Thursday, November 14, 2019

Erdoğan - Trump görüşmesi Faruk Logoglu

13 Kasım’da Cumhurbaşkanı Erdoğan Başkan Trump’a ne demeli?

13 Kasım randevusu, sonucu ne olursa olsun, Türk-Amerikan ilişkilerine altı çizili bir tarih olarak geçecektir. Cumhurbaşkanı Erdoğan bildiğimiz söylemlerinin ötesine geçemediği takdirde Beyaz Saray’da aradığını bulamayacaktır. Dış ilişkileri iç siyaset mülahazalarına alet etmenin her zaman ters teptiğini artık çok iyi öğrenmiş olmamız lazım.
Faruk Loğoğlu*
Bugün Türk-Amerikan ilişkileri tarihinin en derin ve kapsamlı krizini yaşamakta. Geçmişte de ciddi sıkıntılar yaşanmıştı. 1964 Johnson mektubu, 1974 haşhaş ekimi, 1975 silah ambargosu, 2003 Irak tezkeresi ve çuval olayı, 2017 vize kısıtlaması, 2018 Rahip Brunson – bu sorunlar geçmişte ilişkilerinin önünü tıkamayacak şekilde birer birer geride bırakıla biliniyordu. 2019’da ise durum artık böyle değil, eskisinden çok farklı.
Bugün çözümlenememiş ve üst üste binmiş ikili ve bölgesel sorunlardan oluşan karmaşık bir tabloyla karşı karşıyayız. S-400, F-35, FETÖ lideri Gülen’in iadesi, Halkbank, terörle mücadele, PYD/YPG, İsrail-Filistin, İran, Mısır, insan hakları ve özgürlükler gibi birbirleriyle ilişkili komplike bir sorunlar yumağı vardır. Üstelik ABD Temsilciler Meclisi’nde Ermeni soykırım iddiaları konusunda bir kararın, diğeri Türkiye’ye yaptırımlar uygulanmasını öngören bir yasa tasarısının ezici çoğunluklarla kısa bir süre önce kabulü ilişkilerde onarımı zor yeni bir kırılma daha yaratmıştır. Türkiye karşıtı başka tasarılar da Kongre’de beklemektedir ve hemen hayata geçirilebileceği havası estirilmektedir. Kongre’nin Türkiye karşıtlığı, Yahudi lobisinin İsrail’le ilişkilerimize paralel olarak artık yanımızda olmaması ve yaklaşan Başkanlık seçimleri ABD Başkanı’nın da manevra alanını aleyhimize iyice daraltmaktadır. Ayrıca, günümüzde Türkiye’nin Batı’dan ve NATO’dan kopmakta ve Rusya’yla yakınlaşmakta olduğu yolunda güçlü bir kanaatin varlığı Amerikan medyası ve düşünce kuruluşlarındaki Türkiye’ye yönelik olumsuz atmosferi iyice pekiştirmekte, aleyhimizdeki neşriyat yoğunlaşmaktadır.
Böyle bir ortam ve zamanda 13 Kasım’da Beyaz Saray’da yapılacak Cumhurbaşkanı Erdoğan-Başkan Trump görüşmesi kilit önemdedir. Bir bakıma 13 Kasım ilişkilerde bir “hesaplaşma günü”, İngilizce deyimiyle “day of reckoning” olacaktır. Aşağı doğru eğrilen ilişkiler grafiği bu görüşmede de yukarı doğru çekilemezse, Türkiye ve ABD birbirlerinden iyice uzaklaşacaklar ve karşılıklı maliyetler artacaktır. Oysa bu iki ülke arasındaki ilişki her iki taraf için de değerlidir. İşte bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu görüşmeye ezber bozan farklı bir söylem ve yaklaşımla gitmesi gerekiyor.
Önce Trump’ın mektubu konusu. Sahibinin kabalığı, ölçüsüzlüğü aşikardır. Ancak Türkiye’nin ulusal çıkarlarının Trump’ın yakışıksız ve sadece kendisini bağlayan birkaç değersiz sözcüğü tarafından rehin alınmasına izin verilmemelidir. Diğer bir deyişle, mektup konusu gündemi işgal etmemeli, mektup heyetler arası görüşmelere girerken alt seviyede bir heyet üyesi tarafından aynı seviyede bir Amerikalı muhatabına açıklama yapmaksızın iade edilmelidir.
Zira Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Trump’ın masasına konulması gereken anılan mektup değildir. Masaya konulması gereken dökümlü bir faturadır. Neyin faturası? Eğer Türk-Amerikan ilişkilerinin bu olumsuz gidişatı durdurulmazsa, bunun taraflara olacak karşılıklı maliyetinin faturası! Elbette en büyük maliyeti Türkiye’nin ödeyeceğini hiç unutmadan.
Görüşmede bilinen ikili ve bölgesel sorunların gündeme getirilmesi doğaldır. Ancak bu zirveden somut kazanımlar sağlanması için yeni ve farklı bir yaklaşım gerekecektir. Bu doğrultuda yararlı olabileceğini düşündüğüm kimi konuşma noktaları aşağıdadır:
– “Bu görüşmemiz ilişkilerimizin bundan sonraki yönünü belirlemekte önemli etki yapacaktır. Karşılıklı sorumluluğumuz büyüktür. Görüşmemizin sonucu iki büyük devlet ve müttefike yakışır bir sonuç olmalıdır.
– Aramızdaki işbirliğini sürdürmemiz karşılıklı çıkarlarımızın gereğidir.
– Karadeniz, Doğu Akdeniz, Balkanlar, Kafkasya, Orta Doğu, Afganistan-Pakistan ve Orta Asya’da ortak hareket etmemiz bizim için olduğu gibi sizin de yarar ve kazanımlarınızı artırır. Aksi durumda kaybedersiniz.
– NATO kurumsal olarak Rusya’yla ilişkileri düzenli tutmak için bir mekanizmaya sahiptir. Siz de Rusya’yla bağlarınızın olumlu olmasına önem veriyorsunuz. Diğer bir deyişle, Rusya’yla gerginliklerin azaltılması ortak bir çıkar olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla bizim Rusya’yla iyi ilişkilerimiz de olumlu görülmelidir.
– Rusya’yla ilişkilerimiz ABD’yle bağlarımızın alternatifi değildir. Biri dostluk, diğeri müttefiklik ilişkisidir.
– Temsilciler Meclisi’nde Ermeni iddialarına ilişkin olarak kabul edilen karar tarihi gerçeklere aykırı, siyaseten stratejik bir hatadır. Senato’nun benzeri bir adım atması halinde hatanın bedeli daha da büyüyecektir. Zira böyle bir gelişme Türkiye-ABD, Türkiye-Ermenistan ilişkilerine sürekli bir biçimde zarar verecek ve Türkler ile Ermeniler arasındaki anlaşmazlığı iyice çözümsüzlüğe mahkûm edecektir. Bu bağlamda size önemli iş düşmekte ve sürecin daha fazla ilerlemesi önlenmelidir.
– Yaptırımlar tahakkuk ederse elbette bize zarar verecektir. Biliniz ki Türkiye bunun altından kalkar, ancak bağlarımız kalıcı darbe yer. Üstelik yaptırım gerektirecek bir durum da yoktur. Biz ortak enerjimizi yaptırımlar üzerinde değil, ticaret hacmimizi dengeli bir şekilde 100 milyar dolara yükseltmek hedefi üzerinde odaklaştırmalıyız.
– Biz Suriye’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünden yanayız. Orada terörle mücadele ediyoruz. ABD olarak siz de ilan ettiğiniz politikalara göre aynı noktadasınız. Ancak bizim terörist dediğimiz PYD/YPG’yi siz müttefik olarak görüyorsunuz. PYD/YPG’nin uluslararası kuruluşlar tarafından da tescil edildiği üzere sorumlu oldukları demografik değişiklikler ve ağır insan hakları ihlallerine ilişkin ayrıntılı bir dosyayı inceletmeniz için size veriyorum.
– Sizin bölgede etnik temelli ulus-altı (sub-national) müttefiklere değil, NATO üyesi Türkiye’yle dayanışmanız ortak çıkarlarımız için daha akılcı ve kalıcı olacaktır.
– Nüfuz alanları yaratmak pahasına Suriye’de hepimizin hataları olmuştur. Artık vakit çatışmaları sona erdirmek ve barışa giden yolu açma vaktidir. Bu itibarla, ülkeye barış ve istikrar getirmek için Cenevre anayasa sürecine öncelik vermeli ve destek olmalıyız.
– Barış Pınarı harekatımız terörle mücadele ve güvenliğimiz hedefleriyle sınırlıdır. Suriyeli muhalif güçler üzerinden bize yöneltilen suçlamalar haksızdır. Ancak sizi temin ederim ki biz kimsenin, özellikle Hristiyan azınlıkların zarar görmemesi için her türlü önlemi almaktayız ve almaya devam edeceğiz.
– Kürtler ve Türkler ayrılmaz bir bütündür. Biz hiçbir yerde, hiçbir zaman Kürtlere karşı savaşmadık, savaşmıyoruz. Biz bölgemizdeki Kürtlerinin her birinin kendi ülkelerinde özgür ve eşit vatandaşlar olarak yaşamalarını istiyoruz. Bunu da şiddet yoluyla değil demokratik ölçüler içerisinde diyalog ve müzakerelerle gerçekleşmesini istiyoruz. Başka ülkelerindeki emsallerinde olduğu gibi diyaloğun ön şartı ise teröristlerin silahlarını bırakmaları ve şiddetten vazgeçtiklerini ilan etmeleridir.
– İsrail’in güvenliğine önem ve öncelik veriyorsunuz. Biz de diplomatik ilişki kuran ilk devletlerden biri olarak İsrail’i BM Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararları çerçevesinde ve tanınmış sınırlar içinde komşularıyla barış içinde yaşayan bir ülke olarak görmek istiyoruz. Filistinleri yok sayarak İsrail’e tek taraflı desteğiniz barışın gelmesini sağlamayacaktır. Kudüs ve Golan Tepeleri kararlarınız İsrail’in güvenliğine uzun vadede katkıda bulunmayacaktır. Şu anda muhatabımızın tutumu nedeniyle bozuk olan Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesini de bölge istikrarı açısından çok önemli bulduğumu ayrıca belirtmek isterim.
– Aramızdaki ilişkilerin tehdit ve yaptırımlar konusu olmaması gerekir. Biz ortak değerler, örtüşen çıkarlar üzerinden birlikte hareket edelim diyoruz. Sizin ara ara dile getirdiğiniz tehditler halkımızın infialini ve direnme gücünü sadece yükseltmektedir. Bugün buraya ülkelerimiz, bölgemiz ve insanlık için hayırlı sonuçlar almaya geldiğimizi kabul edin.
– Önemli son bir noktaya daha temas etmek istiyorum: Son gelişmeler ışığında ABD Kongresi, medya ve düşünce kuruluşlarıyla daha yakın ve sürekli ilişkiler kurarak Türkiye’ye yönelik yanlış anlamaları o anahtar alanlarda da gidermeye çalışacağız.”
Yukarıda önerilen bu hususların dikkate alınıp alınmayacağını bilmiyor ve tahminde bulunmak da istemiyorum! Ancak bunları yine de dile getirmeyi bir görev olarak görüyorum. Zira, 13 Kasım randevusu, sonucu ne olursa olsun, Türk-Amerikan ilişkilerine altı çizili bir tarih olarak geçecektir. Cumhurbaşkanı Erdoğan bildiğimiz söylemlerinin ötesine geçemediği takdirde Beyaz Saray’da aradığını bulamayacaktır. Dış ilişkileri iç siyaset mülahazalarına alet etmenin her zaman ters teptiğini artık çok iyi öğrenmiş olmamız lazım.
Bu itibarla Beyaz Saray’da Türkiye’nin büyüklüğü, ağırlığı ve önemiyle orantılı karşılıklı saygı esasına dayalı sakin bir duruşun sergilenmesi gerekmektedir. Başkan Trump’ın da işin ciddiyetine uygun hareket etmesi halinde ilişkilerde –belki, o da belki- bir rahatlama sağlanabilir. Görüşmenin havasının başlangıçta Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından önerdiğimiz şekilde belirlenmesi görüşmelerin seyrini etkileyeceği için de önemlidir. Bu nedenle çevresi tarafından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın iyi hazırlanması ve donatılması, hamasetten uzak, ölçülü, gerçekçi bir söylemle muhatabını da ciddi olmaya sevk etmesi gerekmektedir. Bunun gerçekleşmesi için iktidarın Batı’yla, ABD’yle ilişkileri yeni bir zemine oturtması, özellikle askeri güce dayalı Suriye politikasını barıştan yana değiştirmesi ve 13 Kasım görüşmelerine böyle yeni bir zihniyetle katılması şarttır.
Aksi takdirde zirve bir işe yaramayacak ve Türkiye-ABD ilişkileri köklü bir çıkmaza sürüklenecektir.


*Emekli diplomat, eski CHP milletvekili

No comments:

Post a Comment