Friday, May 5, 2017

Sinan Meydan'ın yazısı:Umudun fotografı

SÖZCÜ Gazetesi 1 Mayıs 2017
 
Sinan MEYDAN
Umudun fotoğrafı
1 Mayıs 2017
 
“Bu resme bugüne kadar gelen giden bakmaktadır. Ve nicesi, onun o mucizeli sözlerini –bir kutsal pınardan kendi ruhunun kabına abı hayat doldurur gibi- kâğıdına, defterine alıp gitmektedir.” (Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk'ü Özleyiş, I, s.35)
 
24 Mart 1918, Pazar,
Beşiktaş Akaretler'deki 76 numaralı ev;
Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Paşa'nın evi…
Gazeteci Ruşen Eşref (Ünaydın) o evin kapısından girmek üzere…
Ruşen Eşref heyecanlı! İlk kez böyle bir röportaj yapacak.
Röportaj başlarken evde gördüğü manzara şu:
“Cumba tavanlarına ve pencere kenarlarına varıncaya kadar kanepeleri bile halılar, seccadeler ve kilimler altında koyulaşmış bu çok gölgeli geniş odada Mustafa Kemal Paşa'nın siması Rambrand vari bir tabloyu andırıyordu. Genç bir simada bu kadar engin bir mana gördüğümü hatırlamıyorum: Işıklarla gölgelerin dalgaları arasında kararlılık, tevekkül, tevazu, vakar, yumuşak huyluluk, sertlik, temizlik, zekâ… Bütün bu zıt şeylerin toplandığı sarışın ve gayet sevimli bir yüz…”
Ruşen Eşref Bey'in anlatımıyla Atatürk'ün üzerinde “sivil lacivert bir elbise”, elinde “doksandokuzlu bir Necef tespihi” vardır. (Bu arada, Atatürk'ün lacivert elbise giymediği koca bir yalandır).
Atatürk, Ruşen Eşref Bey'e önce bir sigara ikram eder, sonra küçük masanın üstündeki çıngırağı iki kere çevirir, derhal kapının önünde mahmuzlarını birbirine vuran şık bir nefer belirir.
“Çocuğum bize iki kahve, sobanın da ateşine bakın” der.
Böylece 3 gün devam edecek röportaj başlar. (24-27 Mart)
Ruşen Eşref şöyle diyor:
“Ve kimi yerde, kimi yazıhanenin üzerinde, kimi köşede buzcamlı koyu renk dolapta, kimi İngilizlerden ele geçirilme koca bir makineli tüfek önündeki koyu renkli çini sobanın üzerinde bulunan defterlerden, yazılardan süzülen Çanakkale menkıbesinin özetini, bu sabırlı ve temkinli kumandandan 3 gün ve her mülâkat 12 saatten aşağı sürmemek şartıyla, 3 gün dinledim.”
Atatürk'ün Çanakkale Savaşları'nın önemli ayrıntılarını Ruşen Eşref Bey'e anlattığı bu röportaj aynı yıl “Yeni Mecmua”nın Çanakkale Özel Sayısı'nda “Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal İle Mülakat” başlığıyla yayımlanır.
O röportajla başlayan Atatürk, Ruşen Eşref dostluğu devam edecektir.
UMUDUN FOTOĞRAFI
Ruşen Eşref'in, 24 Mart 1918 tarihli bu röportajından tam 2 ay sonra, 24 Mayıs 1918'de, Atatürk, Ruşen Eşref Bey'e bir imzalı fotoğrafını hediye edecektir.


 
Ancak bu sıradan bir imzalı fotoğraf değildir; bu, üzerindeki kısa notta ülkenin aydınlık geleceğinden söz edilen şaşırtıcı ve özel bir fotoğraftır.
Fotoğraf gerçekten de şaşırtıcı ve özeldir, çünkü o günler hiç de aydınlık bir geleceğe gebe görünmemektedir. Tam tersine her yer kap karanlıktır:

1911-1918 arasında tam 7 yıldır savaşan; Balkan bozgununu, Sarıkamış felaketini, Kanal hezimetini yaşamış, Yemen'den Galiçya'ya yüz binlerce kilometre kareyi çocuklarının kanlarıyla sulamış, varını yoğunu kaybetmiş; yoksul, hastalıklı, çaresiz bir millet, büyük bir endişeyle I. Dünya Savaşı'nın sonucunu beklemektedir.
O günlerde I. Dünya Savaşı bitmek üzeredir. Osmanlı büyük bir bozgunun eşiğindedir.
Nitekim Atatürk'ün Ruşen Eşref Bey'e o imzalı fotoğrafı vermesinden 5 ay sonra, 30 Ekim 1918'de imzalanacak Mondros Ateşkes Antlaşması'yla büyük bozgun gerçekleşecektir.
1918 yılı itibarıyla geriye Çanakkale Zaferi'nin onurundan, gururundan başka hiçbir şey kalmayacaktır.
İşte o kara günlerde Atatürk, gazeteci Ruşen Eşref Bey'e imzalayıp hediye ettiği o güzel fotoğrafının bir kenarına aynen şu satırları yazmıştır:
“HER ŞEYE RAĞMEN MUHAKKAK BİR NURA (AYDINLIĞA) DOĞRU YÜRÜMEKTEYİZ. BENDE BU İMANI YAŞATAN KUVVET, YALNIZ AZİZ MEMLEKET VE MİLLETİM HAKKINDAKİ PAYANSIZ MUHABBETİM (SONSUZ SEVGİM) DEĞİL, BUGÜNÜN KARANLIKLARI, AHLAKSIZLIKLARI, ŞARLATANLIKLARI İÇİNDE SIRF VATAN VE HAKİKAT AŞKIYLA ZİYA (IŞIK) SERPMEYE VE ARAMAYA ÇALIŞAN BİR GENÇLİK GÖRMEMDİR…” (Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk'ü Özleyiş, I, Kasım 1998, s. 5,6.)
O sırada Atatürk'ün Samsun'a çıkmasına daha 1 yıl, TBMM'yi toplamasına 2 yıl, Büyük Taarruz'u kazanmasına 4 yıl vardır.
Bu, tek kelimeyle “umudun fotoğrafı”dır.
Ne diyor Atatürk?
“Her şeye rağmen” kesinlikle “bir aydınlığa doğru yürümekten” söz ediyor.
Bu düşüncesinin iki kaynağı olduğunu açıklıyor:
1. Millete olan sonsuz sevgisi ve güveni,
2. Vatan ve gerçek aşkıyla hareket eden bir gençlik görmesi.
Yokluğun, yoksulluğun, geri kalmışlığın kol gezdiği, mağlubiyetlerin acısının olanca şiddetiyle hissedildiği, yeni felaketlere gebe o umutsuz günlerde Atatürk, bir fotoğrafını adeta “umudun fotoğrafı”na dönüştürmüştür.
UMUDUN KİTABI
Bakın Kurtuluş Savaşı mucizesine; bu topraklarda umudun fotoğrafının Atatürk olduğunu göreceksiniz.
1919'da Samsun'a çıkarken ona;
“Ordu yok!” dediler; “kurulur” dedi.
“Para yok!” dediler; “bulunur” dedi.
“Düşman çok” dediler; “yenilir” dedi.
Ve gün geldi, bütün bu dedikleri oldu.
Nasıl mı oldu?
Bakın Nutuk'a…
Atatürk'ün 1927'de kaleme aldığı ve aynı yıl okuduğu Nutuk da aslında “umudun kitabı”dır. Atatürk Nutuk'ta en umutsuz koşullarda nasıl yoktan bir ülke kurduğunu anlatmıştır. Nasıl her türlü zorluğa inançla, azimle, akılla karşı koyduğunu belgelemiştir. Nasıl umutsuzluğu umuda dönüştürdüğünü göstermiştir.


 
İlginçtir! 1918'de Ruşen Eşref Bey'e verdiği imzalı fotoğrafında umudunun kaynağının özellikle gençlik olduğunu belirten Atatürk, 9 yıl sonra, 1927'de kaleme alıp okuduğu Nutuk'ta da Türkiye Cumhuriyeti'ni gençliğe emanet etmiştir.
 
ATATÜRK UMUTTUR
Bu topraklarda herkesin umutsuz olmaya hakkı vardır. Ancak “Ben Atatürkçüyüm”, “Ben Kemalistim” “Ben Atatürk'ün izinden gidiyorum”, “Ben Atatürk'ü anlıyorum” diyenlerin umutsuz olmaya hakkı yoktur.
Atatürk, bu millete en zor koşullarda bile umutsuz olmamayı öğretmiştir.
Atatürk, bu millete en umutsuz zamanlarda kurtuluşu gösteren akıldır, iradedir.
Bir gün çocuklarınız size Atatürk nedir? Atatürk kimdir? diye soracak olursa, ki mutlaka soracaktır.
Önce Atatürk'ün 24 Mayıs 1918'de Ruşen Eşref Bey'e imzalayıp verdiği bu fotoğrafı gösterin, sonra Atatürk'ün bu fotoğrafının kenarına yazdıklarını okuyun.
Sonra da “Atatürk umuttur” deyin.
Üstelik sadece bizim, Türk Milleti'nin değil, emperyalizmin, bağnazlığın ve geri kalmışlığın pençesine düşmüş tüm mazlum milletlerin umudu hâlâ Atatürk'tür.
Umuda sarılmanın tam zamanıdır.
 
Atatürk'ün hiç bitmeyen umudu
Atatürk'ün hiç bitmeyin umudunun ardında hiç bitmeyen bir çaba, hiç bitmeyen bir azim, hiç bitmeyen bir irade vardır.
Örneğin,
O “umut fotoğrafı”nı imzaladıktan bir gün sonra, 25 Mayıs'ta, böbrek rahatsızlığını tedavi ettirmek için Viyana Karlsbad'a gitti.
2 Ağustos'ta İstanbul'a döndü.
7 Ağustos'ta, 7. Ordu Komutanı olarak Suriye-Filistin'e ikinci kez atandı.
28 Ağustos'ta Nablus'a gidip komutayı aldı.
19 Eylül'de General Allenby komutasındaki İngiliz Ordusu, Filistin-Suriye cephesine saldırdı.
26 Ekim'de Atatürk, İngiliz-Arap kuvvetlerini Halep'in kuzeyinde durdurdu. Kendi ifadesiyle, orada “Türk süngüleriyle bir sınır” çizdi.
30 Ekim'de Osmanlı, Mondros'u imzalayıp savaştan çekildi.
31 Ekim'de Liman Von Sanders'in yerine Yıldırım Orduları Komutanlığı'na getirildi.
1 Kasım'da Adana'ya gelerek Yıldırım Orduları Komutanlığı'nı devraldı
1 Kasım-10 Kasım arasında Adana'da Kurtuluş Savaşı'nın ilk hazırlıklarını yaptı.
Osmanlı umudu tüketip teslim oldu, ama Atatürk asla teslim olmadı.
Şartlar ne kadar kötü olursa olsun Atatürk hiç vazgeçmedi, hep kazanacağına inanarak savaştı, asla umudunu yitirmedi.
Kurtuluş Savaşı, işte bu hiç bitmeyen umudun eseridir.
Ruşen Eşref Bey anlatıyor
Atatürk, Ruşen Eşref Bey'e imzalayıp verdiği fotoğrafını yıllar sonra gördüğünde çok duygulanmış, yazdıklarını bir kere daha okuyup beğenmiş ve o kenar yazısının Hâkimiyeti Milliye'de yayımlanmasını istemişti.


Ayrıntıları Ruşen Eşref Bey'den dinleyelim:
“Bana imzalayıp verdikten yıllarca sonra kendisi bu resmi Çankaya'daki evimizde tekrar gördü, yazdığını okudu; duygulandı. Onu, birlikte misafir geldikleri ve bize şeref verdikleri İnönü'ye de okuttu. Ve bana dedi ki:
‘İyi yazmışım… Bunu yarın Hâkimiyet-i Milliye'de bastırt.'
Bütün Türklerin en bahtiyarlarından biriymişim ki ondan bana böyle bir lütuf nasip oldu… Resmin de yazıların da manasına çoktan hayrandım. Anlıyordum ki o yüksek sözler sade bana kalamaz… Anlıyordum ki bu resmin üstüne yazdığı yazının ilk parçası milletimizin ezberine geçecek değerdedir. İnancın ve güvenin nasıl ta eskiden beri şuurunda yer etmiş bulunduğunu bildiren bir ışıktır bu… Eserin (Türk Devrimi'nin) arifesini aydınlatıyor, eser sahibinin eşsiz özünü belirtiyor. Fakat sonu, şahsıma iltifatıydı.”
“Bu resme bugüne kadar gelen, giden bakmaktadır. Ve nicesi, onun o mucizeli sözlerini –bir kutsal pınardan kendi ruhunun kabına abı hayat doldurur gibi- kâğıdına, defterine alıp gitmektedir.
Resmi bundan iki yıl önce (1937) Türk Tarih Kurumu, Dolmabahçe Sarayı'ndaki sergisinde gösterilmek üzere benden istemişti. Bir müddet orada sergilediler.
Şimdi yabancı bir ilde (Atina) işte bu resimle karşı karşıyayım. Ve büyük adamın o akşam bana söylemiş olduklarını andıkça pişmanlığa, utanmaya varan bir kırıklık duyuyorum… O akşam genç ve dinç önderin hayat çağlar gönlünden gelen gelişigüzel bir arzu rüzgârı gibi esip geçivermiş o dilek, düşünebilir miydim ki, gün olup içime bir vasiyet gibi işleyecektir!” (Atatürk'ü Özleyiş, I, s. 34-36).
“Bu resim benim hayatımda bir tarihtir. O günden bu güne benliğimi, yaşayışımı kaplamış bir iradenin çağrısıdır.
Yalnız benim yaşayışımı mı? Milletiminkini de… Sadece onunkini de değil, Bu resim dünyanın Türkiye'ye görüşünü değiştirmiş kudretin tasviridir…” (Atatürk'ü Özleyiş, I, s.13,14)
Ruşen Eşref Bey, Atatürk'ün 1918'de imzalayıp kendisine hediye ettiği o fotoğraftaki “aydınlık gelecek” vurgusundan çok etkilenmişti. 1934'te Soyadı Kanunu çıktığında Atatürk ona “Ün-Aydın” soyadını verdi.
 
 

No comments:

Post a Comment