Soykırım yalanında yeni hamlelere hazır olalım
3.1.2018 09:36
'ABD, Türkiye’nin girişimleri sonucu BM’de Kudüs konusunda yaşadığı yenilginin ardından karşılık verebilir.'
ABD, Türkiye’nin girişimleri sonucu BM’de Kudüs konusunda yaşadığı yenilginin ardından karşılık verebilir. Türkiye’nin sözde Ermeni soykırımı yalanıyla ilgili yeni operasyonlara hazır olması gerekir
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra ABD ile aramızda vuku bulmuş hiçbir ciddi tatsızlık hatırlamıyorum. Ondan evvelki Osmanlı hesapları ABD’nin de gözlemci olduğu Lozan’da kapatılmıştı. Ancak Lozan’ın sonradan ABD Senato Oylamasındaki ret, eskiden Osmanlı’nın New York Konsolosu olacak kadar itibar gören, fakat 1915’te casusluktan kovulan, “prestijli Yale mezun”u İstanbullu Avukat Vahan Cardashian’nın (Buyuk Yalan S. 85)’ senatörler nezdindeki yoğun kulisi sonucu olmuştur. Bu engel nedeniyle, ABD - Türkiye diplomatik ilişkileri ancak 1928 yılında iki hükümet arasında “mektup teatisi yöntemi ile” kurulabilmiştir. Senato engeli berdevamdır. Osmanlı devrindeki misyoner etkileri nedeniyle, Türklerin olumsuz imajı da, Kore harbine ve NATO’daki “her şeye peki dememize rağmen” özellikle Trump’ın başa geçmesiyle Tayyip Erdoğan’ın Washington olayı ve en son ABD’nin Kudüs diplomatik fiyaskosu ile zirveye tırmanmış, Erdoğan ve Türkler en sadık stratejik ortak iken, “düşman tarafa” döndürülmüştür.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI DENEYİMİ
Gazetemizin 22.12.17 sayısında hatırlatılan ABD Senatosu Milli Savunma Komitesinin, Ortadoğu hakkındaki özel bilgilendirme toplantısının (14.12.17) videosu internette görülebilir. Yaklaşık iki saat süren bu önemli toplantıda komite üyesi senatörler bölgedeki eski deneyimli danışman ve elçilere (James Jeffrey, Eric Edlman ve Ryan Crocker) tüm ülkeleri içeren (İran, Rusya, Irak, S.Arabistan, Katar, Arap Emirlikleri, Suriye, Filistin, İsrail ve Türkiye) çeşitli ve kulaktan dolma haberlere dayalı birçok soru yöneltmişlerdir. Bu uzun görüşmenin tutanaklarının irdelenmesi, şüphesiz istihbarat ve diplomatik mercilerin görevidir. Türkiye ile ilgili soruların içinde “Hıristiyanlara karşı davranışlar” bile konu edilmiştir. Bölgede Türkiye’nin ABD’ye verdiği üslerle büyük önemi vurgulanmakta, hatta buradan kalkan uçakların PKK uzantısı YPG’ye yardımları da itiraf edilmektedir. Ancak 15 Temmuz olayları ve FETÖ’nün adı geçmemekte, bunlara “akıl almaz saçmalık” denmekte ve özellikle bir Protestan Papaz ve Konsolosluk personelinin tutuklanmasına büyük reaksiyon gösterilmektedir.
Bilindiği gibi İkinci Dünya Savaşı Hitler’in 1 Eylül 1939’da Polonya’ya girmesi ile başlamıştı. Savaş öncesinde Almanya’nın hızla hazırlanmasında ABD, Nazi Almanya’sı ile her konuda çok kapsamlı ticari ilişkideydi, “Opel-Blitz” motorlu araçları General Motors’ın 1930’larda başarılı yatırımıydı. Almanya her istediğini ABD’den alabiliyordu. ABD’de aşırı sağ ırkçılık 1880’lerde Ku Klux Klan ile tepe yapmıştı, siyahiler gibi Yahudiler de birçok elit derneğe alınmıyordu. Trump’ın veya aşırı sağın iktidara gelişi, Virginia eyaletinde yeni sağ gösterilerle sokağa taşmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda fanatik bir Başkan olan Wilson, “sulhseverlik havarisi” görüntüsüyle her millete ümit verebilecek ve müphem ifadeleri içeren “ON DÖRT NOKTA Bildirgesi” ile güya her derde deva idi! Sözde “tarafsız” olarak İngiltere’ye her türlü silah ve malzeme satarken, Almanların şikâyetlerini aşmak için “yolcu gemilerini de silah-cephane taşımada kullanıyordu”. ABD Nisan 1917’de Avrupa’daki “yağma savaşında pay alabilmek için” Almanya’ya savaş açtı. Sulhseverlikten savaşçıya dönüşünü haklı gösterecek “insani sebepler arasındaki” eski İstanbul Büyükelçisinin “Büyükelçi Morgenthau’un Hikâyesi” kitabının da basımını onayladı. Birinci Dünya Savaşı’nda 120 bin ölü 300 bin hasta-yaralı kaybı olan ABD’ye savaş bittiğinde, Irak’taki “Türk Petrol”ün yüzde 25’lik payından yüzde 10 bile “talan payı verilmemiş”, Fransa ve İngiltere ABD’ye bu kayıplarına karşı “Sevr haritasının Türk-Ermeni hudutlarını çizme onurunu” vermişti. Halbuki Wilson 3 Ekim 1919’da beyin kanaması-inme geçirmiş, sol tarafı felçli Beyaz Saray’ın içinde yatalak olmuştu ve olaydan sonra kimseye görünemedi. Hayatta olduğu için eşi ve kadrosu sağlıklıymış gibi durumu kamudan gizlemişti.
ABD KARŞILIK VEREBİLİR
İkinci Dünya Savaşı’nda da Japon Donanması 2 Aralık 1941’de Hawai adası baskınını yapıncaya dek ABD sadece İngiltere’ye ihracat ile yetinmişti. Japonya “Pearl Harbour Baskını ile sevinirken”, Japon donanması Baş Komutanı ve Harvard Üniversitesi mezunu “Amiral Yamamto” ise tarihe geçen şu sözleri söylemişti: “Uyuyan devi uyandırdık”. Amerika’nın intikam için her şeyi yapacağını biliyordu. ABD’nin en son BM’deki çok büyük yenilgisi ve bunda Erdoğan’ın liderlik rolü ve başarısı karşılık beklemenin boş bir hayal değil kuvvetli bir ihtimal olduğuna işaret eder.
Nitekim “Ermeni Meselesinde Duayen Hukuk otoritesi olan” Sayın Büyükelçi Pulat Tacar bey 26 Aralık günü sosyal medyada akis bulan yazısında şu önemli uyarıyı yapmaktadır:
“ABD karşıtlığı - ayrıca Hükümet yanlısı medya ile devletin kontrolünde bulunan TRT’de bile -endişe ile izlediğim- gerginliği güçlendirici - hatta kışkırtıcı- söylemleri öne sürerek Başkan Trump’i Ermeni iddialarını destekleyen beyanlarda bulunmaya özendirenler olduğundan kuşku duymamalıyız..
Gene de ABD Başkanının Ermeni soykırımı iddiası konusunda yapacağı söylem değişikliğinin (buna bir üst vitese geçme kararı da denebilir; zira hukuksal sonuç olacağı var sayılan soykırım terimi dışında eş anlamlı metz-yegern dâhil, her türlü ifade kullanılmaktadır) ABD çıkarlarına fazla hizmet etmeyeceği (artı -değer sağlamayacağı ) gerçeği iş adamı refleksleri ağır bastığını sandığımız ABD Başkanı’nı nispeten rasyonel bir değerlendirmeye yaklaştırabilir. Ancak, kabul ederim ki, ne yapacağı öngörülemeyen ABD Başkanı’ndan her şey beklenebilir.
Bize gelince, su sırada Hükümetin diş politika öncelikleri arasında, Ermeni soykırımı iddiaları ile daha etkin bir pro-aktif mücadele yürütülmesi seçeneğinin bulunmadığı, bekle -gör seçeneğinin öne çıktığı değerlendirmesi yapılabilir. Her yıl olduğu gibi, bu sene de Nisan ayı yaklaştığında - hatta Nisan ayına girildiği vakit - konu gündeme gelecek, bazı devlet adamlarımız ve Dışişleri Bakanlığı sözcüsü tarafından demeç veya durum değerlendirilmesi yayımlanacak, sonra, konu 25 Nisan 2018’den itibaren muhtemelen yıllık uykusuna dönecektir. AİHM kararlarının, Fransa Anayasa Konseyi kararının üzerimizde bir çeşit uyuşturucu etkisi yaptığı görüşündeyim. Bu arada az sayıda sivil toplum örgütümüz kısıtlı olanaklarla çalışmalar yapacak ve hayat devam edecektir. Bu bir şikâyet ya da eleştiri değil, durum tespitidir.”
Sayın Tacar’ın tespiti, kelimesiyle yalın ve defalarca kanıtlanmış gerçektir. Tesadüfen ben de 25 Aralık’ta “arkadaşlarıma yolladığım BİLGİLENDİRME’ DE” daha da büyük bir tehlike konusunda uyarı yapmıştım:
“Uzun zamandan beri, ortaya çıkmış ve inkârı mümkün olmayan ‘yabancı kaynaklı belgelerin’ bir an önce ‘dünya medyasında tedavüle sokulmasını vurguluyorum’. Ermeni tezini destekleyen çalıştay veya yazarların kitaplarında, bu ‘kaynaklar ya bilinmez ya da bilinse de yok sayılır’. Tehlike şudur: Trump veya başka bir “tanınmış isim” (bunca mahkeme kararına ve olmadığı kanıtlanan belgeye rağmen) -Indiana eyaleti gibi- SOYKIRIM VARDIR diye bugün bir karar alırsa, bu eski belgelerin tedavül “tarihsel kambiyo değeri”, Birinci Dünya Harbi’ndeki enflasyonların bol sıfırlı Rus rublesi veya Alman markına dönüşebilir. Bu riske karşı “sigorta etmek” formüllerini bulmak ve ‘devlet olarak sağlamak’ lazım. İstenildikten sonra, ‘çare - formül - yöntem - araç - hepsi’ bulunabilir. Benden hatırlatması, konu beni, bizi, sizi aşar; bizim gibi elleri hamurda olanlara soran olursa ve avukata düşmeden gerekli harcamalar yapılırsa... Sanırım çare-ler bulunur. 1970’lerden beri “mucizelere bel bağladık”. Hâlbuki atasözümüz der ki; ‘eşeğini, sağlama bağla, sonra dua et’. Beyler ‘kafayı boş muhabbete değil, bu görünür ciddi tehlikeye’ yormalıyız fikrindeyim.”
On yılı aşkın süredir yazdığım kitap, makale, dilekçe, bilgilendirme, yurt içi -dışı konuşma videolarında etkin bir sonuç değil, bir ses bile alamadığımdan, bu yazıyı da tarih denizine salıyorum. “Soykırım virüsünün” nasıl müzmin bir virüs olduğunu” bilmeyen bizim yarı veya çeyrek yaşımızdaki akıl hocalarını “testi kırılmadan” sadece uyarmak istiyorum. Ben rahat uyuyamıyorum; ya siz beyler!
Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra ABD ile aramızda vuku bulmuş hiçbir ciddi tatsızlık hatırlamıyorum. Ondan evvelki Osmanlı hesapları ABD’nin de gözlemci olduğu Lozan’da kapatılmıştı. Ancak Lozan’ın sonradan ABD Senato Oylamasındaki ret, eskiden Osmanlı’nın New York Konsolosu olacak kadar itibar gören, fakat 1915’te casusluktan kovulan, “prestijli Yale mezun”u İstanbullu Avukat Vahan Cardashian’nın (Buyuk Yalan S. 85)’ senatörler nezdindeki yoğun kulisi sonucu olmuştur. Bu engel nedeniyle, ABD - Türkiye diplomatik ilişkileri ancak 1928 yılında iki hükümet arasında “mektup teatisi yöntemi ile” kurulabilmiştir. Senato engeli berdevamdır. Osmanlı devrindeki misyoner etkileri nedeniyle, Türklerin olumsuz imajı da, Kore harbine ve NATO’daki “her şeye peki dememize rağmen” özellikle Trump’ın başa geçmesiyle Tayyip Erdoğan’ın Washington olayı ve en son ABD’nin Kudüs diplomatik fiyaskosu ile zirveye tırmanmış, Erdoğan ve Türkler en sadık stratejik ortak iken, “düşman tarafa” döndürülmüştür.
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI DENEYİMİ
Gazetemizin 22.12.17 sayısında hatırlatılan ABD Senatosu Milli Savunma Komitesinin, Ortadoğu hakkındaki özel bilgilendirme toplantısının (14.12.17) videosu internette görülebilir. Yaklaşık iki saat süren bu önemli toplantıda komite üyesi senatörler bölgedeki eski deneyimli danışman ve elçilere (James Jeffrey, Eric Edlman ve Ryan Crocker) tüm ülkeleri içeren (İran, Rusya, Irak, S.Arabistan, Katar, Arap Emirlikleri, Suriye, Filistin, İsrail ve Türkiye) çeşitli ve kulaktan dolma haberlere dayalı birçok soru yöneltmişlerdir. Bu uzun görüşmenin tutanaklarının irdelenmesi, şüphesiz istihbarat ve diplomatik mercilerin görevidir. Türkiye ile ilgili soruların içinde “Hıristiyanlara karşı davranışlar” bile konu edilmiştir. Bölgede Türkiye’nin ABD’ye verdiği üslerle büyük önemi vurgulanmakta, hatta buradan kalkan uçakların PKK uzantısı YPG’ye yardımları da itiraf edilmektedir. Ancak 15 Temmuz olayları ve FETÖ’nün adı geçmemekte, bunlara “akıl almaz saçmalık” denmekte ve özellikle bir Protestan Papaz ve Konsolosluk personelinin tutuklanmasına büyük reaksiyon gösterilmektedir.
Bilindiği gibi İkinci Dünya Savaşı Hitler’in 1 Eylül 1939’da Polonya’ya girmesi ile başlamıştı. Savaş öncesinde Almanya’nın hızla hazırlanmasında ABD, Nazi Almanya’sı ile her konuda çok kapsamlı ticari ilişkideydi, “Opel-Blitz” motorlu araçları General Motors’ın 1930’larda başarılı yatırımıydı. Almanya her istediğini ABD’den alabiliyordu. ABD’de aşırı sağ ırkçılık 1880’lerde Ku Klux Klan ile tepe yapmıştı, siyahiler gibi Yahudiler de birçok elit derneğe alınmıyordu. Trump’ın veya aşırı sağın iktidara gelişi, Virginia eyaletinde yeni sağ gösterilerle sokağa taşmıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda fanatik bir Başkan olan Wilson, “sulhseverlik havarisi” görüntüsüyle her millete ümit verebilecek ve müphem ifadeleri içeren “ON DÖRT NOKTA Bildirgesi” ile güya her derde deva idi! Sözde “tarafsız” olarak İngiltere’ye her türlü silah ve malzeme satarken, Almanların şikâyetlerini aşmak için “yolcu gemilerini de silah-cephane taşımada kullanıyordu”. ABD Nisan 1917’de Avrupa’daki “yağma savaşında pay alabilmek için” Almanya’ya savaş açtı. Sulhseverlikten savaşçıya dönüşünü haklı gösterecek “insani sebepler arasındaki” eski İstanbul Büyükelçisinin “Büyükelçi Morgenthau’un Hikâyesi” kitabının da basımını onayladı. Birinci Dünya Savaşı’nda 120 bin ölü 300 bin hasta-yaralı kaybı olan ABD’ye savaş bittiğinde, Irak’taki “Türk Petrol”ün yüzde 25’lik payından yüzde 10 bile “talan payı verilmemiş”, Fransa ve İngiltere ABD’ye bu kayıplarına karşı “Sevr haritasının Türk-Ermeni hudutlarını çizme onurunu” vermişti. Halbuki Wilson 3 Ekim 1919’da beyin kanaması-inme geçirmiş, sol tarafı felçli Beyaz Saray’ın içinde yatalak olmuştu ve olaydan sonra kimseye görünemedi. Hayatta olduğu için eşi ve kadrosu sağlıklıymış gibi durumu kamudan gizlemişti.
ABD KARŞILIK VEREBİLİR
İkinci Dünya Savaşı’nda da Japon Donanması 2 Aralık 1941’de Hawai adası baskınını yapıncaya dek ABD sadece İngiltere’ye ihracat ile yetinmişti. Japonya “Pearl Harbour Baskını ile sevinirken”, Japon donanması Baş Komutanı ve Harvard Üniversitesi mezunu “Amiral Yamamto” ise tarihe geçen şu sözleri söylemişti: “Uyuyan devi uyandırdık”. Amerika’nın intikam için her şeyi yapacağını biliyordu. ABD’nin en son BM’deki çok büyük yenilgisi ve bunda Erdoğan’ın liderlik rolü ve başarısı karşılık beklemenin boş bir hayal değil kuvvetli bir ihtimal olduğuna işaret eder.
Reklamdan sonra devam ediyor
Nitekim “Ermeni Meselesinde Duayen Hukuk otoritesi olan” Sayın Büyükelçi Pulat Tacar bey 26 Aralık günü sosyal medyada akis bulan yazısında şu önemli uyarıyı yapmaktadır:
“ABD karşıtlığı - ayrıca Hükümet yanlısı medya ile devletin kontrolünde bulunan TRT’de bile -endişe ile izlediğim- gerginliği güçlendirici - hatta kışkırtıcı- söylemleri öne sürerek Başkan Trump’i Ermeni iddialarını destekleyen beyanlarda bulunmaya özendirenler olduğundan kuşku duymamalıyız..
Gene de ABD Başkanının Ermeni soykırımı iddiası konusunda yapacağı söylem değişikliğinin (buna bir üst vitese geçme kararı da denebilir; zira hukuksal sonuç olacağı var sayılan soykırım terimi dışında eş anlamlı metz-yegern dâhil, her türlü ifade kullanılmaktadır) ABD çıkarlarına fazla hizmet etmeyeceği (artı -değer sağlamayacağı ) gerçeği iş adamı refleksleri ağır bastığını sandığımız ABD Başkanı’nı nispeten rasyonel bir değerlendirmeye yaklaştırabilir. Ancak, kabul ederim ki, ne yapacağı öngörülemeyen ABD Başkanı’ndan her şey beklenebilir.
Bize gelince, su sırada Hükümetin diş politika öncelikleri arasında, Ermeni soykırımı iddiaları ile daha etkin bir pro-aktif mücadele yürütülmesi seçeneğinin bulunmadığı, bekle -gör seçeneğinin öne çıktığı değerlendirmesi yapılabilir. Her yıl olduğu gibi, bu sene de Nisan ayı yaklaştığında - hatta Nisan ayına girildiği vakit - konu gündeme gelecek, bazı devlet adamlarımız ve Dışişleri Bakanlığı sözcüsü tarafından demeç veya durum değerlendirilmesi yayımlanacak, sonra, konu 25 Nisan 2018’den itibaren muhtemelen yıllık uykusuna dönecektir. AİHM kararlarının, Fransa Anayasa Konseyi kararının üzerimizde bir çeşit uyuşturucu etkisi yaptığı görüşündeyim. Bu arada az sayıda sivil toplum örgütümüz kısıtlı olanaklarla çalışmalar yapacak ve hayat devam edecektir. Bu bir şikâyet ya da eleştiri değil, durum tespitidir.”
Sayın Tacar’ın tespiti, kelimesiyle yalın ve defalarca kanıtlanmış gerçektir. Tesadüfen ben de 25 Aralık’ta “arkadaşlarıma yolladığım BİLGİLENDİRME’ DE” daha da büyük bir tehlike konusunda uyarı yapmıştım:
“Uzun zamandan beri, ortaya çıkmış ve inkârı mümkün olmayan ‘yabancı kaynaklı belgelerin’ bir an önce ‘dünya medyasında tedavüle sokulmasını vurguluyorum’. Ermeni tezini destekleyen çalıştay veya yazarların kitaplarında, bu ‘kaynaklar ya bilinmez ya da bilinse de yok sayılır’. Tehlike şudur: Trump veya başka bir “tanınmış isim” (bunca mahkeme kararına ve olmadığı kanıtlanan belgeye rağmen) -Indiana eyaleti gibi- SOYKIRIM VARDIR diye bugün bir karar alırsa, bu eski belgelerin tedavül “tarihsel kambiyo değeri”, Birinci Dünya Harbi’ndeki enflasyonların bol sıfırlı Rus rublesi veya Alman markına dönüşebilir. Bu riske karşı “sigorta etmek” formüllerini bulmak ve ‘devlet olarak sağlamak’ lazım. İstenildikten sonra, ‘çare - formül - yöntem - araç - hepsi’ bulunabilir. Benden hatırlatması, konu beni, bizi, sizi aşar; bizim gibi elleri hamurda olanlara soran olursa ve avukata düşmeden gerekli harcamalar yapılırsa... Sanırım çare-ler bulunur. 1970’lerden beri “mucizelere bel bağladık”. Hâlbuki atasözümüz der ki; ‘eşeğini, sağlama bağla, sonra dua et’. Beyler ‘kafayı boş muhabbete değil, bu görünür ciddi tehlikeye’ yormalıyız fikrindeyim.”
On yılı aşkın süredir yazdığım kitap, makale, dilekçe, bilgilendirme, yurt içi -dışı konuşma videolarında etkin bir sonuç değil, bir ses bile alamadığımdan, bu yazıyı da tarih denizine salıyorum. “Soykırım virüsünün” nasıl müzmin bir virüs olduğunu” bilmeyen bizim yarı veya çeyrek yaşımızdaki akıl hocalarını “testi kırılmadan” sadece uyarmak istiyorum. Ben rahat uyuyamıyorum; ya siz beyler!
No comments:
Post a Comment