Sunday, December 7, 2025

Namık Tan - 07 Aralık 2025 - Ukrayna’da Avrupa’nın, NATO’nun belki Batı’nın sonu mu

 namık tan yazar profil fotoğrafı

07 Aralık 2025

Ukrayna’da Avrupa’nın, NATO’nun belki Batı’nın sonu mu?

Zelenskiy’nin, “Ukrayna’nın haysiyetini yitirmekle en güçlü müttefikini yitirmek arasında bir tercihe zorlandığını” açıklaması gayet veciz ve geçerli. En fazla kaybettiği toprakları üzerinde Rus egemenliğini resmen tanımadan fiili durumu kabul ederek bir çıkar yol bulabileceğe benziyor

namık tan 7 aralık

Trump’ın, Zelenskiy’e ve Avrupa’ya sırtını dönüp, Ukrayna’yı Putin’e teslim etmesine çeyrek var. Kremlin’deki beş saat süren son görüşmede ABD tarafını temsil eden heyetin oluşumu bir gösterge: New York emlâk yatırım dünyasından gelen iki üye Witkoff ve Kushner ABD’yi temsil etti.

Trump’ın yakın dostlarından olan Witkoff’un en azından “Özel Temsilci” ünvanı var. Kushner ise yalnızca Trump’ın damadı ve Gazze Planı’nın mimarı. Heyette ABD Dışişleri’nden kimse bulunmadığı gibi ABD Moskova Büyükelçisi bile en azından not tutmak için olsun söz konusu görüşmede kendine yer bulamadı.

Esasen küresel açıdan da günümüzde diplomasinin evrildiği yeri, pek çok kez vurguladığım “bir numaralar arasında sıkışıp, ivmelenmesi” durumunu dışa vurur biçimde, Rus tarafında da, Putin’in yanında Dışişleri Bakanı Lavrov bulunmadı. On yıllık yakın danışmanı Uşakov ve ABD eğitimli, iş dünyasından gelme Dmitriev masaya oturdu (Dmitriev’in eşi Putin’in kızıyla yakın dost).

Trump’ın Ukrayna’dan “sıkıldığını” gösteren bir başka gösterge, Kremlin’deki görüşmeden önce Cenevre’de Ukraynalılarla bir araya gelen Dışişleri Bakanı Rubio’nun medyaya verdiği yanıt: Rubio soruya cevaben, tek kelimeyle Avrupa Planı’nı “okumadığını” belirtti.

Avrupalılar, Florida’da Dmitriev’in Witkoff’a ilettiği anlaşılan Rus planının elini yüzünü düzeltmeye çalışmıştı. Zelenskiy ile topluca görüşerek Ukrayna’yla dayanışma mesajı vermişlerdi. Kremlin’deki masada ne Avrupa ne Ukrayna’nın olmaması sıkça yinelenen benzetmeyle bunların “menüde” olduklarını düşündürdü.

Nitekim, ekonomik ağır sıklet ama askeri ve diplomatik tüy sıklet Avrupa’nın (AB ve/veya NATO’nun Batı Avrupalı müttefikleri) sözü yahut uyarıcı çığlığı boşlukta yankılandığıyla kaldı. Kremlin’deki görüşme sonrası Putin manidar biçimde Hindistan’a giderken, Macron’un Çin’e koşması sonuç vermedi. Ukrayna konusunda Çin lideri Şi belki elini Putin’in sırtına koymuyor ama Avrupalıların da elini tutmuyor.

Üzerine ABD’nin yeni Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi (UGSB) yayımlanınca Ukrayna’yı bırakıp, Avrupalılar kendi devletlerinin beka derdine düştüler. Zira, yeni UGSB ile ABD’nin yalnızca Ukrayna’ya değil, olduğu gibi Avrupa’ya veda ettiğinin görüldüğünü ileri sürmek pek abartı sayılmaz.

Bu belge, ABD’nin kuruluş ayarlarına, eski diplomasi geleneğine, dünya görüşüne dönüşünü tescilliyor. II. Dünya Savaşı sonrası kurulan küresel düzeni deyim yerindeyse “paranteze” alıyor. ABD’nin yalıtımcı (isolationist”) tutuma geri döndüğünü gösteriyor. Her hal ve kârda kabaca 80 yıldır süren bir dönemin sonuna keskin biçimde gelinmiş durumda.

Oysa, Avrupa hesaplarını, ABD’nin küresel liderlik iddiasının sonsuza dek süreceği, zira bunun ABD’nin ulusal çıkarı gereği olduğu varsayımı üzerine yapmıştı. Putin, Ukrayna’yı işgale girişene, Trump ikinci kez başkan seçilene dek yüksek sesle hayıflanmakla yetinmiş, neredeyse bedavadan savunmasını ABD’ye emanet etmişti. Böylece, zengin refah devletlerinin sefasını sürmüştü.  

Şimdi “bir büyük boşlukta bozuldu büyü.” Avrupa yaşlanan nüfusun sosyal giderlerini nasıl karşılanacağının endişesini yaşarken, kısıtlı genç nüfusu askerliğe nasıl teşvik edeceğini düşünmeye başladı. Yeşil dönüşüm derken ortak savaş ekonomisine geçişi, nükleer enerjiye geri dönüşü tartışır oldu. En çarpıcı biçimde “lokomotif” Almanya’nın ucuz Rus gazı, dünya çapında makine imalatı ve Çin’e dev ihracat hacmi sacayağına dayanan modeli çöktü.

Ne ABD ne Çin Avrupa’ya muhtaç. Tersi ise geçerli değil. Avrupa’nın göreli küresel üstünlüğü ancak lüks ürünler gibi “soft” segmentlerde. Örnek olarak, Çin dünya pazarlarına elektrikli araç “boca ederken”, Avrupa süper/hiper araçlarda üstün. Yahut, dünyada satılan kol saatlerinin neredeyse tamamı dijitalken, yüzde birlik analog saat pazar payından elde edilen gelir geri kalana denk gibi.

ABD’siz Avrupa savunması bir yana Türkiye için daha yakıcı ve görünür olasılık ABD’siz NATO. İttifak, 1952’den bu yana ulusal savunmamızın omurgası. En kötü senaryoya örnek olarak Putin, Estonya’nın Rusya’ya sınırdaş Narva iline Kırım (2014) veya Ukrayna (2022) benzeri bir askeri hamle yapacak olsa, 5. Madde’nin işleyip işlemeyeceği belirsiz. Bu da NATO’nun sonu demek.

Kremlin’deki Rusya-ABD ikili görüşmesinin beş saat sürmesini olumlu yorumlamak yanıltıcı olur. Aksine, Putin’in Kırım bir yana Donbas’ın dört vilayetinden işgal edemediği kısımlar da dahil tümüne el koymasını, Ukrayna’nın NATO üyesi olamayacağını, silâhlı kuvvetlerinin de göstermelik nicelik ve nitelikte kalmasını dayattığını varsaymak aklın gereği.  

Trump’ın da, son olarak yüz yüze görüşmeyip Rubio’ya yönlendirdiği Zelenskiy’e, “elinden geleni yaptığını geriye anlaşmanın imzalanmasının kaldığını, aksi takdirde ABD desteğinin sona ereceğini” ifade etmesi beklenir. Zelenskiy’nin, “Ukrayna’nın haysiyetini yitirmekle en güçlü müttefikini yitirmek arasında bir tercihe zorlandığını” açıklaması gayet veciz ve geçerli. En fazla kaybettiği toprakları üzerinde Rus egemenliğini resmen tanımadan fiili durumu kabul ederek bir çıkar yol bulabileceğe benziyor.

Emperyal revizyonist bir güdüyle varlığını dahi meşru kabul etmediği komşusu Ukrayna’yı işgale girişen Putin’in barışa niyeti de barıştan çıkarı da yok. Rusya nükleer başlık sayısı ABD’ye denk ancak ekonomisi Kaliforniya veya Teksas eyaletlerinden çok daha küçük, Brezilya veya İtalya’ya denk bir ülke. Savaş ekonomisini sürdürmeye çalışarak ve Hindistan’a piyasa fiyatı altında petrol satarak yaptırımlar altında yoluna devam etmek yerine, ABD ile iş yapmak herhalde daha kârlı olacak.  

Çok kutuplu değilse de Batı’sız, üç “imparatorluk” (ABD, Rusya, Çin) egemenliği altında, eski III. Dünya’nın “Küresel Güney” adını aldığı bir dünya Türkiye’nin ulusal çıkarlarına uygun mu? Kurumsal kimliği Batı’ya çıpalı, tarihsel yönelimi yüzyıllardır Batı’ya yönelik, savunma ve ekonomisi Batı’ya eklemlenmiş Türkiye, kendine o Küresel Güney’de yer mi aramalı?

Ankara’nın Rusya ile Ukrayna arasındaki “yalancı denge” siyasetinin böylece sonu kendiliğinden geliyor. Aynı zamanda Karadeniz’deki Rus hayalet filosuna ait iki tankere kıyılarımız açıklarında Ukrayna’nın SİDA’larla düzenlediği cerrahi saldırılar yakın gelecek için yeni bir belirsizlik dönemine girildiğini somut biçimde gösteriyor.  

Erdoğan açısından ikisi aşağı yukarı diktatörlük, biri diktatoryal eğilimle yönetilen üç imparatorluğun küresel egemenliği al-verci yaklaşımla çıkarlarına uygun. Trump’la doğrudan kişisel yakın ilişkisine bel bağlayan Erdoğan, ilke ve değerlerin de kurum ve kuralların da devletlerarası ilişkilerde devre dışı kalmasından hoşnut. Demokrasi ve insan haklarının bahsinin dahi geçmez oluşu, jeopolitik değerin öne çıkması işine geliyor.

Buna karşılık, Erdoğan, Trump’la balayının onun sözünden çıkmamaya bağlı olduğunun da bilincinde mi belli değil. Ücreti ödenmiş altı adet F-35, ön ödemesi yapılmış 70 adet F-16 Viper, MMU KAAN için gereken GE üretimi F-110 motorları gibi dosyalar CAATSA yaptırımlarına bağlı duruyor. Erdoğan’ın Kongre engelini aşabilmesi İsrail’le ikili ilişkileri güncellemesine bağlı.

Bunların ötesinde F-35’ler gelecek olsa bunlar muhtemel Suudi Arabistan örneğindeki gibi ihraç versiyonu mu olacak? Yüzde ikiye zor yaklaşan savunma harcamalarının Avrupa’da olduğu gibi bizde de yüzde beş düzeyine doğru gelmesi bu ekonomik bunalımda nasıl gerçekleşecek? Kızılelma SİHA’lar, F-16’ların boşluğunu hava kuvveti caydırıcılığı açısından doldurabilecek mi? İngiltere’de üretim zincirini ve 20 bin kişilik istihdamı hayatta tutan Eurofighter alımının arkası nasıl getirilecek?

Bunların ötesinde, tepkisiz etki olmayacağını bir kez daha kanıtlayan Yunanistan-İsrail yakınlaşması diplomatik açıdan nasıl karşılanacak? Dünya yeni bir teknolojik atılımın eşiğinde; yapay zekâ, kuantum bilgisayarları, hidrojen vb. devrim niteliğinde türlü ileri sıçramalar arefesinde. Türkiye laiklik karşıtlığı, özgürlüklerin boğazlanması, Anayasasızlaşma, hukuk devletinden uzaklaşma, milli eğitimin devlet eliyle düzeysizleştirilmesiyle mi bu trene son vagonundan olsun atlayabilecek?  

İlk seçimde başlayacak CHP iktidarında da bu devasa sınamalar önümüzde aynen duruyor olacak. Aradaki fark, parti programında ortaya konulduğu üzere ve yeni yapılanmasıyla, CHP’nin aklın yolundan ayrılmayacak, Cumhuriyetin ruhuna ve erdemine sadık kalacak olmasında.

Namık Tan kimdir?

Namık Tan, eski Washington Büyükelçisi ve Dışişleri Sözcüsü, 28. Dönem CHP İstanbul Milletvekili'dir.

No comments:

Post a Comment