Monday, March 7, 2016


MHP İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun 05 Mart 2016 Cumartesi günü TBMM Genel Kurulu’nda Dışişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde yaptığı konuşmanın tarafımdam kısaltılmış metnini sunuyorum. (07 Mart 2016)

“Ülkemiz, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana içte ve dışta yaşamakta olduğu en sıkıntılı günlerini yaşamakta, beka mücadelesi.vermektedir.

Bir ülkenin dış politikası esas itibarıyla millî menfaat prensibi üzerine dayalı olmalıdır. Millî menfaatin bütüncül olması için dış politika ile iç politika arasında sağlam bir bağın olması gerekir.,

İç politikada kullanılan kutuplaştırıcı ve çatışmacı üslubun dış politikada kullanılması ne kadar isabetlidir?

Bir ülkenin başarılı dış siyasetinin olması için uzun vadeli stratejik hedefleri olmalı ve bunlar arasında önceliklerin tayin ve tespiti gerekmektedir. Dış siyasetin hedefleri, konusu ne olursa olsun bir yapabilirlik kudreti, bir istiap haddi vardır, her ülkenin bu limitleri vardır.

Dış politika sahasında kırk tarakta bezimizin olması acaba üstün bir meziyet midir?

Hükûmetin dış politikasının temelinde "ilkeli duruş" ve  "vicdan ve insan odaklı" olması vasfı bulunmaktadır. Bizim bu kavramlara itirazımız olmaz

Ancak, ilkeli olmak başka ülkelerin iç işlerine müdahale hakkını bahşeder mi bize?

Cumhuriyet döneminde ilk defa başka bir ülkenin iç işlerine karışmaya başladık. Komşumuz Suriye'de iç savaşa su dökmek yerine başka şeyler döktük.

Musul Valisi Etil Nüceyfi'nin daveti üzerine -bunu, Sayın Savunma Bakanımızın bu kürsüde söylediği sözlere dayalı olarak söylüyorum- Mart 15'te biz asker gönderdik, gönüllülerin eğitimini başlattık 4 Aralık 2015'te bizim Başika Zerikan kampına gönderdiğimiz takviye güç haberi üzerine, Irak Başbakanı diyor ki: "Bu, Irak'ın egemenliğine tevcih edilmiş bir darbedir, askerlerinizi derhâl çekiniz.", biz diyoruz ki: "Bunu IŞİD için gönderdik, teröre karşı.", buna da "Hayır." diyorlar ve Amerika Birleşik Devletleri'nin savunma yetkilileri bu gönderdiğimiz takviyenin IŞİD'e karşı olmadığını ifade ediyorlar.

25 Aralıkta ise Arap ligine gidiliyor ve Arap ligindeki 22 ülke -hatırlatıyorum size, lütfen- oy birliğiyle Türkiye'yi kınıyor ve askerini çekmesini istiyor. 22 ülkeden 1 tanesi, 2 tanesi ya da çok samimi olduğumuz, bugünlerde iş birliği yaptığımız 2 ülkesi bari Türkiye'ye müzahir olsun, o da yok, müstenkif, çekimser olsun, yok Bu, Orta Doğu siyasetimizin yanlış esaslar üzerine oturtulduğu ve yanlış icra edildiği manasına gelir.

Peki, Türkiye ile Irak arasında Başika Kampı için en azından bir mutabakat zaptı gerekmiyor muydu? Niye yapılmadı

Bizim Orta Doğu'da onlarca yıldan beri devam eden politikamızın temelinde 3 tane faktör var: Birincisi, İsrail'i devlet olarak tanımak.

İkincisi Filistin halkının meşru haklarını… Başkenti Kudüs olmak üzere devlet kurma ve işgal edilen toprakların geri alınması dâhil, Türkiye Filistin halkının, devletinin ve hükûmetin yanında durmuştur.

Üçüncü prensip, Arap ihtilaflarına girmemektir.  Orta Doğu politikamızın temel kavramlarından bir tanesi Arap ihtilafları arasına girmemektir ve 1950'den bu yana Türkiye buna riayet etmiştir.

Suriye hiçbir makul gerekçesi ve saiki olmayan mezhebî bir çatışmanın içine sürüklenmiştir. Şunu söylemek istiyorum: Suriye'de mozaik eskiden beri vardır, tarih boyunca vardır ve savaştan önce bu mozaik arasında bir çatışma potansiyeli yoktu. Çatışmanın ilk olduğu günlerde de bu değişik Müslümanlar, Şiiler, Hristiyanlar, Dürziler vesaire hepsi kendi aralarında bir "coexistence" vardı, bir arada yaşama kültürü vardı,

Suriye'nin ve bütün komşularımızın toprak bütünlüğü, merkezî hükûmetlerin bütün topraklarına egemenliği bizim temel tercihimiz olmalıdır. Bugün ülkemizde güneydoğuda yaşanan vahim durumun ve orada masum vatandaşlarımızın düçar oluğu büyük sıkıntıların, etrafımızdaki ateş çemberinden vareste olduğunu kim iddia edebilir?

Türkiye Cumhuriyeti, tarihinde ilk defa başka bir ülkenin içişlerine karışıyor. Bu konunun meşruiyet zemini olmadığı gibi, dış siyasetin temelini teşkil eden millî menfaat açısından akla ziyandır.

Bunun yanı sıra, ayrıca Orta Doğu'da, Amerika Birleşik Devletleri, Rusya, İran arasında doğan yeni bir güç dengelerinin unsurlarını iyi kavramak lazım ve bunlara göre yeni pozisyonlar tespit etmek lazım..

Geçtiğimiz kasım ayında Rus uçağının düşürülmesiyle, Türkiye ikinci soğuk savaşının ilk sıcak temasını sağlamıştır. Hâlbuki kırk yılı aşkın soğuk savaş döneminde bir fiske dahi, bir kurşun dahi iki taraf arasında atılmamıştır. Türkiye, Rusya'yla neredeyse gelecek sene yüzyıllık savaşsızlık hâlini yaşamıştır.

Eski bir dostu, yeni bir dostu düşmana çevirmek gerçekten akıl alacak bir şey değildir.

Birinci husus, bizim ihtiyacımız stratejik bir planlama.

Şimdi, ikinci mesele, şahıs merkezli politikalar "Biz Esad'ı sevmiyoruz, onu düşüreceğiz." Neyle düşüreceğiz? "Güçle düşüreceğiz." "Biz Nuri Maliki'yi sevmiyoruz." Nasıl düşüreceğiz? "Parlamentodaki öbür gruplarla şey edeceğiz." "Biz Musul Valisi Esil Nuceyfi'yi seviyoruz çünkü ailesi bizim dostumuzdur, onun davetinde gideceğiz." Böyle karar nasıl alınabilir, ben anlamıyorum. Kurumlar nerede? Diplomatik esaslar nerede?

Biz 2008 senesinde yani 160 civarında temsilciliğimizin olduğu dönemde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin üyeliğine talip olduk ve ilk oylamada ülke 151 oy aldı. Parlak bir netice; 192'den 151 alıyorsunuz. Bu, Türkiye'nin itibarı. Bu fakirin de o çorbada tuzu oldu yani 50'ye yakın, İslam İşbirliği Teşkilatının üyeleri arasında olmuştur.

Şimdi, gelelim, 2008'den 2014'e geçelim. Türkiye yine talip oldu. O doğru bir karar değildi. Çünkü, çok kısa zaman içerisinde Güvenlik Konseyi üyeliğine ikinci defa talip olmak akıllıca bir karar değildi. Fakat, varsın olsun, bir bakalım, nasıl oldu. İlk oylamada 109 aldık. Öbür sefer, ilk oylamada 151 aldık, burada 109 aldık. Peki -bari bu aldığımız 109 oy- bir de etrafımıza baksaydık; oradaki hava bizim lehimize mi gidiyor, aleyhimize mi gidiyor, ona göre karar alıp çekilelim mi, kalalım mı. Çekilmedik, ikinci oylamada 73'e düştük, üçüncü oylamada 60'a düştük. Hâlbuki bu anda bizim dış temsilciliklerimiz 300'ün üzerinde..

Türkiye, komşuları, müttefikleri, Avrupa Birliği ve Rusya'yla münasebetlerini yeniden sağlam komşuluk, dostluk ve ittifak esasları üzerine oturtmalıdır. Bu arada, Mısır'la ilişkilerimizin yeniden tesis edilmesi için gayret etmeliyiz..

Kıbrıs meselesiyle ilgili şunları söylemek istiyorum: Türkiye'nin millî davasıdır. Her zaman dış politikamızın öncelikli meselesidir. Son dönemde  hızlandığını gördüğümüz çözüm sürecinde, Kıbrıs Türklerinin tarihî haklarının ve müktesebatının korunması siyasetimizin temeli olmalıdır.

1959 Zürih ve Londra anlaşmaları ve onlara bağlı olan ittifak ve garantörlük anlaşmalarının sağladığı hak ve müktesebatın korunması gerekir. Bunun yanı sıra, 1974 Barış Harekâtı'nın, zulüm ve gadre uğrayan Kıbrıs Türklerine fiilen sağladığı güvenlik ortamının korunması dikkat edilmesi gereken hususların başında. Yönetim şekli, mülkiyet ve toprak konuları, yeni anayasal düzen esasları ve diğer temel meseleler müzakere edilirken, biraz önce işaret ettiğimiz hususlar korunmalı ve Türk tarafının meşru hakları teminat altına alınmalıdır.

Türkiye'nin hâlen içinde bulunduğu dış politika dar boğazından çıkması için, haleldar olan millî menfaatlerimizin onarılması için, itibarın yeniden tesisi için bazı hususlara dikkat etmek lazım.

Birincisi: Türkiye, menfaatlerini gözetecek. Komşularının toprak bütünlüğüne karışmayacak. Ve onların parçalanması karşısında çok sağlam bir duruş lazım.

Dost ve müttefik ülkelerle karşılıklı saygı ve güvenilirlik duygularının yeniden tesis edilmesi, onlarla olan münasebetleri zedeleyen tavır ve davranışlardan kaçınılması lazım.

Dostları düşman hâline dönüştürücü söz ve eylemlere mahal vermeden, son dönemde atılan adımlar ciddi şekilde gözden geçirmeli.

Dinî hassasiyet ve mezhebi farklılıkların çatışma yapma eğilimlerine kesin bir şekilde karşı çıkmalıyız. Tarihimize ve medeniyetimize ters düşen dinde aşırılık tehlikesine karşı uluslararası iş birliğine destek vermeliyiz.

Tam yüzyıl önce dünyanın mukadderatına hâkim olan güçler "hasta adam" ilan ettikleri Osmanlı Devleti'nin mirasını kendi aralarında gizlice paylaştılar. O gün devletimizi idare edenlerin bazıları gaflet içinde, diğerleri başka hâllerdeydi. İstiklal Savaşımız olmasaydı bu vatana sahip olamazdık. Bugün ise, tam yüzyıl sonra, bölgenin parçalanmasına yol açacak bölünme şartları hazırlanmıştır.

Dış politika konusu millî bir sorumluluktur. Burada iktidar-muhalefet çekişmesinin çok ötesinde ülkenin yüce menfaatleri bahis konusudur. Ülkenin birlik ve beraberliği tehlikeye maruz kalınca her şeyi bir tarafa bırakmalı, millet ve Meclis yekvücut olmalı ve sağlam bir irade göstermeliyiz.

Ülkemiz ve bölgemiz dönüşü olmayan meşum bir maceraya sürüklenmek istenmektedir. Türkiye'nin yeni pozisyonlar alması gereğini bir daha hatırlatarak sözlerime son veriyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum

 

No comments:

Post a Comment