Tuesday, July 11, 2017

Dr. Emete Gözügüzelli'nin İsviçre'deki Müzakere Sürecine ilişkin değerlendirmesi


İsviçre’deki Kıbrıs Müzakere Sürecinde Neler Oldu?

 Son Süreç mi?

1968’den beri BM zemininde Kıbrıs meselesi belli aralıklarla sürdürülmekte. Oysa Kıbrıs meselesi 1968’de başlamadığını açıkça ifade etmek de gerek. Bu işin temelinde Osmanlı’nın adayı fethi ile başlatılan Haçlı ittifakı ve sonrasında Helenizm kıskacına alınmak istenen tarihsel olaylardan bugüne varan bir süreçten bahsediyoruz.
Hakikaten de son sürece geldik mi? Esas mesele ve sual bu olsa gerek. İsviçre’de çöken süreç sonrasında akıllarda pek çok soru: İsviçre’de neler oldu? Bundan sonra ne olacak? Son süreç mi?
Esasen, Kıbrıs’ta kapsamlı çözüme ulaşılması için 2015’te yeniden başlatılan müzakere süreci 12 Ocak’ta Cenevre’de düzenlenen ilk oturumla başlayan sonra çöken ardından 28 Haziran’da tüm garantör ülkeler ve AB’nin de gözlemci statüsü ile katıldığı Kıbrıs Konferansı’nın 10’uncu gününde sonuca varılamadan sona erdiğine hep birlikte tanıklık ettik.
Konferans’ta ele alınan temel konular 'Ekonomi', 'Avrupa Birliği', 'Mülkiyet', 'Yönetim-Güç Paylaşımı', 'Toprak' ile 'Güvenlik ve Garantiler’ başlıklarını kapsayan 6 konuda gerçekleşmiştir.
Ancak sürecin başından beri GKRY-Yunanistan, gerçekleştirilen bu Konferansın temel konusunun “güvenlik ve garantileri” kapsadığını yada ana parametre olduğunu göstermeye çalışmış, bu yolla meselenin özünde “işgal” sorunu olduğunu bu maksatla “sıfır asker sıfır garanti” tezini ısrarla ortaya koyarak Garanti Antlaşmaların kaldırılmasını istemişlerdir. Nitekim, tesadüf olmayan bir tutumla bu taleplerini zirve süresince de yansıtmışlardır. Tüm bu tutum sürerken Türk heyetleri defaten bu Konferans’ın son süreç olduğunu ve tarafların mutabakata varmaları için iyi niyetin sergilenmesi gerektiği vurgulamışlardır. Ayrıca,  TC Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu “sıfır asker sıfır garanti hem Kıbrıs Türk hem de TC için mümkün olmadığını, Rumların hayal dünyasından uyanarak çözüme odaklanmalarını, ve bu sürecin son süreç olduğunu”  belirtmiştir.
Esasen diğer başlıklar içerisinde de taraflar müzakereler süresince hiçbir konuda uzlaşamamışlardır. Türk tarafı GKRY-Yunanistan’ın tüm süreci tıkama çabaları karşısında temkinli, yapıcı, pozitif duruşunu sergileyen ve BM kriterleri kapsamında hareket eden uzlaşmacı taraf olmuştur. Nitekim Türk heyeti gereken ciddi duruş ve sorumluluğu göstererek olumlu katkı konulması için çaba sarf etmiştir.
Garantiler konusunda taraflar müzakere masasında görüşmelerde bulunurken, BM Genel Sekreterinin talebi üzerine tarafların karşılıklı önerilerini sunması talebi kapsamında Türkiye Garanti antlaşmalarının gerekli değişikliklerle revize edilmesini öngören yeni bir güvenlik anlayışı sunmuştur. Bu öneriler, esasen gizli belge niteliği arz ettiği için yayınlanması diplomatik teamüllere de aykırı olmasına karşın Rum yönetimi Sigma TV’de Türkiye’nin önerilerini yayınlamıştır.  Buna göre Türk tarafı garantiler ve güvenlik ile ilgili 9 öneri sunmuştur. Bunlar;
1-Garanti Antlaşmaları’nda ‘Mutadis mutandis’in geçerli olmalı.
(“Mutadis mutandis” hukuki bir terim. Manası gerekli değişikliklerle. Birleşme durumunda garanti anlaşmaları, gerekli değişikliklerle geçerliliğini korur denilmektedir.  Bu da, önceden var olan Garanti antlaşmalarının devamının olacağı, doğasını koruyacağı anlamını taşımaktadır.)
2-Garantilerin kaldırılması ya da askerin çekilmesi için herhangi bir son tarih olmamalı.
( Burada son tarih verilmemesi, Rum yönetiminin ve Avrupa Parlamentosunun takvim tezi ret anlamında olup,adadaki askeri varlığın sürekliliği teminat altına alması açısından önemlidir.)
3-Kıbrıs’ta bir izleme komitesi kurulması.
( 1960 Garanti antlaşmalarında böyle bir madde olmayışından ötürü,  adadaki katliamları yada gasp edilen K.Türk haklarını dünyaya duyurmada sıkıntılar yaşandığı dikkate alındığında etkin ve fiili olarak ilgili izleme komitesinin Kıbrıs Türkünün hak ve menfaatleri ile güvenliğinin sağlanmasında öngörülen koşulların yürürlüğünü izleme komitesinin raporlaması demektir.)
4-Garantilerin 3 dönüşümlü başkanlık ya da 3 seçim döneminden sonra yeniden gözden geçirilsin.
(Yani Türk tarafı, birleşme olduğunda 15 yıl sonra son durum incelemesinin yapılmasını ve garantilerin mevcut süreçteki etkinliğinin artırılması yada azaltılması konusunda bir esneklik gösterilmektedir. Temel olarak her iki tarafın karşılıklı güven duygusunun yerleşmesine bu dayandırılmaktadır.)
5-Askeri varlığı devam etmeli.
(Türk Silahlı Kuvvetleri hiçbir şekilde etkin ve fiili garantörlüğün öngördüğü adadaki askeri varlığından vazgeçmeyeceğidir.)
6-Anlaşmanın 1. gününde önemli sayıda asker azaltılır.
(Anlaşmaya varılması halinde , Türk askeri hatırı sayılır asker çekeceğini kabul etmesidir.  Bu 1960 dönemindeki düzenle ayni olduğu için eleştirilmemesi gereken bir husustur.)
7-Anlaşmanın uygulanması ile birlikte ilerisi için asker sayısının yeniden değerlendirilmesi uygundur.
(Şayet anlaşma uygulaması sorunsuz olması halinde sayının yeniden değerlendirmesi düşüncesi ile mevcut duruma göre tedbirlerin artırılması yada azaltılması önerisidir. Yani adada taraflar arasında güvence oluşmasına bağlı bir durumdur.)
8-Ada’da sürekli bir askeri varlığın son tarih olmadan kalacak.
(Adada askerin sürekli bulunacağı ve herhangi bir takvimle bunun ortadan kaldırılmayacağı ile ilgilidir.)
9-Güvenlik ve Garanti Anlaşmaları’nın bir protokol ile birlikte kurulacak olan yeni devletin müktesebatına dahil edilmeli.
(Güvenlik ve Garanti anlaşmaları devletin yeni kuruluş anlaşmalarına bir protokol ile  dahil edilerek bağlayıcılığı, etkinliği ve geçerliliği yani mevcut yeni devletin kurucu unsurlarından olmasını güvence altına alınmasıdır.)
Tüm bu öneriler kapsamında, gerek Kıbrıs Türk heyeti gerekse Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu sürecin başından beri BM parametrelerine bağlı kalarak hüsnüniyetle sürecin devam etmesi için çaba sarf etmiştir. Ancak Crans Montana’da GKRY-Yunanistan’ın süreci tıkama ve ucu açık müzakere sürecine götürme gailesine olduğu tüm süreç boyunca anlaşılmıştır. Türkiye’nin önerdiği 9 madde ise  temelde Kıbrıs Türk halkının hak ve menfaatlerini koruyan yapıdadır. Zira, Mutatis mutandis vurgusu ile gerekli değişikliklerle yeniden şekillendirilen bir Garanti Antlaşmalarından bahsedilmektedir. Burada Türkiye’nin bir geri atmış,taviz vermiş durumu söz konusu olmamıştır. Bilakis Türkiye daha etkin ve fiili güvenlik anlayışı ortaya koymuştur. Önceki Garanti Antlaşmalarında öngörülmeyen bir izleme komitesinin varlığı, Türkiye’nin olası krizde müdahalesini de kolaylaştıracak yapıdadır. Zira buradaki gözlemci misyonda bulunacak olan Türk heyeti adada Kıbrıs Türklerinin hakları ve güvenliğinin ihlal edilme durumları olması karşısında daha etkin rol alabilecektir. Ayrıca bu 9 madde, önceki Garanti Antlaşmalarını revize eden ama doğasına dokunmayan yani eklemeler getiren bir yapıdadır. Bu münasebetle önceden var olan Garanti Antlaşmalarının yeni kurulacak federal devlet müktesebatına eklemlenmesi önerilmiştir. Yani 9 madde önceki Garanti antlaşmalarını ortadan kaldırmamaktadır. Bu yeni öneriler ile meşru haklarımızın daha sıkı emniyet ve teminatı öngördüğü son tarih olmama şartı ile katidir.
Müzakere süreci sırasında dikkat çekici diğer husus da, Yunan askerlerinin ticari nitelikli bir  Türk gemisine Ege’de ateş açması hususudur. Bu konu her şeyden önce  teamülen sivil bir yük gemisine silahlı saldırı yapılması açısından hem insancıl hem de uluslararası hukuka (deniz ) aykırı bir durumdur. Bu saldırı,esasen Türkiye’ye karşı provokatif ve tahrirkar nitelikli bir saldırıdır. Temel gaye Türkiye’nin İsviçre’de masadan kalkmasını ve süreci ucu açık hale getirme çabasıdır. Zira Akdeniz’de GKRY’nin Temmuz ayındaki sondaj faaliyetleri karşısında Türkiye’nin tepki göstereceğini bilmektedirler. Türkiye Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının korunacağını ilkten beri vurgulamaktadır. Bu Ege için de aynidir. Yunanistan ve GKRY tüm bunları dikkate alarak süreci ucu açık hale getirme ve GKRY’nin “adanın tek hakimi statüsü” havasında hukuk dışı davranışlarını sürdürme çabasındadırlar. Ege’de gerçekleşen olay da bu taktiksel girişimin bir parçasıdır.  Nitekim, Atina Ankara’yı masadan kaldırmaya çalışmış ve masadan çözümsüz ayrılan tarafın Türkiye olduğunu göstermeyi hedeflemiştir. Türkiye de masadan kalkan tarafın kendi olmayacağını göstermek için Yunanistan’ın saldırısına şimdilik yüksek politika kapsamında bir tavır sergilememiştir.  Ancak bu Türkiye’nin son süreç olarak nitelendirdiği Kıbrıs müzakerelerinde bir netice alınmaması halinde Ege ve Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının ihlaline yönelik girişimlere bundan sonra sessiz kalacağı manasında olmamalıdır.
Nitekim, süreç içerisinde Türkiye soğukkanlılığını koruyarak müzakere sürecinde kendinden emin ve rahat bir tavırla sürdürmüş ve süreci baltalamaya yönelik tahrirkar oyunlara alet olmamıştır. Nihayetinde BM Genel sekterinin müzakerelere katılma davetinde bulunan KKTC Heyeti çağrısı sonrasında 6 Temmuz’da İsviçre’ye giden BM Genel Sektereri de yoğun çabalar harcayarak tarafların uzlaşmasını sağlamaya çalışırken, Avrupa Parlamentosu Türkiye’nin aleyhinde 664 oyla kabul ettiği müzakereleri askıya alma kararı almıştır. Bu karar yanında Türkiye’ye Kıbrıs’tan derhal askerlerini çekmeye başlaması istenmiş ve kapalı Maraş’ın da BM’e devri istenmiştir. Türkiye bu yapılan açıklamayı yok hükmünde sayarak müzakerelerde yapıcı tavrını sürdürmüştür.
Peki bu süreçte Rum liderin önerileri neler olmuştur?  

Alithia gazetesi, bu önerileri açıklamıştır. Buna göre Garantiler ve Güvenlik başlığında;

·         “Garanti Antlaşması ile müdahale hakkı ve İttifak Antlaşması çözümün ilk gününden kaldırılmalı.

·         Yaklaşık 2 bin kişiden oluşacak bir uluslararası güç olmalı.

·         Gücün üçte birinin garantör ülkelerden (Türkiye, Yunanistan, İngiltere) gelmeli, Komutanı Avrupa ülkesinden olmalı.

·         Geçici polis gücünde Türk polisler de olmalı.

·         1960 antlaşmaları temelindeki kontenjanlar (Türk ve Yunan alayları) çekilmeli. Çekilme 18 ay içerisinde olmalı. Avrupa Birliği de rol sahibi olmalı.”

·         “Askerin büyük bölümü ilk günden çekilmeli, geriye kalanların hafif silahları olmalı ve onlar da sona eriş tarihi olan bir takvim içerisinde aşamalı çekilmeli.

·         Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin güvende hissedeceği bir güvenlik sistemi olmalı ve garantör güçler bu sistemi denetleyememeli veya uygulayamamalı.”

Rumların Toprak önerisi

·         “Rum tarafının sunduğu haritaya uyulması ve 90 ile 100 bin arasındaki Rum göçmenin köylerine geri dönmesi

·         Güzelyurt’un verilmesi,

·         Haritanın Rum tarafının önerdiği devletlerin toprak oranıyla ilgili olması

·         Rum göçmenlerin yüzde 60’ının Rum idaresi altında geri dönmesine olanak tanıması”

Rum Mülkiyet Önerileri

“Birincisi, toprak düzenlemesine uğrayacak bölgelerdeki mülkler. Bu bölgelerde kural, mal sahibine iadedir.

1-Ortak menfaat binaları olan mülkler (hastane v.b.) ise,

2- Boş arsalara inşa edilmiş binalar ise,

3- Mal sahibi iadesini talep etmemişse bu istisna teşkil edecek.

İkincisi, toprak düzenlemesine uğramayacak bölgelerdeki mülkler.

Bu bölgelerdeki mülklerle ilgili kriterlere daha ‘esnek’ yaklaşılacak:

 1-Mülkte önemli inkişaf yapılmışsa,

 2-Aile konuları dikkate alınacak,

3-Mülklerin üçüncü şahıslara satılmasıyla, (sonraki alıcılarla) ilgili meselelerle karşılaşılacak, arazi (kullanım) alanı iznine bir sınır olmalı (altında olması halinde iade yapılmayacak değer sınırı),
4-Kullanılmayan mülklerin iade oranı sınırı, mülk değerinde 1/3 kuralı. Mont Pelerin’de görüşülen ilkeler, yani bazı bölgelerde uygulanacak bir ‘özel statü’ temeline göre bazı bölgelerde istisnalar incelenebilir.”
Rum tarafının Yönetim ve Güç Paylaşımı Önerileri
·         “Ortak liste, çapraz ve ağırlıklı oy ile dönüşümlü başkanlık görüşülebilir.
·         Görev süresi 2’ye 1 yıl ve ilk dönem Kıbrıslı Rum başkan olacak.
·         Bazı kurumlarda kararların, tarafların her birinin en az bir oyu ile alınmasıyla ilgili sistemin işleyebilmesi için hazırlıklı olunmalı.
·         Çeşitli organlarda 2’ye 1 oranının görüşülmeye hazır olunmalı”.

Rum Vatandaşlık ile ilgili Öneriler
·         Yunan ve Türk vatandaşlarına eşit muamelede “4’e 1 oranına riayet edilsin. Bu düzenleme Avrupa mevzuatına uygun olmalı.
·         Türk vatandaşlarının mülk edinmesinde sınırlama olacak.
·         Öğrenci, turist ve geçici işçiler sınırsız geçici çalışma izni alabilir.
·      Avrupa Gümrük Birliği’ne göre Türkiye’den ticari mal alımında sınırlama olacak.
·         Kıbrıs Türk oluşturucu devleti tarafından Türkiye’den ticari mal alımlarında geçici tedbirler (yumuşama) olacak. Yani bugünkü düzeyde ticari mal ithal edebilecekler”.
Tüm bu önerilere bakıldığında Türk tarafının lehine bir tutum sergilenmediği, dönüşümlü başkanlığa karşın garantilerin kaldırılmasını önerdikleri, %60 Rum’un geri dönüşünü isteyen bunun da KKTC’den talep edilen toprak oranın ciddi oranda olduğu (ki daha sonra KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın Rumların Değirmenlikten Yeşilırmak’a kadar toprak talebinde bulunan tutumları olduğu açıklanması ile) görülmektedir. Ayrıca Türk vatandaşlarına mülk edinmede sınırlılık getirme çabaları gibi her talepte ciddi sakıncaları olan öneriler bulunmuşlardır.
Nihayetinde görüşmelerin çöktüğünü BM Genel Sekreteri taraflarla gerçekleştirdiği yemek sonrasında açıklamıştır.
BM Genel Sekreteri ne demiştir?

Guterres, konferansın Ada'da 'uzun zamandır süregelen dramatik soruna' bir çözüm bulunamadan sona erdiğini söylemiştir.
Tarafların müzakerelere devam edip etmeyeceği yönündeki bir soru üzerine Guterres, "Bu konferans maalesef bir sonuç alınamadan sona erdi" diye konuşarak, konferansın sonuçsuz kalmasının Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik başka girişimler olmayacağı anlamına gelmediğini sözlerine eklemiştir. Bu da ilerleyecek süreçte BM’nin yeni girişimlerde bulunabileceğini ortaya koymuştur. Bu açıklama ile BM’in GKRY’nin süreci ucu açık ve kördüğüm noktasında BM zemininde sürdürme çabalarına devam etme niyeti olduğunu göstermektedir. Guteres’in tarafsız bir duruşta müzakere sonucunda uzlaşmaz olan tarafı belirtip, artık Kıbrıs Türkleri üzerindeki insanlık dışı ambargoların kaldırılması çağrısında bulunması gerekirken, hakkaniyetten uzak bir tutum izlemiştir.
TC Dışişleri Bakanı Süreç Sonunda ne demiştir?
Mevlüt Çavuşoğlu konferans sonrasında; “Kıbrıs Konferansı maalesef sonuçsuz kalmıştır. Türkiye her türlü yapıcı katkıyı sağlamıştır ancak bir sonuca varılamamıştır. Bu sonuç BM iyi niyet misyonu parametreleri içerisinde bir çözümün imkansızlığını ortaya koymuştur. Artık bunda ısrar etmenin anlamı yoktur. Ada'da ve bölgemizde istikrarın artarak devamı önemlidir. Farklı parametrelerle bu soruna çözüm bulunması için çabalarımızı sürdüreceğiz” şeklinde değerlendirmede bulunmuştur. Ayrıca;
"…Türk askerinin Ada'dan çekilmesi ve Türkiye'nin garantörlüğünün sona erdirilmesi ne Kıbrıs Türk tarafı için ne de bizim için kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. İlk günden son güne kadar da aynı tutumlarını sürdürdüler" ifadelerini kullanmıştır.
Esasen, Çavuşoğlu’nun yaptığı en önemli açıklama varılan sonucun “BM iyi niyet misyonu parametreleri içerisinde bir çözümün imkânsızlığını ortaya koyduğu ve artık bu parametrelerde ısrar etmenin anlamı da kalmamıştır" sözü olduğu belirtilebilir. Bunun da bundan sonraki süreçte federal zeminde çözüm arayışlarının BM zemininde artık işlerliği olmadığını göstermesi açısından önemlidir.
Rum Yönetimi süreç sonunda ne demiştir?

Kıbrıs Rum Hükümet Sözcüsü Nikos Hristodulidis, Kıbrıs konferansındaki sonuç “olumlu bir gelişme değil ama bu yolun sonu olduğu anlamına da gelmiyor” şeklinde konuşarak, Kıbrıs’ı yukarıda belirttikleri hedefler doğrultusunda birleştirme çabalarının sürdürüleceğini ifade etmiştirler.
Rum Sözcü, “mevcut kabul edilmez durum Kıbrıs’ın geleceği olamaz ve Anastasiadis vatanımızın yeniden birleşmesi ve işgalin sona erdirilmesi için gerekli şartların yaratılması amacıyla kendi çabalarını yoğunlaştıracak” sözleri ardından Türkiye’yi suçlayarak “Maalesef, Türk tarafının Garanti Antlaşması ile Türkiye’nin müdahale haklarının devam etmesi konusundaki ısrarından dolayı her hangi bir sonuca varamadık” diyerek sürecin başarısızlığında Türkiye’yi suçlama girişiminde bulunmuştur.  
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Binali Yıldırım süreç sonunda ne demiştir?
Müzakere başlıklarından güvenlik ve garantilerle ilgili olarak ise Yıldırım, "Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin, orada yaşayan kardeşlerimizin hukukunu korumak için uluslararası hukuktan doğan bütün haklarını sonuna kadar kullanacaktır. Ne zaman, ister Birleşmiş Milletler, ister başka organizasyonlar, adada kalıcı, adil, eşit paylaşımı esas alan bir çözüm arzu ederlerse, biz daima yapıcı olmaya devam edeceğiz" demiştir. Yıldırım’ın temelde vurguladığı nokta, anlaşmaya varılabilmesi için eşit paylaşımı öngörecek bir uluslararası yönetişim organı olması halinde yapıcı olmaya devam edebileceklerini, bu bağlamda Kıbrıs Türklerinin hak ve hukuklarını uluslararası hukuk nezdinde koruma yönünde yürüttükleri çabanın her anlamda devam edeceğini belirterek  “Doğal kaynakların tek taraflı oldubittiye getirilmesine asla müsaade etmeyeceğiz” vurgusunda bulunmuştur. Bu vurgu Kıbrıs Türk basınında çok fazla yer verilmek istenmemiştir. Ancak burada okunması gereken en önemli mesajlardan biri de Türkiye’nin bundan sonraki süreçte atacağı en önemli adımlardan birinin de Kıbrıs Türklerinin hak ve menfaatlerini doğal kaynaklar ve deniz alanları üzerinde de koruyacaklarını ifade etmesi açısından oldukça önemlidir. Özellikle de Rumların yasadışı sondaj faaliyetleri ve MEB ilanları karşısında attıkları adımlar dikkate alındığında konu daha anlaşılır olmaktadır.  
Doğal kaynaklar konusunda, KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’ya süreç sonunda yöneltilen soruya atfen yaptığı açıklamada; “Çözüm olsun veya olmasın doğal gazın Kıbrıs’ta yaşayanların ortak zenginliği olduğunu, bu zenginlikleri ortak kullanmak yerine deniz altındayken kavga meselesi yapmanın anlamsızlığını vurgulayarak Rumların sondaj için faaliyetler yürütüldüğünü bildiklerini kaydederek, “Umarım bu yeni gerginlikler yaratmaz” demiştir. Akıncı’nın oldukça ılımlı ve kesin bir tavırla GKRY’nin bu yöndeki çabasının Kıbrıs Türklerinin haklarını gasp ettiğini dillendirmemesi pek tabi ki düşündürücü olmakla birlikte, bu konunun gerginlikler sebebi olacağının da dolaylı olarak mesajını vermeye çalışarak Rum tarafına sadece bu zenginliklerin tarafların ortak kullanımına ait olması gerektiği belirtilmiştir.

Peki KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı süreç sonunda ne demiştir?

·         Elimizden geleni yaptığımıza inanıyoruz. Üzüntülü olmakla beraber rahatız.
·         Bizim neslin son denemesi olan uğraşın ne yazık ki başarıyla sonuçlanmasını sağlayamadık.

·         "Bu çalışmayı federal bir yapı için sürdürdük"
·         Toprakta kendilerinin sunduğu haritayı, 0 asker 0 garanti konusunu kabul etmesi halinde dönüşümlü başkanlığı kabul edebileceğini söylediler.
·         Kendi önerileri Değirmenlik’ten Yeniboğaziçi’ne kadar yaklaşan bir tavır vardı.
·         Kuzey’de kalacak kısımlarda içinde oturanların, orayı ev olarak kullananların rahatsız edilmemesi ilkesiyle birlikte, kriterleri olsun kabul edeceklerini bekledik. Ne yazık ki, bu konuyu muallakta bırakacak Avrupa içtihadına gönderelim, komisyon karar versin yaklaşımı sergilediler.

·         "Konferansı güvenlik ve garanti konferansına dönüştürmeye çalıştılar"
·         Getirdikleri bazı kategorilerle, ekonomimizi darmadağın edebileceklerdi. Tüm bunları kabul etmek mümkün değildir.
·         ….onlar ısrarla bu konferansı güvenlik ve garanti konferansına dönüştürmeye çalıştılar.

·         "0 asker, 0 garanti söylemiyle başladı ve bitti"

·         "Hak ettiğimiz şekilde yaşamanın yolunu bulacağız"
·         Dünyanın sonu değil. Biz Kıbrıs’ta hak ettiğimiz şekilde yaşamanın yolunu bulacağız. Haksız bir durum karşısında olabiliriz. Biz o toplumda laik, çağdaş bir toplum olarak yaşamanın yollarını bulmalıyız.
·         Bugün için Kıbrıs’ta federal çözüm için daha fazla bir şey söylemek istemiyorum. 14 yıl öncesine göre bugünün daha zor olabileceğini görebiliyordum. Zor oldu! Bizim neslin son denemesinden sonra gelecek kuşaklar için daha da zor olacak.
·         Dünyayla bağlarımızın gelişmesi için de çalışacağız.

Tüm bu sürece karşın KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın Rumların daha önceden belirtilen taleplerini kabul edilebilir nitelikte bulmayarak, bu sürecin son süreç olduğunu ifade etmesi açısından önemlidir. Hak ettiğimiz şekilde yaşamanın yolunu bulacağız sözü ile bundan sonraki meselelerde dünyada bu süreçte kurulan bağlar ile de yer almanın çabasına girileceği beklentisi olduğu görülmektedir. En azından TC Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşıoğlu’nun bu süreç sonrasında atılacak adımları KKTC ile birlikte karar vereceği belirtilmiştir. Bu gelişmeler karşısında KKTC hükümetinin de duruşu net bir şekilde Başbakan tarafından ifade edilmiştir.
KKTC Başbakanı Hüseyin Özgürgün ne demiştir?

“Artık masada vakit kaybetmeye gerek yok…”

Rum tarafının ne iki halkın siyasi eşitliğini, ne iki kesimliliği, ne de iki devletin ortak kuruculuğunu kabul ettiğini bildiren Özgürgün, “48 yılda bu noktaya gelinmişse artık masada zaman kaybetmenin bir anlamı olmadığını, KKTC’nin kendi yolunu çizme zamanının geldiğini , halkın güvenlik ve huzurunun en öncelikli konu olduğunu, Anavatan TC’nin etkin ve fiili garantisinin kırmızıçizgi olduğunu ve bir tek askerin Adadan ayrılmasına Kıbrıs Türk halkının müsaade etmeyeceğini” belirtmiştir.

KKTC Hükümeti Başbakan Yardımcısı Serdar Denktaş ne demiştir?
 “Şimdi kol kola girerek, kimsenin insafını veya inisiyatifini beklemeden önümüze bakalım. İç siyasette birbirimizi eleştirebiliriz, ancak dışa karşı birlik olma zamanı…Her olmayan işte bir hayır vardır…”

KKTC Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu ne demiştir?
Ertuğruloğlu, bu dönemin karşılıklı suçlamalarla değil, Kıbrıs’ın iki halkın ve devletin iyi komşuluk ilişkileri içerisinde daha gerçekçi bir zeminde ele alınması için bir fırsat olarak kullanılması gerektiğine inandıklarını belirterek, 50 yıllık müzakere sürecinin tarafların Kıbrıs konusundaki pozisyonları ve vizyonlarının taban tabana zıt olduğunu nihai bir şekilde ortaya koyduğunu belirtmiştir.

Yunanistan Dışişleri Bakanı ne demiştir?

Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Kotzias, sosyal medya üzerinde Kıbrıs konferansının başarısızlıkla sonuçlanmasına rağmen, 'Kıbrıs sorununa çözüm bulma rüyasının' hala canlı tutulduğunu bildirerek “Türkiye'nin tüm ada üzerinde müdahale hakkı talep etmesini kabul etmek mümkün değildi. Kıbrıs sorununa çözüm bulma rüyası ve planları hala canlı” demiştir.

İngiltere Dışişleri Bakanı ne demiştir?

Konferans sonrası konuşan Birleşik Krallık Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve ABD'den Sorumlu Devlet Bakanı Alan Duncan, “Sonuç hayal kırıklığı yarattı. Birleşik Krallık çözümün güçlü destekleyicisi olmaya devam edecek. Şimdi sakin düşünme ve gelecek için atılacak adımları göz önünde tutma zamanı. Birleşik Krallık’ın Kıbrıs’ta çözüm bulunması için olan bağımlılığı değişmemiştir” esasen esnek bir yanıt vermiştir. Çözüm vurgusu içerisinde federal bir model temeli vurgusu olmaması da dikkat çekicidir.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü ne demiştir?

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert, sonuçsuz kalan Kıbrıs müzakereleriyle ilgili yazılı açıklamasında, "ABD, İsviçre'nin Crans Montana kentindeki Kıbrıs Konferansının bir anlaşma olmadan sona ermesinden dolayı hayal kırıklığına uğramıştır. Bu süreçte çaba gösteren tüm taraflara ve Birleşmiş Milletler heyetine teşekkür ediyoruz. ABD, tüm Kıbrıslıların yararına olacak şekilde adanın iki bölgeli ve iki toplumlu bir federasyon olarak yeniden birleşmesi çabalarına destek vermeye devam edecektir." Şeklindeki beyanatı ile birleşme yönünde federal bir modeli iki bölgeli iki toplumlu zeminde desteklediğini açıklamıştır.

Peki Avrupa Komisyonu ne demektedir?

Avrupa Komisyonu Sözcü Vekili Alexander Winterstein, Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin gelecekteki herhangi bir girişimi desteklemeye hazır olduklarını ifade etti

Haravgi gazetesinin haberine göre Kıbrıs Haber Ajansı’na (KHA) konuşan Winterstein, “AB’nin, gerek siyasi gerekse teknik düzeyde süreci desteklediğini, gelecekte yaşayabilir bir çözüme ulaşılması için iki tarafı desteklemeye bağlı kalmaya devam edeceklerini” de ifade etmişidir.

Sonuç Yerine;

Tüm bu açıklamalara bakıldığında bugüne kadar ulaşılmaya çalışılan federasyon vurgusunun Amerika dışındaki diğer ülkeler tarafından yapılmadığı görülmektedir. Bilakis, KKTC’nin dünya ile bağların geliştirilmesi çabasına artık girileceğinin sinyallerini verilmiştir.

BM, Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik başka girişimler olmayacağı anlamına gelmediğini belirterek gelecekte de söz sahibi olarak yer alma çabası içinde olduğunu göstermiş olmasına karşın federasyon tezinden bahsetmemiştir. TC Dışişleri Bakanı, BM iyi niyet misyonu parametreleri içerisinde bir çözümün imkânsızlığını ortaya koyduğunu ve artık bunda ısrar etmenin anlamı olmadığını belirterek federasyon tezine vurgu yapmayan bir tutumla BM dışındaki alternatif kuruluşlar vasıtası ile Kıbrıs Türklerinin önünün açık olduğunu belirtmiştir.

TC Başbakanı Yıldırım, "Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin, orada yaşayan kardeşlerimizin hukukunu korumak için uluslararası hukuktan doğan bütün haklarını sonuna kadar kullanacağını, ne zaman, ister Birleşmiş Milletler, ister başka organizasyonlar, adada kalıcı, adil, eşit paylaşımı esas alan bir çözüm arzu ederlerse, Türkiye’nin daima yapıcı olmaya devam edeceği" vurgusunda bulunarak, Kıbrıs Türklerinin meşru hak ve menfaatlerinin bundan sonraki süreçte hangi kurum olursa olsun korunmasına devam edileceği belirtilirken, federasyon tezi öne çıkarılmayan bir açıklama yapılmıştır.

KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı da federasyon konusuna hiç değinmeyen bir tutumla “Bizim neslin son denemesinden sonra gelecek kuşaklar için daha da zor olacak. Dünyayla bağlarımızın gelişmesi için de çalışacağız” diyerek Kıbrıs Türkü için dünya ile entegre olabileceği yeni çabaların varlığına işaret etmiştir. Ayrıca , KKTC Başbakanının Artık masada vakit kaybetmeye gerek yok…” diyerek federasyon tezi dışında konuşma yapması, KKTC Başbakan Yardımcısı’nın  “dışa karşı birlik olma zamanı…Her olmayan işte bir hayır” sözü, KKTC Dışişleri Bakanı’nın “Kıbrıs’ın iki halkın ve devletin iyi komşuluk ilişkileri içerisinde sürmesi” yaklaşımı da Türk tarafının dahi federasyon tezi dışına yöneldiğinin göstergesidir.

 

Rum Hükümet Sözcüsü, “mevcut kabul edilmez durum Kıbrıs’ın geleceği olamaz ve Anastasiadis vatanımızın yeniden birleşmesi ve işgalin sona erdirilmesi için gerekli şartların yaratılması amacıyla kendi çabalarını yoğunlaştıracak”sözü ile meseleye halen sadece “işgal” temelinde baktıkları, ayrıca federasyon tezine hiç vurgu yapmayan bir yaklaşımda oldukları görülmüştür.

Öte yandan, Yunanistan Dışişleri BakanlığınınKıbrıs sorununa çözüm bulma rüyası ve planları hala canlı olduğunu” belirten açıklamasında bile federasyon temelinde çözüme vurgu yapmaması da dikkat çekici olduğu belirtilmelidir.

Diğer taraftan, İngiltere Dışişleri Bakanlığının bile “şimdi sakin düşünme ve gelecek için atılacak adımları göz önünde tutma zamanı” diyerek “Birleşik Krallık’ın Kıbrıs’ta çözüm bulunması için olan bağımlılığı değişmemiştir” sözü ile sadece çözüm vurgusu yapması da dikkat çekicidir.

Ayrıca, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü hayal kırıklığına rağmen ABD, tüm Kıbrıslıların yararına olacak şekilde adanın iki bölgeli ve iki toplumlu bir federasyon olarak yeniden birleşmesi çabalarına destek vermeye devam edeceğini belirtmesi dikkate alındığında, sadece Amerika’nın federasyon temelinde bir siyasi duruşa destek verdiği ancak bunun da iki bölgeli iki toplumlu vurgusu ile gerçekleşirken siyasi eşitlik temeline vurgu yapmaması açısından düşündürücü olmuştur.

Nihayetinde, Avrupa Komisyonu, Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin gelecekteki herhangi bir girişimi desteklemeye hazır olduğu açıklaması ile iki tarafı destekleyeceğini belirttiği açıklamada bile federasyon tezi veya tarafların eşitliği ilkesi açıkça belirtilmemesi açısından önemlidir.

Tüm bu açıklamalar çerçevesinde Kıbrıs Türkleri içerisinde bazı STÖ ve siyasi partilerin ve mensuplarının da bu sürecin sonlandırılmaması gerektiğini ortaya koyan tutumlarının yer aldığı görülmektedir. Şuan Rum yönetimi 2018 Başkanlık seçimlerine odaklanarak Kıbrıs meselesini “işgalden kurtulma” temelinde yürüttükleri geleneksel politikaya daha sıkı sarılarak askerileşme faaliyetlerini artırdıkları gözlemlenmektedir. Bu çerçevede Temmuz ayında sondaj faaliyetlerini yürütürken sözde MEB alanlarını koruma adına uluslararası nitelikli tatbikatlarını artıracakları ve gerginlik yaratma stratejisine girecekleri değerlendirilmektedir.

Kıbrıs Türkleri ise, Anavatan Türkiye Cumhuriyeti’nin 2019 Sürdürülebilir Kalkınma Planı kapsamında enerji alanından eğitim ve turizme kadar uluslararası alanda haksız ambargolardan kurtulma ve Kıbrıs Türk Devleti adı ile bütünleşmesine sürecine girmiş bulunmaktadır. Ancak bu süreç içerisinde karşı unsurların KKTC içerisinde verdikleri hibe paralar ile “birleşik Kıbrıs” söylemlerini artırma ve bu yönde baskı unsuru olmasını sağlama peşinde koşmasına yardımcı olacakları da gözden kaçmamalıdır.

Şimdi yapılması gereken en önemli adımlardan biri de KKTC hükümetinin ve Cumhurbaşkanlığının dünyayla bütünleşme adına bu lehimize olan zemini kullanarak lobicilik faaliyetlerini artırması, kurumsal bir devlete dönüşme adımlarını hızlandırması ve Türk modeli kapsamında kendi egemen haklarını dünyaya anlatma ve ilişkiler kurma çabasına hız vermeleri gerekmektedir.

Bu süreçte Kıbrıs Türkü üzerinde olan haksız ambargoların kaldırılması için Anavatan’ın vereceği diplomatik desteğin de Türk-İslam coğrafyasında daha aktif bir sürece gireceği değerlendirilmektedir. Bahusus, batının ikiyüzlü duruşunun son AP kararında ortaya çıkması ile ne BM ne AB’ye güven duyulamayacağı ortaya çıkmıştır. Lakin bu süreç içerisinde Rum-Yunan ve destekçi unsurlarının özellikle de deniz yetki alanları ve doğal kaynaklar üzerine kriz çıkarma ve tahrirkar davranma çabasında bulunacakları da gözden kaçmamalıdır.

Tüm bu süreç içerisinde satranç tahtasına konularak adada domino etkisi ile Kıbrıs’ı değişik iç cephelerden Rum tezlerine yakınlaştırma çabası içerisinde bulunanların emellerinin tarü mar edilmesi ancak ve ancak Anavatan’ın Kıbrıs Türkünün yanında olması ile mümkün olduğu da unutulmamalıdır. Zira Kıbrıs’ta Türk-İslam hâkimiyeti halen Rum-Yunan ve batının gözünde bir kabus, korku ve tehdittir.  Bu nedenle Anavatan’ın KKTC’de ivedilikle hava,deniz,kara üslerini kurarak bu çerçevede ada üzerinde konuşlanması ve bölgesel güvenliğin sağlanmasındaki rolünü daha da ileriye götürmesi zamanı gelmiştir. Zira hedef Türklerin Akdeniz’de ki hâkimiyet alanını sonlandırmanın denizler yolu ile gerçekleştirilmesi çabasıdır. Bu sinsi emellere Anavatan Türkiye Cumhuriyeti tarafından müsaade edilmeyeceği katidir. Şimdi bir olma Milli olma birlik olma zamanıdır.

 

Dr. Emete GÖZÜGÜZELLİ /Öğretim Üyesi

Girne Amerikan Üniversitesi/Siyasal Bilimler Fakültesi

08.07.17

No comments:

Post a Comment