Faşizm böyle geldi / Sinan MEYDAN
1 ileti • 1. yüz (Toplam 1 yüz)
Faşizm böyle geldi / Sinan MEYDAN
Faşizm böyle geldi
“Bir defa iktidarı aldıktan sonra onu asla vermeyeceğiz. Bakanlıklardan bizim ancak ölülerimizi çıkarabilirler.” (Hitler'in Propaganda Bakanı Joseph Goebbels,1932)
Bugün, 20. yüzyılın karabasanı faşizmi anlatacağım. 1922'de İtalya'da Mussolini'nin liderliğinde ortaya çıkan “faşizm”, ortaya çıkışından on yıl sonra 1933'te Almanya'da Hitler'in liderliğinde Nazizm'e evrildi. Hitler, Mussolini'nin Roma'ya yürüyüşünden çok etkilendiğini itiraf ediyordu.
FAŞİZMİN DOĞUŞU
1918'de I. Dünya Savaşı sona erdiğinde İtalya kazanan tarafta yer alıyordu. Ancak savaş İtalya'yı da derinden sarsmıştı. İtalyan ordusu 600 bin kayıp vermişti. Ülke ekonomisi çökmüştü. İşsizlik artmıştı. Siyasi kriz yaşanıyordu. Öyle ki 1919-1922 yılları arasında İtalya'da 4 defa hükümet değişmişti. Gazetelerde her gün grev haberleri vardı. Ancak sendikalar güçlü değildi. Bu yüzden işçi toplulukları her geçen gün daha aç ve sefil duruma düşüyordu. Bu sırada İtalyan sosyalistleri faaliyetlerini artırdı. Kasım 1919 seçimlerinde İtalyan Sosyalist Partisi 508 milletvekilliğinden 106'sını alarak birinci parti oldu. Eylül 1920'de Kuzey İtalya'da işçiler fabrikalara el koydular. Yarım milyon işçi 600 fabrikayı ele geçirerek denetleme komisyonları ve fabrika meclisleri kurdu. Ocak 1921'de İtalyan Komünist Partisi kuruldu. Komünizmden korkan büyük sanayiciler, büyük toprak sahipleri ve siyasiler, faşizmi desteklediler.
Liderliğini Benito Mussolini'nin yaptığı faşist hareket, İtalya'da 1919 yılında “Fascio di Combattimento” adıyla ortaya çıktı. Mussolini'nin faşist partisi “Savaş Demetleri” ve “Kara Gömlekliler” gibi faşist örgütlerle desteklendi. Bu faşist örgütler, komünist gruplarla ve fabrika işçileriyle çatışmaya başladılar. 1922'deki işçi grevleri ekonomik yaşamı olumsuz etkiledi. Hükümet sorunları çözemiyordu. İşte o zor günlerde Mussolini, Kral III. Viktor Emanuel'den, ülke yönetimini kendisine vermesini istedi.
29 Ekim 1922'de Faşist Parti'nin Kara Gömleklileri Napoli'den Roma'ya yürüyerek bir hükümet darbesi yaptılar. Mussolini ise bir yataklı vagon içinde Roma'ya geldi. Mussolini, 31 Ekim 1922'de faşist hükümeti kurdu.
Almanya'daki Nazizm de İtalya'daki faşizme benzer koşullarda doğdu.
Almanya I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmıştı. Versay Antlaşması'yla her şeyini kaybetmişti. 1930'ların başında Almanya'da paranın değeri düşmüş, ekonomi çökmüştü. Almanya, bir taraftan açlık, diğer taraftan komünizm tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Bu nedenle Hitler'in seçim sloganı “Her Alman'a iş ve ekmek”ti.
Hitler, 1930'larda orduyu ve büyük sanayicileri yanına çekerek iktidara geldi.
FAŞİST BASKI
1922'de iktidara gelen Mussolini, 1923'te federasyon sekreterleri, sendika liderleri, belediye başkanları dahil 5000 komünisti tutukladı. Kooperatiflerin ve belediyelerin bütün paralarına el koydu. Sol görüşlü 3000 demiryolu işçisinin işine son verdi. 1 Mayıs bayramını yasakladı. 1923'te gazete yöneticisi Piero Goberti ve 1924'te milletvekili Mateotti faşistlerce katledildi. Mussolini, bu ikinci cinayet hakkında ileri geri konuşanları “kurşunu yiyecekler” diye tehdit etti. 1924'te çıkarılan basın yasasıyla faşist hükümete sansür ve gazetelere el koyma hakkı tanındı. 1926'da olağanüstü yasalar çıkarıldı. Muhalefet konuşamayacak duruma getirildi. Milletvekilleri tutuklanıp hapse atıldı. Örneğin muhalif yazar milletvekili Antonio Gramsci, 8 Kasım 1926'da yakalanıp hapsedildi. 1927'de faşist hükümet, faşizm karşıtlarını cezalandırmak için özel bir mahkeme kurdu. Bu mahkemenin hakimi, Garamsci'yi “Bu beyni yirmi yıl çalışmaktan alıkoymak gerekir” diyerek hapse mahkum etti. Mussolini, okulları, üniversiteleri kontrol etti. Öğretmenleri ve üniversite profesörlerini faşist üyelik kartı almaya ve faşizme bağlılık andı vermeye zorladı. 1250 profesörünün sadece 12'si bunu reddetti. Faşizmin safına geçen profesörler kara gömlekle ders vermeye başladılar. Aydınların partiye yazılması zorunlu kılındı. Üyelik kartı olmayan hocalar ve aydınlar işsizlik tehlikesiyle karşı karşıya bırakıldılar. Mussolini tehlikeli gördüğü aydınları ise öldürterek ortadan kaldırdı. Matteotti, Piero Gobetti, Nello, Carlo Roselli ve Giovanni Amedola'nın öldürülmelerine karar verildi. (Maria A. Macciocchi, Faşizmin Analizi, çev. Cemal Süreyya, s. 47-50, 268,289.)
Nazi Almanya'sında da benzer bir faşist baskı vardı.
1933'te Hitler, Almanya'nın diktatörü olunca partilerin kapatılmasını istedi. Önce Komünist Parti'yi yasadışı ilan etti. Sonra Sosyal Demokrat Parti'yi kapattı. Meclisteki milletvekillerinden birçoğunu tutuklattı. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'ni Almanya'nın tek partisi ilan etti. 2 Mayıs 1933'te bütün sendikaları kapattı, liderlerini tutuklattı. İşçilerin tüm haklarını elinden aldı. 1934'te eyalet meclislerini de kapattı. Her eyalete kendisini temsilen bir partili vali atadı. 1934'te yürürlüğe giren ceza kanunda “ihanet suçu” diye bir suç icat etti. Böylece Nazi karşıtlarını “vatan haini” olarak adlandırıp cezalandırdı. Nazilerin beğenmediği bütün kitaplar meydanlarda ateşe verilerek yakıldı. Zenginler, Nazilere haraç vermek zorunda bırakıldı. 27 Şubat 1933 akşamı çıkan Reichstag yangınından bir gün sonra Hitler, Cumhurbaşkanı Hindenburg'a, anayasanın kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili maddelerini ortadan kaldıran bir kararname imzalattı.
FAŞİZM İÇİN DEMOKRASİ BİR ARAÇTIR
İtalya'da faşizm demokrasiyi kullanarak iktidar oldu.
17 Nisan 1925 seçimlerinde Mussolini'nin faşist partisi yaklaşık 7.5 milyon oyun 4.5 milyonunu alarak meclisteki 536 sandalyeden 400'ünü elde etmişti. Bu seçimlerde meclisteki üç sol parti toplam 1.200.000 oy almış, toplam milletvekili sayıları 142'den 62'ye düşmüştü. Faşistler oylarını köylerde yüzde 100, hatta bazı yerlerde yüzde 100'den fazla artırmışlardı. Çünkü ölülere ve ülkeyi terk eden göçmenlere de oy kullandırmışlardı. (Macciocchi, age, s. 46).
İşini “milli iradeye” bırakmayan faşist Mussolini, seçim sistemini değiştirdi. Yeni seçim yasasına göre faşistler, sadece yüzde 25 oyla meclisteki 535 sandalyenin 356'sını ele geçirecekti.
Mussolini, 1926'da çıkardığı olağanüstü yasalarla tüm İtalyanların oy hakkını elinden aldı. Artık İtalya'da seçim yapılmayacaktı. Mussolini, 20 yıllık faşist iktidarı döneminde -üstelik faşist rejimi destekleyen ‘evet' basılı pusulalarla- yalnızca bir kez plebisit yaptıracaktı.
Mussolini, propagandaya büyük önem veriyordu. Faşist rejimin en güçlü propaganda araçlarından biri radyoydu. 1928'den beri faşist hükümetin kontrolünde olan E.I.A.R (Ente Italiano Audizioni Radiofoniche) adlı devlet radyosu faşist propagandanın merkeziydi. Beş milyon İtalyan, tamamen Mussolini'nin denetimindeki bu radyoyu dinliyordu. Ayrıca her şehrin, yine faşist hükümetin kontrolünde, kendi radyo istasyonu vardı. Maria A. Macciocchi'nin ifadesiyle “Milyonlarca kişi 1943 Temmuz'una dek rejimin radyosuyla serseme çevrildi.” (Macciocchi, age, s.193,287,288).
Faşist propagandanın özünü Mussolini'nin konuşmaları oluşturuyordu. Halk büyük bir coşkuyla Duçe'yi (Mussolini'yi) alkışlıyordu.
Faşist propagandayı yandaş aydınlar, yandaş sanatçılar yürütüyordu. O günlerin tanıklarından Maria A. Macciocchi şöyle diyor: “Yeryüzünde, gökyüzünde ve her yerde karşımıza dikilen Duçe'nin görüntülerine, aydın yağcılığının, köleliğinin en aşağılık örneğini veren sözler eşlik etmekteydi. Ozanlar, yazarlar, ressamlar, mimarlar kullukta birbiriyle yarışıyorlardı.” (Macciocchi, age, s. 289.)
HİTLER DE SEÇİMLE GELDİ
İtalyan faşizmi gibi Alman Nazizmi için de demokrasi sadece bir araçtı.
Adolf Hitler demokrasiye inanmıyordu. Hitler'e göre Ari Alman ırkı demirden bir yönetim kurmalı, parlamento dağıtılmalıydı. Hitler, “Mein Kampf”ta (Kavgam) demokrasiyi “saçmalık” olarak adlandırıp onun yerine “liderliği” koyuyordu. Kavgam'da şöyle diyor: “Çoğunluğun kararları olmayacak, ancak sorumlu şahısların kararı olacaktır. Kararı tek adam verecektir. Sadece o kumanda etme kudretine ve hakkına sahip olacaktır… Parlamento bir danışma organı olacaktır. Hiçbir mecliste oylama yapılmayacaktır. Meclisler çalışan müesseslerdir, oy mekanizmaları değil…”
Hitler başlangıçta bir darbeyle iktidarı ele geçirmeyi düşünmüş, başarısız birahane darbesi sonrasında 5 yıl hapis yatmıştı. Bu nedenle taktik değiştirdi. Demokrasiyi, demokratik yöntemlerle yıkmaya karar verdi.
Hitler seçimle iktidara geldi. Hitler'in Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi, Mayıs 1928 seçimlerinde 800.000 oy, Eylül 1930 seçimlerinde 6.400.000 oy, Temmuz 1932 seçimlerinde 13.700.000 oy, Kasım 1932 seçimlerinde 11.700.000 oy aldı.
1932'de Almanya'da cumhurbaşkanlığı seçimleri vardı. Mareşal Hindenburg'a karşı Hitler cumhurbaşkanı adayı oldu. Naziler eşi benzeri görülmemiş bir seçim kampanyası yürüttüler. Mareşal Hindenburg'u “asker kaçağı” olmakla suçladılar. Ona “barışçı domuz” lakabını taktılar. Naziler seçim kampanyası için zenginlerden yüklü paralar aldı. Duvarlara bir milyon afiş yapıştırdılar. Sekiz milyon broşür dağıttılar. On iki milyon fazla gazete bastırıp bedava dağıttılar. Günde üç bin miting yaptılar. İlk defa propaganda aracı olarak film ve gramofon kullandılar. Bütün Almanya'yı dolaşan Hitler'e karşılık Mareşal Hindenburg ise sadece bir kere radyodan halka seslendi. Buna rağmen seçimde Mareşal Hindenburg oyların yüzde 49.6'sını aldı. Hitler ise oyların 13.2'sini alabildi. Seçim bir ay sonra tekrarlandı. İkinci turda çok oy alan kazanacaktı. Hindenburg yüzde 53, Hitler ise yüzde 36.8 oy alabildi. Böylece Hindenburg cumhurbaşkanı oldu. (Metin Toker, Bir Diktatörün İktidar Yolu, s. 99,100).
Temmuz 1932'de parlamento seçimleri vardı. Naziler seçimi kazanmak için her yolu denediler. Temmuz 1932'de 200 kadar komünisti öldürdüler. (Macciocchi, age, s. 68.) Seçim sonucunda Naziler birinci parti olmalarına karşın mecliste çoğunluğu sağlayamadılar. İleride Hitler'in propaganda bakanı olacak Goebbels o günlerde hatıra defterine şöyle yazmıştı: “Bir defa iktidarı aldıktan sonra onu asla vermeyeceğiz. Bakanlıklardan bizim ancak ölülerimizi çıkarabilirler.” (Toker, age, s. 105).
Hitler başbakan olmak için uğraşıyordu. Darbe düşüncesinden vazgeçmişti. Meclisteki merkez partilerle temas kurdu. 73 milletvekili olan Katolik Merkez Partisi'yle işbirliği yaptı.
Hükümet bunalımı devam ediyordu. 6 Kasım 1932'de yeniden seçim yapılmasına karar verildi. Bu, bir sene içindeki dördüncü seçim olacaktı. Ancak seçim sonuçları hiçbir şeyi değiştirmedi.
30 Ocak 1933'te Mareşal Hindenburg, bir Avusturyalı onbaşı olan Hitler'i, Alman Reich'ının Şansölyesi ilan etti.
27 Şubat 1933 akşamı Reichstag yangını çıktı. Bu yangın Nazilerin polis örgütü Gestapo tarafından çıkarılmıştı. Ancak Naziler olayı komünistlerin üzerine yıktılar. Ertesi gün Nazi karşıtları üzerinde büyük bir baskı kuruldu.
5 Mart seçimleri öncesinde sokaklarda gamalı haçtan başka bir şey görülmüyordu. Hitler'in Könisberg'te yaptığı son konuşma bütün radyolardan verildi. 5 Mart 1933 seçimlerinde Nazi partisinin oyları yüzde 44'e çıktı.
Hitler aradığı gücü elde etmişti. Seçimlerin hemen ertesinde parlamentodan bir “geçici yetki kanunu” çıkarttı. Bu kanun, Reichstag'ın tüm yetkilerini dört yıl süre ile şansölye ve hükümetine veriyordu. Ancak böyle bir kanun için parlamentoda üçte iki çoğunluk kararı gerekmekteydi. Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi tutanaklarına göre oylamanın yapılacağı gün parlamento SA tarafından kuşatılmış, bazı Sosyal Demokrat parlamenterler içeri alınmamıştı. 81 komünist parlamenter de seçimlerden önce gözaltına alınmıştı. Hitler, “Devlet tehlikededir! Komünistler azmıştır! Sorunları çözmek için bu yetkilere ihtiyaç vardır! Katolik Kilisesi'nin haklarına saygılı olacağım. Dini ve ahlaki değerleri koruyacağım!” diyerek yetki istedi. 23 Mart 1933'te yapılan oylamada Reicshtag, yetkilerini Hitler'e devretti. O günden sonra Hitler, parlamentonun ve cumhurbaşkanının onayına sunmadan, anayasa değişiklikleri dahil olmak üzere, yasa çıkarabilir hale geldi. (Colin Store, Waimar Cumhuriyetinin Kısa Tarihi, s. 230.) Metin Toker'in deyişiyle “O gün parlamenter Alman demokrasisinin gömülme günü oldu. Hitler, fiilen Almanya'nın diktatörü haline geldi. Almanya'da kimsenin kılı kıpırdamadı.” (Toker, age, s. 126.) Bu arada Cumhurbaşkanı Hindenburg, 2 Ağustos 1934'te öldü. Hitler, yeni cumhurbaşkanı seçtirmek yerine cumhurbaşkanlığıyla başbakanlığı birleştirdi. Alman subayları da artık anayasaya değil, Hitler'in şahsına bağlılık yemini edeceklerdi.
MUSSOLİNİ VE HİTLER'İN BAZI ORTAK ÖZELLİKLERİ
Mussolini ve Hitler tarihten ve dinden yararlanmıştı. Mussolini kendisini eski Roma ile özdeşleştiriyor ve Roma'yı yeniden canlandırmaya çalışıyordu. Hitler ise tarihinin derinliklerinde Ari Alman ırkını arıyordu. Mussolini, üç oğlunu vaftiz ettirmişti. Papa XI. Pius'la iyi ilişkileri vardı. Hitler ise Reichstag'ın açılış törenini Potsdam'da kilisenin içinde Büyük Frederik'in tabutunun yanında yaptırmıştı.
Mussolini'nin “Savaş Demetleri” ve “Kara Gömleklileri”, Hitler'in ise “SA” ve “SS”leri vardı.,
Her ikisi de toplumu sürekli savaşlarla tehdit edip diri ve uyanık tutmaya çalışıyor, toplumdan sürekli “özveri” istiyordu. Her ikisi de imparatorluk hayali kuruyordu.
Her ikisi de ırkçı ve yabancı düşmanıydı. Her ikisi de kadınların çalışmasına karşıydı.
Her ikisi de hem kendi halklarına hem başka halklara büyük acılar yaşattı.
Sonunda her ikisi de kaybetti.
Ne diyor Mehmet Akif: “Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? Tarihi ‘tekerrür' diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”
Sinan MEYDAN, 26 Mart 2018
https://twitter.com/smeydan
“Bir defa iktidarı aldıktan sonra onu asla vermeyeceğiz. Bakanlıklardan bizim ancak ölülerimizi çıkarabilirler.” (Hitler'in Propaganda Bakanı Joseph Goebbels,1932)
Bugün, 20. yüzyılın karabasanı faşizmi anlatacağım. 1922'de İtalya'da Mussolini'nin liderliğinde ortaya çıkan “faşizm”, ortaya çıkışından on yıl sonra 1933'te Almanya'da Hitler'in liderliğinde Nazizm'e evrildi. Hitler, Mussolini'nin Roma'ya yürüyüşünden çok etkilendiğini itiraf ediyordu.
FAŞİZMİN DOĞUŞU
1918'de I. Dünya Savaşı sona erdiğinde İtalya kazanan tarafta yer alıyordu. Ancak savaş İtalya'yı da derinden sarsmıştı. İtalyan ordusu 600 bin kayıp vermişti. Ülke ekonomisi çökmüştü. İşsizlik artmıştı. Siyasi kriz yaşanıyordu. Öyle ki 1919-1922 yılları arasında İtalya'da 4 defa hükümet değişmişti. Gazetelerde her gün grev haberleri vardı. Ancak sendikalar güçlü değildi. Bu yüzden işçi toplulukları her geçen gün daha aç ve sefil duruma düşüyordu. Bu sırada İtalyan sosyalistleri faaliyetlerini artırdı. Kasım 1919 seçimlerinde İtalyan Sosyalist Partisi 508 milletvekilliğinden 106'sını alarak birinci parti oldu. Eylül 1920'de Kuzey İtalya'da işçiler fabrikalara el koydular. Yarım milyon işçi 600 fabrikayı ele geçirerek denetleme komisyonları ve fabrika meclisleri kurdu. Ocak 1921'de İtalyan Komünist Partisi kuruldu. Komünizmden korkan büyük sanayiciler, büyük toprak sahipleri ve siyasiler, faşizmi desteklediler.
Liderliğini Benito Mussolini'nin yaptığı faşist hareket, İtalya'da 1919 yılında “Fascio di Combattimento” adıyla ortaya çıktı. Mussolini'nin faşist partisi “Savaş Demetleri” ve “Kara Gömlekliler” gibi faşist örgütlerle desteklendi. Bu faşist örgütler, komünist gruplarla ve fabrika işçileriyle çatışmaya başladılar. 1922'deki işçi grevleri ekonomik yaşamı olumsuz etkiledi. Hükümet sorunları çözemiyordu. İşte o zor günlerde Mussolini, Kral III. Viktor Emanuel'den, ülke yönetimini kendisine vermesini istedi.
29 Ekim 1922'de Faşist Parti'nin Kara Gömleklileri Napoli'den Roma'ya yürüyerek bir hükümet darbesi yaptılar. Mussolini ise bir yataklı vagon içinde Roma'ya geldi. Mussolini, 31 Ekim 1922'de faşist hükümeti kurdu.
Almanya'daki Nazizm de İtalya'daki faşizme benzer koşullarda doğdu.
Almanya I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkmıştı. Versay Antlaşması'yla her şeyini kaybetmişti. 1930'ların başında Almanya'da paranın değeri düşmüş, ekonomi çökmüştü. Almanya, bir taraftan açlık, diğer taraftan komünizm tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Bu nedenle Hitler'in seçim sloganı “Her Alman'a iş ve ekmek”ti.
Hitler, 1930'larda orduyu ve büyük sanayicileri yanına çekerek iktidara geldi.
FAŞİST BASKI
1922'de iktidara gelen Mussolini, 1923'te federasyon sekreterleri, sendika liderleri, belediye başkanları dahil 5000 komünisti tutukladı. Kooperatiflerin ve belediyelerin bütün paralarına el koydu. Sol görüşlü 3000 demiryolu işçisinin işine son verdi. 1 Mayıs bayramını yasakladı. 1923'te gazete yöneticisi Piero Goberti ve 1924'te milletvekili Mateotti faşistlerce katledildi. Mussolini, bu ikinci cinayet hakkında ileri geri konuşanları “kurşunu yiyecekler” diye tehdit etti. 1924'te çıkarılan basın yasasıyla faşist hükümete sansür ve gazetelere el koyma hakkı tanındı. 1926'da olağanüstü yasalar çıkarıldı. Muhalefet konuşamayacak duruma getirildi. Milletvekilleri tutuklanıp hapse atıldı. Örneğin muhalif yazar milletvekili Antonio Gramsci, 8 Kasım 1926'da yakalanıp hapsedildi. 1927'de faşist hükümet, faşizm karşıtlarını cezalandırmak için özel bir mahkeme kurdu. Bu mahkemenin hakimi, Garamsci'yi “Bu beyni yirmi yıl çalışmaktan alıkoymak gerekir” diyerek hapse mahkum etti. Mussolini, okulları, üniversiteleri kontrol etti. Öğretmenleri ve üniversite profesörlerini faşist üyelik kartı almaya ve faşizme bağlılık andı vermeye zorladı. 1250 profesörünün sadece 12'si bunu reddetti. Faşizmin safına geçen profesörler kara gömlekle ders vermeye başladılar. Aydınların partiye yazılması zorunlu kılındı. Üyelik kartı olmayan hocalar ve aydınlar işsizlik tehlikesiyle karşı karşıya bırakıldılar. Mussolini tehlikeli gördüğü aydınları ise öldürterek ortadan kaldırdı. Matteotti, Piero Gobetti, Nello, Carlo Roselli ve Giovanni Amedola'nın öldürülmelerine karar verildi. (Maria A. Macciocchi, Faşizmin Analizi, çev. Cemal Süreyya, s. 47-50, 268,289.)
Nazi Almanya'sında da benzer bir faşist baskı vardı.
1933'te Hitler, Almanya'nın diktatörü olunca partilerin kapatılmasını istedi. Önce Komünist Parti'yi yasadışı ilan etti. Sonra Sosyal Demokrat Parti'yi kapattı. Meclisteki milletvekillerinden birçoğunu tutuklattı. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'ni Almanya'nın tek partisi ilan etti. 2 Mayıs 1933'te bütün sendikaları kapattı, liderlerini tutuklattı. İşçilerin tüm haklarını elinden aldı. 1934'te eyalet meclislerini de kapattı. Her eyalete kendisini temsilen bir partili vali atadı. 1934'te yürürlüğe giren ceza kanunda “ihanet suçu” diye bir suç icat etti. Böylece Nazi karşıtlarını “vatan haini” olarak adlandırıp cezalandırdı. Nazilerin beğenmediği bütün kitaplar meydanlarda ateşe verilerek yakıldı. Zenginler, Nazilere haraç vermek zorunda bırakıldı. 27 Şubat 1933 akşamı çıkan Reichstag yangınından bir gün sonra Hitler, Cumhurbaşkanı Hindenburg'a, anayasanın kişi hak ve özgürlükleriyle ilgili maddelerini ortadan kaldıran bir kararname imzalattı.
Image resized to : 80 % of its original size [ 619 x 523 ]
FAŞİZM İÇİN DEMOKRASİ BİR ARAÇTIR
İtalya'da faşizm demokrasiyi kullanarak iktidar oldu.
17 Nisan 1925 seçimlerinde Mussolini'nin faşist partisi yaklaşık 7.5 milyon oyun 4.5 milyonunu alarak meclisteki 536 sandalyeden 400'ünü elde etmişti. Bu seçimlerde meclisteki üç sol parti toplam 1.200.000 oy almış, toplam milletvekili sayıları 142'den 62'ye düşmüştü. Faşistler oylarını köylerde yüzde 100, hatta bazı yerlerde yüzde 100'den fazla artırmışlardı. Çünkü ölülere ve ülkeyi terk eden göçmenlere de oy kullandırmışlardı. (Macciocchi, age, s. 46).
İşini “milli iradeye” bırakmayan faşist Mussolini, seçim sistemini değiştirdi. Yeni seçim yasasına göre faşistler, sadece yüzde 25 oyla meclisteki 535 sandalyenin 356'sını ele geçirecekti.
Mussolini, 1926'da çıkardığı olağanüstü yasalarla tüm İtalyanların oy hakkını elinden aldı. Artık İtalya'da seçim yapılmayacaktı. Mussolini, 20 yıllık faşist iktidarı döneminde -üstelik faşist rejimi destekleyen ‘evet' basılı pusulalarla- yalnızca bir kez plebisit yaptıracaktı.
Mussolini, propagandaya büyük önem veriyordu. Faşist rejimin en güçlü propaganda araçlarından biri radyoydu. 1928'den beri faşist hükümetin kontrolünde olan E.I.A.R (Ente Italiano Audizioni Radiofoniche) adlı devlet radyosu faşist propagandanın merkeziydi. Beş milyon İtalyan, tamamen Mussolini'nin denetimindeki bu radyoyu dinliyordu. Ayrıca her şehrin, yine faşist hükümetin kontrolünde, kendi radyo istasyonu vardı. Maria A. Macciocchi'nin ifadesiyle “Milyonlarca kişi 1943 Temmuz'una dek rejimin radyosuyla serseme çevrildi.” (Macciocchi, age, s.193,287,288).
Faşist propagandanın özünü Mussolini'nin konuşmaları oluşturuyordu. Halk büyük bir coşkuyla Duçe'yi (Mussolini'yi) alkışlıyordu.
Faşist propagandayı yandaş aydınlar, yandaş sanatçılar yürütüyordu. O günlerin tanıklarından Maria A. Macciocchi şöyle diyor: “Yeryüzünde, gökyüzünde ve her yerde karşımıza dikilen Duçe'nin görüntülerine, aydın yağcılığının, köleliğinin en aşağılık örneğini veren sözler eşlik etmekteydi. Ozanlar, yazarlar, ressamlar, mimarlar kullukta birbiriyle yarışıyorlardı.” (Macciocchi, age, s. 289.)
HİTLER DE SEÇİMLE GELDİ
İtalyan faşizmi gibi Alman Nazizmi için de demokrasi sadece bir araçtı.
Adolf Hitler demokrasiye inanmıyordu. Hitler'e göre Ari Alman ırkı demirden bir yönetim kurmalı, parlamento dağıtılmalıydı. Hitler, “Mein Kampf”ta (Kavgam) demokrasiyi “saçmalık” olarak adlandırıp onun yerine “liderliği” koyuyordu. Kavgam'da şöyle diyor: “Çoğunluğun kararları olmayacak, ancak sorumlu şahısların kararı olacaktır. Kararı tek adam verecektir. Sadece o kumanda etme kudretine ve hakkına sahip olacaktır… Parlamento bir danışma organı olacaktır. Hiçbir mecliste oylama yapılmayacaktır. Meclisler çalışan müesseslerdir, oy mekanizmaları değil…”
Hitler başlangıçta bir darbeyle iktidarı ele geçirmeyi düşünmüş, başarısız birahane darbesi sonrasında 5 yıl hapis yatmıştı. Bu nedenle taktik değiştirdi. Demokrasiyi, demokratik yöntemlerle yıkmaya karar verdi.
Hitler seçimle iktidara geldi. Hitler'in Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi, Mayıs 1928 seçimlerinde 800.000 oy, Eylül 1930 seçimlerinde 6.400.000 oy, Temmuz 1932 seçimlerinde 13.700.000 oy, Kasım 1932 seçimlerinde 11.700.000 oy aldı.
1932'de Almanya'da cumhurbaşkanlığı seçimleri vardı. Mareşal Hindenburg'a karşı Hitler cumhurbaşkanı adayı oldu. Naziler eşi benzeri görülmemiş bir seçim kampanyası yürüttüler. Mareşal Hindenburg'u “asker kaçağı” olmakla suçladılar. Ona “barışçı domuz” lakabını taktılar. Naziler seçim kampanyası için zenginlerden yüklü paralar aldı. Duvarlara bir milyon afiş yapıştırdılar. Sekiz milyon broşür dağıttılar. On iki milyon fazla gazete bastırıp bedava dağıttılar. Günde üç bin miting yaptılar. İlk defa propaganda aracı olarak film ve gramofon kullandılar. Bütün Almanya'yı dolaşan Hitler'e karşılık Mareşal Hindenburg ise sadece bir kere radyodan halka seslendi. Buna rağmen seçimde Mareşal Hindenburg oyların yüzde 49.6'sını aldı. Hitler ise oyların 13.2'sini alabildi. Seçim bir ay sonra tekrarlandı. İkinci turda çok oy alan kazanacaktı. Hindenburg yüzde 53, Hitler ise yüzde 36.8 oy alabildi. Böylece Hindenburg cumhurbaşkanı oldu. (Metin Toker, Bir Diktatörün İktidar Yolu, s. 99,100).
Temmuz 1932'de parlamento seçimleri vardı. Naziler seçimi kazanmak için her yolu denediler. Temmuz 1932'de 200 kadar komünisti öldürdüler. (Macciocchi, age, s. 68.) Seçim sonucunda Naziler birinci parti olmalarına karşın mecliste çoğunluğu sağlayamadılar. İleride Hitler'in propaganda bakanı olacak Goebbels o günlerde hatıra defterine şöyle yazmıştı: “Bir defa iktidarı aldıktan sonra onu asla vermeyeceğiz. Bakanlıklardan bizim ancak ölülerimizi çıkarabilirler.” (Toker, age, s. 105).
Hitler başbakan olmak için uğraşıyordu. Darbe düşüncesinden vazgeçmişti. Meclisteki merkez partilerle temas kurdu. 73 milletvekili olan Katolik Merkez Partisi'yle işbirliği yaptı.
Hükümet bunalımı devam ediyordu. 6 Kasım 1932'de yeniden seçim yapılmasına karar verildi. Bu, bir sene içindeki dördüncü seçim olacaktı. Ancak seçim sonuçları hiçbir şeyi değiştirmedi.
30 Ocak 1933'te Mareşal Hindenburg, bir Avusturyalı onbaşı olan Hitler'i, Alman Reich'ının Şansölyesi ilan etti.
27 Şubat 1933 akşamı Reichstag yangını çıktı. Bu yangın Nazilerin polis örgütü Gestapo tarafından çıkarılmıştı. Ancak Naziler olayı komünistlerin üzerine yıktılar. Ertesi gün Nazi karşıtları üzerinde büyük bir baskı kuruldu.
5 Mart seçimleri öncesinde sokaklarda gamalı haçtan başka bir şey görülmüyordu. Hitler'in Könisberg'te yaptığı son konuşma bütün radyolardan verildi. 5 Mart 1933 seçimlerinde Nazi partisinin oyları yüzde 44'e çıktı.
Hitler aradığı gücü elde etmişti. Seçimlerin hemen ertesinde parlamentodan bir “geçici yetki kanunu” çıkarttı. Bu kanun, Reichstag'ın tüm yetkilerini dört yıl süre ile şansölye ve hükümetine veriyordu. Ancak böyle bir kanun için parlamentoda üçte iki çoğunluk kararı gerekmekteydi. Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi tutanaklarına göre oylamanın yapılacağı gün parlamento SA tarafından kuşatılmış, bazı Sosyal Demokrat parlamenterler içeri alınmamıştı. 81 komünist parlamenter de seçimlerden önce gözaltına alınmıştı. Hitler, “Devlet tehlikededir! Komünistler azmıştır! Sorunları çözmek için bu yetkilere ihtiyaç vardır! Katolik Kilisesi'nin haklarına saygılı olacağım. Dini ve ahlaki değerleri koruyacağım!” diyerek yetki istedi. 23 Mart 1933'te yapılan oylamada Reicshtag, yetkilerini Hitler'e devretti. O günden sonra Hitler, parlamentonun ve cumhurbaşkanının onayına sunmadan, anayasa değişiklikleri dahil olmak üzere, yasa çıkarabilir hale geldi. (Colin Store, Waimar Cumhuriyetinin Kısa Tarihi, s. 230.) Metin Toker'in deyişiyle “O gün parlamenter Alman demokrasisinin gömülme günü oldu. Hitler, fiilen Almanya'nın diktatörü haline geldi. Almanya'da kimsenin kılı kıpırdamadı.” (Toker, age, s. 126.) Bu arada Cumhurbaşkanı Hindenburg, 2 Ağustos 1934'te öldü. Hitler, yeni cumhurbaşkanı seçtirmek yerine cumhurbaşkanlığıyla başbakanlığı birleştirdi. Alman subayları da artık anayasaya değil, Hitler'in şahsına bağlılık yemini edeceklerdi.
MUSSOLİNİ VE HİTLER'İN BAZI ORTAK ÖZELLİKLERİ
Mussolini ve Hitler tarihten ve dinden yararlanmıştı. Mussolini kendisini eski Roma ile özdeşleştiriyor ve Roma'yı yeniden canlandırmaya çalışıyordu. Hitler ise tarihinin derinliklerinde Ari Alman ırkını arıyordu. Mussolini, üç oğlunu vaftiz ettirmişti. Papa XI. Pius'la iyi ilişkileri vardı. Hitler ise Reichstag'ın açılış törenini Potsdam'da kilisenin içinde Büyük Frederik'in tabutunun yanında yaptırmıştı.
Mussolini'nin “Savaş Demetleri” ve “Kara Gömleklileri”, Hitler'in ise “SA” ve “SS”leri vardı.,
Her ikisi de toplumu sürekli savaşlarla tehdit edip diri ve uyanık tutmaya çalışıyor, toplumdan sürekli “özveri” istiyordu. Her ikisi de imparatorluk hayali kuruyordu.
Her ikisi de ırkçı ve yabancı düşmanıydı. Her ikisi de kadınların çalışmasına karşıydı.
Her ikisi de hem kendi halklarına hem başka halklara büyük acılar yaşattı.
Sonunda her ikisi de kaybetti.
Ne diyor Mehmet Akif: “Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? Tarihi ‘tekerrür' diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”
Sinan MEYDAN, 26 Mart 2018
https://twitter.com/smeydan
Namık KEMAL:
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."
"Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?"
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK:
"Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini."