İsviçre’deki Kıbrıs Müzakere
Sürecinde Neler Oldu?
Son Süreç mi?
1968’den
beri BM zemininde Kıbrıs meselesi belli aralıklarla sürdürülmekte. Oysa Kıbrıs
meselesi 1968’de başlamadığını açıkça ifade etmek de gerek. Bu işin temelinde
Osmanlı’nın adayı fethi ile başlatılan Haçlı ittifakı ve sonrasında Helenizm
kıskacına alınmak istenen tarihsel olaylardan bugüne varan bir süreçten
bahsediyoruz.
Hakikaten
de son sürece geldik mi? Esas mesele ve sual bu olsa gerek. İsviçre’de çöken
süreç sonrasında akıllarda pek çok soru: İsviçre’de neler oldu? Bundan sonra ne
olacak? Son süreç mi?
Esasen,
Kıbrıs’ta kapsamlı çözüme ulaşılması için
2015’te yeniden başlatılan müzakere süreci 12 Ocak’ta Cenevre’de düzenlenen ilk
oturumla başlayan sonra çöken ardından 28 Haziran’da tüm garantör ülkeler ve
AB’nin de gözlemci statüsü ile katıldığı Kıbrıs Konferansı’nın 10’uncu gününde
sonuca varılamadan sona erdiğine hep birlikte tanıklık ettik.
Konferans’ta
ele alınan temel konular 'Ekonomi', 'Avrupa Birliği', 'Mülkiyet'
,
'Yönetim-Güç Paylaşımı', 'Toprak' ile 'Güvenlik ve Garantiler’ başlıklarını
kapsayan 6 konuda gerçekleşmiştir.
Ancak
sürecin başından beri GKRY-Yunanistan, gerçekleştirilen bu Konferansın temel
konusunun “güvenlik ve garantileri” kapsadığını yada ana parametre olduğunu
göstermeye çalışmış, bu yolla meselenin özünde “işgal” sorunu olduğunu bu maksatla “sıfır asker sıfır garanti” tezini ısrarla ortaya koyarak Garanti Antlaşmaların
kaldırılmasını istemişlerdir. Nitekim, tesadüf olmayan bir tutumla bu
taleplerini zirve süresince de yansıtmışlardır. Tüm bu tutum sürerken Türk
heyetleri defaten bu Konferans’ın son süreç olduğunu ve tarafların mutabakata
varmaları için iyi niyetin sergilenmesi gerektiği vurgulamışlardır.
Ayrıca, TC Dışişleri Bakanı Mevlüt
Çavuşoğlu “sıfır asker sıfır garanti hem Kıbrıs Türk hem de TC için mümkün
olmadığını, Rumların hayal dünyasından uyanarak çözüme odaklanmalarını, ve bu
sürecin son süreç olduğunu” belirtmiştir.
Esasen
diğer başlıklar içerisinde de taraflar müzakereler süresince hiçbir konuda
uzlaşamamışlardır. Türk tarafı GKRY-Yunanistan’ın tüm süreci tıkama çabaları
karşısında temkinli, yapıcı, pozitif duruşunu sergileyen ve BM kriterleri
kapsamında hareket eden uzlaşmacı taraf olmuştur. Nitekim Türk heyeti gereken
ciddi duruş ve sorumluluğu göstererek olumlu katkı konulması için çaba sarf
etmiştir.
Garantiler
konusunda taraflar müzakere masasında görüşmelerde bulunurken, BM Genel
Sekreterinin talebi üzerine tarafların karşılıklı önerilerini sunması talebi
kapsamında Türkiye Garanti antlaşmalarının gerekli değişikliklerle revize
edilmesini öngören yeni bir güvenlik anlayışı sunmuştur. Bu öneriler, esasen gizli
belge niteliği arz ettiği için yayınlanması diplomatik teamüllere de aykırı
olmasına karşın Rum yönetimi Sigma TV’de Türkiye’nin önerilerini yayınlamıştır.
Buna göre Türk tarafı garantiler ve
güvenlik ile ilgili 9 öneri sunmuştur. Bunlar;
1-Garanti Antlaşmaları’nda ‘Mutadis mutandis’in geçerli
olmalı.
(“Mutadis mutandis” hukuki bir terim. Manası gerekli değişikliklerle. Birleşme durumunda garanti
anlaşmaları, gerekli değişikliklerle
geçerliliğini korur denilmektedir. Bu
da, önceden var olan Garanti antlaşmalarının devamının olacağı, doğasını
koruyacağı anlamını taşımaktadır.)
2-Garantilerin kaldırılması ya da askerin çekilmesi için
herhangi bir son tarih olmamalı.
( Burada son tarih
verilmemesi, Rum yönetiminin ve Avrupa Parlamentosunun takvim tezi ret anlamında
olup,adadaki askeri varlığın sürekliliği teminat altına alması açısından
önemlidir.)
3-Kıbrıs’ta bir izleme komitesi kurulması.
( 1960 Garanti
antlaşmalarında böyle bir madde olmayışından ötürü, adadaki katliamları yada gasp edilen K.Türk
haklarını dünyaya duyurmada sıkıntılar yaşandığı dikkate alındığında etkin ve
fiili olarak ilgili izleme komitesinin Kıbrıs Türkünün hak ve menfaatleri ile
güvenliğinin sağlanmasında öngörülen koşulların yürürlüğünü izleme komitesinin raporlaması
demektir.)
4-Garantilerin 3 dönüşümlü başkanlık ya da 3 seçim
döneminden sonra yeniden gözden geçirilsin.
(Yani Türk tarafı, birleşme olduğunda 15 yıl sonra son durum
incelemesinin yapılmasını ve garantilerin mevcut süreçteki etkinliğinin
artırılması yada azaltılması konusunda bir esneklik gösterilmektedir. Temel
olarak her iki tarafın karşılıklı güven duygusunun yerleşmesine bu
dayandırılmaktadır.)
5-Askeri varlığı devam etmeli.
(Türk Silahlı Kuvvetleri hiçbir şekilde etkin ve fiili
garantörlüğün öngördüğü adadaki askeri varlığından vazgeçmeyeceğidir.)
6-Anlaşmanın 1. gününde önemli sayıda asker azaltılır.
(Anlaşmaya varılması halinde , Türk askeri hatırı sayılır
asker çekeceğini kabul etmesidir. Bu
1960 dönemindeki düzenle ayni olduğu için eleştirilmemesi gereken bir husustur.)
7-Anlaşmanın uygulanması ile birlikte ilerisi için asker
sayısının yeniden değerlendirilmesi uygundur.
(Şayet anlaşma uygulaması sorunsuz olması halinde sayının
yeniden değerlendirmesi düşüncesi ile mevcut duruma göre tedbirlerin
artırılması yada azaltılması önerisidir. Yani adada taraflar arasında güvence
oluşmasına bağlı bir durumdur.)
8-Ada’da sürekli bir askeri varlığın son tarih olmadan
kalacak.
(Adada askerin sürekli bulunacağı ve herhangi bir takvimle bunun
ortadan kaldırılmayacağı ile ilgilidir.)
9-Güvenlik ve Garanti Anlaşmaları’nın bir protokol ile
birlikte kurulacak olan yeni devletin müktesebatına dahil edilmeli.
(Güvenlik ve Garanti anlaşmaları devletin yeni kuruluş
anlaşmalarına bir protokol ile dahil
edilerek bağlayıcılığı, etkinliği ve geçerliliği yani mevcut yeni devletin
kurucu unsurlarından olmasını güvence altına alınmasıdır.)
Tüm bu öneriler kapsamında, gerek Kıbrıs Türk heyeti gerekse Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu
sürecin başından beri BM parametrelerine bağlı kalarak hüsnüniyetle sürecin
devam etmesi için çaba sarf etmiştir. Ancak Crans Montana’da GKRY-Yunanistan’ın
süreci tıkama ve ucu açık müzakere sürecine götürme gailesine olduğu tüm süreç
boyunca anlaşılmıştır. Türkiye’nin önerdiği 9 madde ise temelde Kıbrıs Türk halkının hak ve
menfaatlerini koruyan yapıdadır. Zira, Mutatis mutandis vurgusu ile gerekli
değişikliklerle yeniden şekillendirilen bir Garanti Antlaşmalarından
bahsedilmektedir. Burada Türkiye’nin bir geri atmış,taviz vermiş durumu söz
konusu olmamıştır. Bilakis Türkiye daha etkin ve fiili güvenlik anlayışı ortaya
koymuştur. Önceki Garanti Antlaşmalarında öngörülmeyen bir izleme komitesinin
varlığı, Türkiye’nin olası krizde müdahalesini de kolaylaştıracak yapıdadır. Zira
buradaki gözlemci misyonda bulunacak olan Türk heyeti adada Kıbrıs Türklerinin
hakları ve güvenliğinin ihlal edilme durumları olması karşısında daha etkin rol
alabilecektir. Ayrıca bu 9 madde, önceki Garanti Antlaşmalarını revize eden ama
doğasına dokunmayan yani eklemeler getiren bir yapıdadır. Bu münasebetle
önceden var olan Garanti Antlaşmalarının yeni kurulacak federal devlet
müktesebatına eklemlenmesi önerilmiştir. Yani 9 madde önceki Garanti
antlaşmalarını ortadan kaldırmamaktadır. Bu yeni öneriler ile meşru
haklarımızın daha sıkı emniyet ve teminatı öngördüğü son tarih olmama şartı ile
katidir.
Müzakere süreci sırasında dikkat çekici diğer husus da, Yunan
askerlerinin ticari nitelikli bir Türk
gemisine Ege’de ateş açması hususudur. Bu konu her şeyden önce teamülen sivil bir yük gemisine silahlı
saldırı yapılması açısından hem insancıl hem de uluslararası hukuka (deniz )
aykırı bir durumdur. Bu saldırı,esasen Türkiye’ye karşı provokatif ve tahrirkar
nitelikli bir saldırıdır. Temel gaye Türkiye’nin İsviçre’de masadan kalkmasını
ve süreci ucu açık hale getirme çabasıdır. Zira Akdeniz’de GKRY’nin Temmuz
ayındaki sondaj faaliyetleri karşısında Türkiye’nin tepki göstereceğini
bilmektedirler. Türkiye Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının korunacağını ilkten
beri vurgulamaktadır. Bu Ege için de aynidir. Yunanistan ve GKRY tüm bunları
dikkate alarak süreci ucu açık hale getirme ve GKRY’nin “adanın tek hakimi
statüsü” havasında hukuk dışı davranışlarını sürdürme çabasındadırlar. Ege’de
gerçekleşen olay da bu taktiksel girişimin bir parçasıdır. Nitekim, Atina Ankara’yı masadan kaldırmaya
çalışmış ve masadan çözümsüz ayrılan tarafın Türkiye olduğunu göstermeyi
hedeflemiştir. Türkiye de masadan kalkan tarafın kendi olmayacağını göstermek
için Yunanistan’ın saldırısına şimdilik yüksek politika kapsamında bir tavır
sergilememiştir. Ancak bu Türkiye’nin
son süreç olarak nitelendirdiği Kıbrıs müzakerelerinde bir netice alınmaması
halinde Ege ve Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının ihlaline yönelik
girişimlere bundan sonra sessiz kalacağı manasında olmamalıdır.
Nitekim, süreç içerisinde Türkiye soğukkanlılığını koruyarak
müzakere sürecinde kendinden emin ve rahat bir tavırla sürdürmüş ve süreci
baltalamaya yönelik tahrirkar oyunlara alet olmamıştır. Nihayetinde BM Genel
sekterinin müzakerelere katılma davetinde bulunan KKTC Heyeti çağrısı
sonrasında 6 Temmuz’da İsviçre’ye giden BM Genel Sektereri de yoğun çabalar
harcayarak tarafların uzlaşmasını sağlamaya çalışırken, Avrupa Parlamentosu
Türkiye’nin aleyhinde 664 oyla kabul ettiği müzakereleri askıya alma kararı
almıştır. Bu karar yanında Türkiye’ye Kıbrıs’tan derhal askerlerini çekmeye
başlaması istenmiş ve kapalı Maraş’ın da BM’e devri istenmiştir. Türkiye bu
yapılan açıklamayı yok hükmünde sayarak müzakerelerde yapıcı tavrını
sürdürmüştür.
Peki bu süreçte Rum
liderin önerileri neler olmuştur?
Alithia gazetesi, bu önerileri açıklamıştır. Buna göre
Garantiler ve Güvenlik başlığında;
·
“Garanti Antlaşması ile müdahale hakkı ve
İttifak Antlaşması çözümün ilk gününden kaldırılmalı.
·
Yaklaşık 2 bin kişiden oluşacak bir uluslararası
güç olmalı.
·
Gücün üçte birinin garantör ülkelerden (Türkiye,
Yunanistan, İngiltere) gelmeli, Komutanı Avrupa ülkesinden olmalı.
·
Geçici polis gücünde Türk polisler de olmalı.
·
1960 antlaşmaları temelindeki kontenjanlar (Türk
ve Yunan alayları) çekilmeli. Çekilme 18 ay içerisinde olmalı. Avrupa Birliği
de rol sahibi olmalı.”
·
“Askerin büyük bölümü ilk günden çekilmeli,
geriye kalanların hafif silahları olmalı ve onlar da sona eriş tarihi olan bir
takvim içerisinde aşamalı çekilmeli.
·
Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin güvende
hissedeceği bir güvenlik sistemi olmalı ve garantör güçler bu sistemi
denetleyememeli veya uygulayamamalı.”
Rumların Toprak
önerisi
·
“Rum tarafının sunduğu haritaya uyulması ve 90
ile 100 bin arasındaki Rum göçmenin köylerine geri dönmesi
·
Güzelyurt’un verilmesi,
·
Haritanın Rum tarafının önerdiği devletlerin
toprak oranıyla ilgili olması
·
Rum göçmenlerin yüzde 60’ının Rum idaresi
altında geri dönmesine olanak tanıması”
Rum Mülkiyet
Önerileri
“Birincisi, toprak
düzenlemesine uğrayacak bölgelerdeki mülkler. Bu bölgelerde kural, mal sahibine iadedir.
1-Ortak menfaat binaları olan mülkler (hastane v.b.) ise,
2- Boş arsalara inşa edilmiş binalar ise,
3- Mal sahibi iadesini talep etmemişse bu istisna teşkil
edecek.
İkincisi, toprak
düzenlemesine uğramayacak bölgelerdeki mülkler.
Bu bölgelerdeki mülklerle ilgili kriterlere daha ‘esnek’
yaklaşılacak:
1-Mülkte önemli
inkişaf yapılmışsa,
2-Aile konuları
dikkate alınacak,
3-Mülklerin üçüncü şahıslara satılmasıyla, (sonraki
alıcılarla) ilgili meselelerle karşılaşılacak, arazi (kullanım) alanı iznine
bir sınır olmalı (altında olması halinde iade yapılmayacak değer sınırı),
4-Kullanılmayan mülklerin iade oranı sınırı, mülk değerinde
1/3 kuralı. Mont Pelerin’de görüşülen ilkeler, yani bazı bölgelerde uygulanacak
bir ‘özel statü’ temeline göre bazı bölgelerde istisnalar incelenebilir.”
Rum tarafının Yönetim
ve Güç Paylaşımı Önerileri
·
“Ortak liste, çapraz ve ağırlıklı oy ile
dönüşümlü başkanlık görüşülebilir.
·
Görev süresi 2’ye 1 yıl ve ilk dönem Kıbrıslı
Rum başkan olacak.
·
Bazı kurumlarda kararların, tarafların her
birinin en az bir oyu ile alınmasıyla ilgili sistemin işleyebilmesi için
hazırlıklı olunmalı.
·
Çeşitli organlarda 2’ye 1 oranının görüşülmeye
hazır olunmalı”.
Rum Vatandaşlık ile
ilgili Öneriler
·
Yunan ve Türk vatandaşlarına eşit muamelede “4’e
1 oranına riayet edilsin. Bu düzenleme Avrupa mevzuatına uygun olmalı.
·
Türk vatandaşlarının mülk edinmesinde sınırlama olacak.
·
Öğrenci, turist ve geçici işçiler sınırsız
geçici çalışma izni alabilir.
·
Avrupa Gümrük Birliği’ne göre Türkiye’den ticari
mal alımında sınırlama olacak.
·
Kıbrıs Türk oluşturucu devleti tarafından
Türkiye’den ticari mal alımlarında geçici tedbirler (yumuşama) olacak. Yani
bugünkü düzeyde ticari mal ithal edebilecekler”.
Tüm bu önerilere bakıldığında Türk tarafının lehine bir tutum
sergilenmediği, dönüşümlü başkanlığa karşın garantilerin kaldırılmasını
önerdikleri, %60 Rum’un geri dönüşünü isteyen bunun da KKTC’den talep edilen
toprak oranın ciddi oranda olduğu (ki daha sonra KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın
Rumların Değirmenlikten Yeşilırmak’a kadar toprak talebinde bulunan tutumları
olduğu açıklanması ile) görülmektedir. Ayrıca Türk vatandaşlarına mülk edinmede
sınırlılık getirme çabaları gibi her talepte ciddi sakıncaları olan öneriler
bulunmuşlardır.
Nihayetinde görüşmelerin çöktüğünü BM Genel Sekreteri
taraflarla gerçekleştirdiği yemek sonrasında açıklamıştır.
BM Genel Sekreteri
ne demiştir?
Guterres, konferansın Ada'da 'uzun zamandır süregelen
dramatik soruna' bir çözüm bulunamadan sona erdiğini söylemiştir.
Tarafların müzakerelere devam edip etmeyeceği yönündeki bir
soru üzerine Guterres, "Bu konferans maalesef bir sonuç alınamadan sona
erdi" diye konuşarak, konferansın sonuçsuz kalmasının Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik başka girişimler
olmayacağı anlamına gelmediğini sözlerine eklemiştir. Bu da ilerleyecek
süreçte BM’nin yeni girişimlerde bulunabileceğini ortaya koymuştur. Bu açıklama
ile BM’in GKRY’nin süreci ucu açık ve kördüğüm noktasında BM zemininde sürdürme
çabalarına devam etme niyeti olduğunu göstermektedir. Guteres’in tarafsız bir
duruşta müzakere sonucunda uzlaşmaz olan tarafı belirtip, artık Kıbrıs Türkleri
üzerindeki insanlık dışı ambargoların kaldırılması çağrısında bulunması
gerekirken, hakkaniyetten uzak bir tutum izlemiştir.
TC
Dışişleri Bakanı Süreç Sonunda ne demiştir?
Mevlüt Çavuşoğlu konferans
sonrasında; “Kıbrıs Konferansı maalesef
sonuçsuz kalmıştır. Türkiye her türlü yapıcı katkıyı sağlamıştır ancak bir
sonuca varılamamıştır. Bu sonuç BM iyi niyet misyonu parametreleri içerisinde
bir çözümün imkansızlığını ortaya koymuştur. Artık bunda ısrar etmenin anlamı
yoktur. Ada'da ve bölgemizde istikrarın artarak devamı önemlidir. Farklı
parametrelerle bu soruna çözüm bulunması için çabalarımızı sürdüreceğiz”
şeklinde değerlendirmede bulunmuştur. Ayrıca;
"…Türk askerinin Ada'dan çekilmesi ve Türkiye'nin
garantörlüğünün sona erdirilmesi ne Kıbrıs Türk tarafı için ne de bizim için
kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. İlk günden son güne kadar da aynı
tutumlarını sürdürdüler" ifadelerini kullanmıştır.
Esasen, Çavuşoğlu’nun yaptığı en önemli açıklama varılan
sonucun “BM iyi niyet misyonu parametreleri içerisinde bir çözümün imkânsızlığını
ortaya koyduğu ve artık bu parametrelerde ısrar etmenin anlamı da
kalmamıştır" sözü olduğu belirtilebilir. Bunun da bundan sonraki süreçte
federal zeminde çözüm arayışlarının BM zemininde artık işlerliği olmadığını
göstermesi açısından önemlidir.
Rum Yönetimi süreç
sonunda ne demiştir?
Kıbrıs
Rum Hükümet Sözcüsü Nikos Hristodulidis, Kıbrıs konferansındaki sonuç “olumlu bir gelişme değil ama bu yolun sonu
olduğu anlamına da gelmiyor” şeklinde konuşarak, Kıbrıs’ı yukarıda
belirttikleri hedefler doğrultusunda birleştirme çabalarının sürdürüleceğini
ifade etmiştirler.
Rum Sözcü,
“mevcut kabul edilmez durum Kıbrıs’ın geleceği olamaz ve Anastasiadis
vatanımızın yeniden birleşmesi ve işgalin sona erdirilmesi için gerekli
şartların yaratılması amacıyla kendi çabalarını yoğunlaştıracak” sözleri
ardından Türkiye’yi suçlayarak “Maalesef, Türk tarafının Garanti Antlaşması ile
Türkiye’nin müdahale haklarının devam etmesi konusundaki ısrarından dolayı her
hangi bir sonuca varamadık” diyerek sürecin başarısızlığında Türkiye’yi suçlama
girişiminde bulunmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Binali
Yıldırım süreç sonunda ne demiştir?
Müzakere
başlıklarından güvenlik ve garantilerle ilgili olarak ise Yıldırım,
"Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin, orada yaşayan kardeşlerimizin
hukukunu korumak için uluslararası
hukuktan doğan bütün haklarını sonuna kadar kullanacaktır. Ne zaman, ister
Birleşmiş Milletler, ister başka organizasyonlar, adada kalıcı, adil, eşit paylaşımı esas alan bir çözüm arzu
ederlerse, biz daima yapıcı olmaya devam edeceğiz" demiştir.
Yıldırım’ın temelde vurguladığı nokta, anlaşmaya varılabilmesi için eşit
paylaşımı öngörecek bir uluslararası yönetişim organı olması halinde yapıcı
olmaya devam edebileceklerini, bu bağlamda Kıbrıs Türklerinin hak ve
hukuklarını uluslararası hukuk nezdinde koruma yönünde yürüttükleri çabanın her
anlamda devam edeceğini belirterek “Doğal kaynakların tek taraflı oldubittiye
getirilmesine asla müsaade etmeyeceğiz” vurgusunda
bulunmuştur. Bu vurgu Kıbrıs Türk basınında çok fazla yer
verilmek istenmemiştir. Ancak burada okunması gereken en önemli mesajlardan
biri de Türkiye’nin bundan sonraki süreçte atacağı en önemli adımlardan birinin
de Kıbrıs Türklerinin hak ve menfaatlerini doğal kaynaklar ve deniz alanları
üzerinde de koruyacaklarını ifade etmesi açısından oldukça önemlidir. Özellikle
de Rumların yasadışı sondaj faaliyetleri ve MEB ilanları karşısında attıkları
adımlar dikkate alındığında konu daha anlaşılır olmaktadır.
Doğal
kaynaklar konusunda, KKTC Cumhurbaşkanı
Akıncı’ya süreç sonunda yöneltilen soruya atfen yaptığı açıklamada; “Çözüm
olsun veya olmasın doğal gazın Kıbrıs’ta yaşayanların ortak zenginliği
olduğunu, bu zenginlikleri ortak kullanmak yerine deniz altındayken kavga
meselesi yapmanın anlamsızlığını vurgulayarak Rumların sondaj için faaliyetler
yürütüldüğünü bildiklerini kaydederek, “Umarım
bu yeni gerginlikler yaratmaz” demiştir. Akıncı’nın oldukça ılımlı ve kesin
bir tavırla GKRY’nin bu yöndeki çabasının Kıbrıs Türklerinin haklarını gasp
ettiğini dillendirmemesi pek tabi ki düşündürücü olmakla birlikte, bu konunun
gerginlikler sebebi olacağının da dolaylı olarak mesajını vermeye çalışarak Rum
tarafına sadece bu zenginliklerin tarafların ortak kullanımına ait olması
gerektiği belirtilmiştir.
Peki KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı süreç
sonunda ne demiştir?
·
Elimizden geleni yaptığımıza
inanıyoruz. Üzüntülü olmakla beraber rahatız.
·
Bizim neslin son denemesi olan uğraşın ne yazık ki başarıyla
sonuçlanmasını sağlayamadık.
·
"Bu
çalışmayı federal bir yapı için sürdürdük"
·
Toprakta kendilerinin sunduğu
haritayı, 0 asker 0 garanti konusunu kabul etmesi halinde dönüşümlü başkanlığı
kabul edebileceğini söylediler.
·
Kendi önerileri Değirmenlik’ten Yeniboğaziçi’ne kadar yaklaşan bir tavır vardı.
·
Kuzey’de kalacak kısımlarda içinde
oturanların, orayı ev olarak kullananların rahatsız edilmemesi ilkesiyle
birlikte, kriterleri olsun kabul edeceklerini bekledik. Ne yazık ki, bu konuyu
muallakta bırakacak Avrupa içtihadına gönderelim, komisyon karar versin
yaklaşımı sergilediler.
·
"Konferansı
güvenlik ve garanti konferansına dönüştürmeye çalıştılar"
·
Getirdikleri bazı kategorilerle,
ekonomimizi darmadağın edebileceklerdi. Tüm bunları kabul etmek mümkün
değildir.
·
….onlar ısrarla bu konferansı
güvenlik ve garanti konferansına dönüştürmeye çalıştılar.
·
"0
asker, 0 garanti söylemiyle başladı ve bitti"
·
"Hak
ettiğimiz şekilde yaşamanın yolunu bulacağız"
·
Dünyanın sonu değil. Biz Kıbrıs’ta
hak ettiğimiz şekilde yaşamanın yolunu bulacağız. Haksız bir durum karşısında
olabiliriz. Biz o toplumda laik, çağdaş bir toplum olarak yaşamanın yollarını
bulmalıyız.
·
Bugün için Kıbrıs’ta federal çözüm
için daha fazla bir şey söylemek istemiyorum. 14 yıl öncesine göre bugünün daha
zor olabileceğini görebiliyordum. Zor oldu! Bizim neslin son denemesinden sonra
gelecek kuşaklar için daha da zor olacak.
·
Dünyayla bağlarımızın gelişmesi için de çalışacağız.
Tüm bu
sürece karşın KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın Rumların daha önceden belirtilen
taleplerini kabul edilebilir nitelikte bulmayarak, bu sürecin son süreç
olduğunu ifade etmesi açısından önemlidir. Hak ettiğimiz şekilde yaşamanın
yolunu bulacağız sözü ile bundan sonraki meselelerde dünyada bu süreçte kurulan
bağlar ile de yer almanın çabasına girileceği beklentisi olduğu görülmektedir.
En azından TC Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşıoğlu’nun bu süreç sonrasında
atılacak adımları KKTC ile birlikte karar vereceği belirtilmiştir. Bu
gelişmeler karşısında KKTC hükümetinin de duruşu net bir şekilde Başbakan
tarafından ifade edilmiştir.
KKTC Başbakanı Hüseyin
Özgürgün ne demiştir?
“Artık
masada vakit kaybetmeye gerek yok…”
Rum tarafının ne iki halkın siyasi
eşitliğini, ne iki kesimliliği, ne de iki devletin ortak kuruculuğunu kabul
ettiğini bildiren Özgürgün, “48 yılda bu noktaya gelinmişse artık masada zaman
kaybetmenin bir anlamı olmadığını, KKTC’nin kendi yolunu çizme zamanının
geldiğini , halkın güvenlik ve huzurunun en öncelikli konu olduğunu, Anavatan
TC’nin etkin ve fiili garantisinin kırmızıçizgi olduğunu ve bir tek askerin
Adadan ayrılmasına Kıbrıs Türk halkının müsaade etmeyeceğini” belirtmiştir.
KKTC Hükümeti Başbakan
Yardımcısı Serdar Denktaş ne demiştir?
“Şimdi kol kola girerek, kimsenin insafını
veya inisiyatifini beklemeden önümüze bakalım. İç siyasette birbirimizi
eleştirebiliriz, ancak dışa karşı birlik olma zamanı…Her olmayan işte bir hayır
vardır…”
KKTC Dışişleri Bakanı
Tahsin Ertuğruloğlu ne demiştir?
Ertuğruloğlu, bu dönemin karşılıklı
suçlamalarla değil, Kıbrıs’ın iki halkın ve devletin iyi komşuluk ilişkileri
içerisinde daha gerçekçi bir zeminde ele alınması için bir fırsat olarak
kullanılması gerektiğine inandıklarını belirterek, 50 yıllık müzakere sürecinin
tarafların Kıbrıs konusundaki pozisyonları ve vizyonlarının taban tabana zıt
olduğunu nihai bir şekilde ortaya koyduğunu belirtmiştir.
Yunanistan Dışişleri Bakanı ne demiştir?
Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Kotzias, sosyal medya üzerinde Kıbrıs konferansının başarısızlıkla sonuçlanmasına rağmen, 'Kıbrıs sorununa çözüm bulma rüyasının' hala canlı tutulduğunu bildirerek “Türkiye'nin tüm ada üzerinde müdahale hakkı talep etmesini kabul etmek mümkün değildi. Kıbrıs sorununa çözüm bulma rüyası ve planları hala canlı” demiştir.
İngiltere Dışişleri Bakanı ne demiştir?
Konferans sonrası konuşan Birleşik Krallık Dışişleri Bakanlığı Avrupa ve ABD'den Sorumlu Devlet Bakanı Alan Duncan, “Sonuç hayal kırıklığı yarattı. Birleşik Krallık çözümün güçlü destekleyicisi olmaya devam edecek. Şimdi sakin düşünme ve gelecek için atılacak adımları göz önünde tutma zamanı. Birleşik Krallık’ın Kıbrıs’ta çözüm bulunması için olan bağımlılığı değişmemiştir” esasen esnek bir yanıt vermiştir. Çözüm vurgusu içerisinde federal bir model temeli vurgusu olmaması da dikkat çekicidir.
ABD Dışişleri Bakanlığı
Sözcüsü ne demiştir?
ABD
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert, sonuçsuz kalan Kıbrıs müzakereleriyle
ilgili yazılı açıklamasında, "ABD, İsviçre'nin Crans Montana kentindeki
Kıbrıs Konferansının bir anlaşma olmadan sona ermesinden dolayı hayal kırıklığına uğramıştır. Bu
süreçte çaba gösteren tüm taraflara ve Birleşmiş Milletler heyetine teşekkür
ediyoruz. ABD, tüm Kıbrıslıların yararına olacak şekilde adanın iki bölgeli ve iki toplumlu bir federasyon
olarak yeniden birleşmesi çabalarına destek vermeye devam edecektir."
Şeklindeki beyanatı ile birleşme yönünde federal bir modeli iki bölgeli iki
toplumlu zeminde desteklediğini açıklamıştır.
Peki Avrupa Komisyonu
ne demektedir?
Avrupa
Komisyonu Sözcü Vekili Alexander Winterstein, Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin
gelecekteki herhangi bir girişimi desteklemeye hazır olduklarını ifade etti
Haravgi
gazetesinin haberine göre Kıbrıs Haber Ajansı’na (KHA) konuşan Winterstein, “AB’nin,
gerek siyasi gerekse teknik düzeyde süreci desteklediğini, gelecekte
yaşayabilir bir çözüme ulaşılması için iki tarafı desteklemeye bağlı kalmaya devam
edeceklerini” de ifade etmişidir.
Sonuç Yerine;
Tüm
bu açıklamalara bakıldığında bugüne kadar ulaşılmaya çalışılan federasyon
vurgusunun Amerika dışındaki diğer ülkeler tarafından yapılmadığı
görülmektedir. Bilakis, KKTC’nin dünya ile bağların geliştirilmesi çabasına
artık girileceğinin sinyallerini verilmiştir.
BM,
Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik başka girişimler olmayacağı anlamına
gelmediğini belirterek gelecekte de söz sahibi olarak yer alma çabası içinde
olduğunu göstermiş olmasına karşın federasyon tezinden bahsetmemiştir. TC
Dışişleri Bakanı, BM iyi niyet misyonu
parametreleri içerisinde bir çözümün imkânsızlığını ortaya koyduğunu ve artık
bunda ısrar etmenin anlamı olmadığını belirterek federasyon tezine vurgu
yapmayan bir tutumla BM dışındaki alternatif kuruluşlar vasıtası ile Kıbrıs
Türklerinin önünün açık olduğunu belirtmiştir.
TC
Başbakanı Yıldırım, "Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin, orada
yaşayan kardeşlerimizin hukukunu korumak
için uluslararası hukuktan doğan bütün haklarını sonuna kadar kullanacağını,
ne zaman, ister Birleşmiş Milletler, ister başka organizasyonlar, adada kalıcı, adil, eşit paylaşımı esas
alan bir çözüm arzu ederlerse, Türkiye’nin daima yapıcı olmaya devam
edeceği" vurgusunda bulunarak, Kıbrıs Türklerinin meşru hak ve menfaatlerinin
bundan sonraki süreçte hangi kurum olursa olsun korunmasına devam edileceği
belirtilirken, federasyon tezi öne çıkarılmayan bir açıklama yapılmıştır.
KKTC Cumhurbaşkanı
Akıncı da federasyon konusuna hiç değinmeyen bir tutumla “Bizim neslin son denemesinden
sonra gelecek kuşaklar için daha da zor olacak. Dünyayla bağlarımızın gelişmesi
için de çalışacağız” diyerek Kıbrıs Türkü için dünya ile entegre olabileceği
yeni çabaların varlığına işaret etmiştir. Ayrıca , KKTC
Başbakanının “Artık masada vakit kaybetmeye gerek yok…” diyerek
federasyon tezi dışında konuşma yapması, KKTC
Başbakan Yardımcısı’nın “dışa karşı birlik
olma zamanı…Her olmayan işte bir hayır” sözü, KKTC
Dışişleri Bakanı’nın “Kıbrıs’ın iki halkın ve devletin iyi komşuluk ilişkileri
içerisinde sürmesi” yaklaşımı da Türk tarafının dahi federasyon tezi dışına
yöneldiğinin göstergesidir.
Rum Hükümet Sözcüsü,
“mevcut kabul edilmez durum Kıbrıs’ın geleceği olamaz ve Anastasiadis
vatanımızın yeniden birleşmesi ve işgalin sona erdirilmesi için gerekli
şartların yaratılması amacıyla kendi çabalarını yoğunlaştıracak”sözü ile
meseleye halen sadece “işgal” temelinde baktıkları, ayrıca federasyon tezine
hiç vurgu yapmayan bir yaklaşımda oldukları görülmüştür.
Öte
yandan, Yunanistan Dışişleri Bakanlığının
“Kıbrıs
sorununa çözüm bulma rüyası ve planları hala canlı olduğunu” belirten
açıklamasında bile federasyon temelinde çözüme vurgu yapmaması da dikkat çekici
olduğu belirtilmelidir.
Diğer taraftan, İngiltere Dışişleri Bakanlığının bile “şimdi
sakin düşünme ve gelecek için atılacak adımları göz önünde tutma zamanı”
diyerek “Birleşik Krallık’ın Kıbrıs’ta çözüm bulunması için olan bağımlılığı
değişmemiştir” sözü ile sadece çözüm vurgusu yapması da dikkat çekicidir.
Ayrıca, ABD
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü hayal kırıklığına rağmen ABD, tüm Kıbrıslıların yararına olacak
şekilde adanın iki bölgeli ve iki
toplumlu bir federasyon olarak yeniden birleşmesi çabalarına destek vermeye
devam edeceğini belirtmesi dikkate alındığında, sadece Amerika’nın federasyon
temelinde bir siyasi duruşa destek verdiği ancak bunun da iki bölgeli iki
toplumlu vurgusu ile gerçekleşirken siyasi
eşitlik temeline vurgu yapmaması açısından düşündürücü olmuştur.
Nihayetinde,
Avrupa Komisyonu, Kıbrıs
sorununun çözümüne ilişkin gelecekteki herhangi bir girişimi desteklemeye hazır
olduğu açıklaması ile iki tarafı destekleyeceğini belirttiği açıklamada bile
federasyon tezi veya tarafların eşitliği ilkesi açıkça belirtilmemesi açısından
önemlidir.
Tüm bu açıklamalar çerçevesinde Kıbrıs
Türkleri içerisinde bazı STÖ ve siyasi partilerin ve mensuplarının da bu
sürecin sonlandırılmaması gerektiğini ortaya koyan tutumlarının yer aldığı
görülmektedir. Şuan Rum yönetimi 2018 Başkanlık seçimlerine odaklanarak Kıbrıs
meselesini “işgalden kurtulma” temelinde yürüttükleri geleneksel politikaya daha
sıkı sarılarak askerileşme faaliyetlerini artırdıkları gözlemlenmektedir. Bu
çerçevede Temmuz ayında sondaj faaliyetlerini yürütürken sözde MEB alanlarını
koruma adına uluslararası nitelikli tatbikatlarını artıracakları ve gerginlik
yaratma stratejisine girecekleri değerlendirilmektedir.
Kıbrıs Türkleri ise, Anavatan
Türkiye Cumhuriyeti’nin 2019 Sürdürülebilir Kalkınma Planı kapsamında enerji
alanından eğitim ve turizme kadar uluslararası alanda haksız ambargolardan
kurtulma ve Kıbrıs Türk Devleti adı ile bütünleşmesine sürecine girmiş
bulunmaktadır. Ancak bu süreç içerisinde karşı unsurların KKTC içerisinde
verdikleri hibe paralar ile “birleşik Kıbrıs” söylemlerini artırma ve bu yönde
baskı unsuru olmasını sağlama peşinde koşmasına yardımcı olacakları da gözden
kaçmamalıdır.
Şimdi yapılması gereken en önemli
adımlardan biri de KKTC hükümetinin ve Cumhurbaşkanlığının dünyayla bütünleşme
adına bu lehimize olan zemini kullanarak lobicilik faaliyetlerini artırması,
kurumsal bir devlete dönüşme adımlarını hızlandırması ve Türk modeli kapsamında
kendi egemen haklarını dünyaya anlatma ve ilişkiler kurma çabasına hız
vermeleri gerekmektedir.
Bu süreçte Kıbrıs Türkü üzerinde
olan haksız ambargoların kaldırılması için Anavatan’ın vereceği diplomatik
desteğin de Türk-İslam coğrafyasında daha aktif bir sürece gireceği
değerlendirilmektedir. Bahusus, batının ikiyüzlü duruşunun son AP kararında
ortaya çıkması ile ne BM ne AB’ye güven duyulamayacağı ortaya çıkmıştır. Lakin
bu süreç içerisinde Rum-Yunan ve destekçi unsurlarının özellikle de deniz yetki
alanları ve doğal kaynaklar üzerine kriz çıkarma ve tahrirkar davranma
çabasında bulunacakları da gözden kaçmamalıdır.
Tüm bu süreç içerisinde satranç
tahtasına konularak adada domino etkisi ile Kıbrıs’ı değişik iç cephelerden Rum
tezlerine yakınlaştırma çabası içerisinde bulunanların emellerinin tarü mar edilmesi
ancak ve ancak Anavatan’ın Kıbrıs Türkünün yanında olması ile mümkün olduğu da
unutulmamalıdır. Zira Kıbrıs’ta Türk-İslam hâkimiyeti halen Rum-Yunan ve batının
gözünde bir kabus, korku ve tehdittir. Bu
nedenle Anavatan’ın KKTC’de ivedilikle hava,deniz,kara üslerini kurarak bu
çerçevede ada üzerinde konuşlanması ve bölgesel güvenliğin sağlanmasındaki
rolünü daha da ileriye götürmesi zamanı gelmiştir. Zira hedef Türklerin
Akdeniz’de ki hâkimiyet alanını sonlandırmanın denizler yolu ile
gerçekleştirilmesi çabasıdır. Bu sinsi emellere Anavatan Türkiye Cumhuriyeti
tarafından müsaade edilmeyeceği katidir. Şimdi bir olma Milli olma birlik olma
zamanıdır.
Dr.
Emete GÖZÜGÜZELLİ /Öğretim Üyesi
Girne
Amerikan Üniversitesi/Siyasal Bilimler Fakültesi
08.07.17
No comments:
Post a Comment