
Yazar, devamla halktan yana olmayı, yani üçüncü seçeneği “ilkesel” bulmakla birlikte, “Mesele bunun nasıl uygulanması gerektiğidir” diyerek şu eleştiriyi getiriyor:
“Erdoğan Hükümeti, Esad’ın devrilmesini stratejik bir hedef olarak benimsemiş, ancak (diğer pek çok ülke gibi) sadece bir ‘tavır koymak’ ve ‘diplomatik yollardan baskı uygulamak’ ile yetinmeyip, fiilen muhalif grupları örgütlemeyi ve Özgür Suriye Ordusu’nun lojistik ve silah ihtiyaçlarının sağlanmasına önayak olmayı üstlenmiştir.
Böylece Türkiye, Suriye krizinde açıkça ‘taraf’ olmuş, ‘çözümün parçası’ndan çok ‘sorunun parçası’ haline gelmiştir. Nitekim varılan noktada halen ortada bir Türkiye-Suriye krizi var. Bu krizin Türkiye’nin güvenliği için yarattığı yeni tehditler başta olmak üzere ortaya çıkan olumsuzluklar Türkiye’yi zora sokmuş bulunuyor.”
Kohen, bu tespitleri yapıp ortaya çıkan sorunlara dikkat çektikten sonra, “Bunlar, üçüncü seçenek çerçevesinde uygulanan politika tasarlanırken öngörülmedi mi?” diye soruyor.
Yanıtı da kendisi veriyor: “Öngörülmedi ise hata. Öngörüldü ise, Davutoğlu’nun değindiği ‘riskler’in hesabı herhalde doğru yapılmamış olmalı.”
TÜRKİYE DÖRDÜNCÜ SEÇENEĞİ TERCİH ETMELİYDİ
Kohen, ardından Davutoğlu’nun sıraladığı seçenekleri sorguluyor ve “Acaba bir dördüncü seçenek yok muydu?” diye soruyor. Hatta, “İkinci ve üçüncü şıklar arasından bir orta yol bulunamaz mıydı?” diye bir başka soru yöneltiyor.
Kohen’e göre dördüncü bir seçenek benimsenebilirdi ve bu yapılmış olsaydı, Türkiye hem Esad’a karşı ve halktan yana tavır alıp hem de Esad’ın izole edilmesi ve Şam’da arzulanan iktidar değişikliğinin gerçekleşmesi için diplomatik çabalarını sürdürebilirdi. Ancak bu Türkiye’nin içsavaşa taraf olmamasını gerektiriyordu.
Bunun sağlayacağı bir avantaj, Kohen’e göre, “Suriye’deki içsavaşın perde arkasındaki aktörü görünümünü vermemek” olacaktı. Böylelikle Türkiye aktif bir politika izleyip, bölgesel bir güç olduğunu da hissettirebilecekti.
“Anlaşılan dördüncü şık ya pek düşünülmedi veya tercih edilmedi. Varılan noktada bunun muhasebesini ve tartışmasını yapmakta yarar var. Sırf bundan sonra izlenecek politikanın daha sağlıklı olması için...” diye eklemiş Sami Kohen.
SAMİ KOHEN UYARIP YOL GÖSTERMİŞTİ
Kohen bu eleştirileri yaptığı sırada 2012 yılının Ağustos ayıydı ve Suriye’den Türkiye’ye henüz büyük bir göç dalgası söz konusu değildi. İçişleri Bakanlığı’nın resmi rakamlarına göre, 2012 sonu itibarıyla, yani Kohen’in bu yazısından tam dört ay sonra Türkiye’ye ayak basmış olup 'geçici koruma' altına alınan Suriyeli sığınmacı toplamı 14 bin 237’di. Yani sorun henüz bugünkü boyutlara gelmenin çok uzağındaydı.
Bakanlığın web sitesindeki resmi istatistiklere göre, geçen hafta 14 Ekim tarihi itibarıyla toplam sayı 3 milyon 721 bin 577’ye gelmişti.
Kohen, o dönemde tercih edilen seçeneğin Türkiye’yi ne gibi büyük risklere götürmekte olduğunu 2012 yazında görmüştü. Gereken uyarıları yaparak, daha sağlıklı bir politika için muhasebe ve tartışma çağrısında bulunmuş, ayrıca çıkış için yol da göstermişti.
Yetmiş yılı aşan dış politika yazarlığı kariyerinde her zaman sağduyusu, gerçekçiliği ve makulu arayan dengeli çizgisiyle temayüz etmiş olan Sami Kohen’in hatırasına saygılarımızla...
No comments:
Post a Comment