Saturday, March 26, 2022

Sedat Ergin : NATO zirve bildirisinin Türkiye’nin önüne koyduğu bazı sorular 26 Mart 2022

Sedat Ergin : NATO zirve bildirisinin Türkiye’nin önüne koyduğu bazı sorular

26 Mart 2022

Önceki gün Brüksel’de Ukrayna gündemiyle olağanüstü toplanan NATO Zirvesi’nden dışarı yansıyan görüntüler ittifakın en azından yakın tarihinde emsali görülmemiş bir kararlılık ve dayanışma gösterisine sahne oldu.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline karşı bu ülkenin desteklenmesi ve aynı zamanda NATO bölgesinin doğu cephesinin savunmasının güçlendirilmesi amacıyla alınan kararlara ek olarak, NATO’nun gelecekte daha kuvvetli bir kimlik kazanmasına doğru bir hareketlenme de söz konusu.

ABD Başkanı Joe Biden’ın Ukrayna’da sıcak savaşın sürdüğü bir sırada Brüksel’de NATO karargâhından çıkıp Avrupa Birliği zirvesine katılması ve buradan yapılan işbirliği açıklamaları, ABD, NATO, AB ekseni üzerinden Transatlantik bağların olabilecek en güçlü şekilde vurgulandığı bir hadiseydi. ABD ile Avrupa, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonraki dönemde hiçbir zaman birbirlerine bu kadar yakın durmamışlardı.

Zirve sonrasında yapılan bütün yorumların üzerinde birleştiği üzere, aslında bundan kısa bir zaman öncesine kadar kimsenin tahayyül bile edemeyeceği gelişmeler bunlar. Örneğin, on yıllardır NATO içinde ortada kalan bir tartışma konusu olan savunma harcamalarının artırılması meselesinin birden çözüme bağlanması bile NATO’nun kısa zamanda bu konuda ne kadar büyük bir mesafe alabildiğini göstermek açısından yeterli olmalıdır.

Sonuçta Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 2019’da “beyin ölümünün gerçekleştiğini” söylediği NATO, bugün Ukrayna kriziyle birlikte bunun tam aksi doğrultuda yerinden doğrularak gözle görülür bir canlanmaya sahne oluyor ve önümüzdeki dönemde Avrupa’da muhtemelen daha belirleyici bir rol oynayacağı bir güzergâha giriyor.

Rusya lideri Vladimir Putin’in Kremlin’deki en büyük stratejik hedeflerinden biri NATO’yu çözmek ve Transatlantik bağları zayıflatmak ise Ukrayna’yı işgali ile bunun tam tersi bir süreci tetiklemiş bulunuyor. Putin’in hamlesi, sahada yarattığı sonuçlar itibarıyla NATO’ya yeni bir ruh veren, kurumsal işleyişini dirilten, özetle ittifakı güçlendiren hem bir katalizör hem de bir tutkal işlevi görüyor aslında.

NATO BİLDİRİSİ: ‘YAPTIRIMLAR BAYPAS EDİLMESİN’

Zirve sonunda yayımlanan bildiri, işgalin 24 Şubat’ta başlamasından sonra çıkan üçüncü NATO açıklaması. Ancak liderler düzeyinde yüz yüze yapılan bir zirvede kararlaştırılmış olması ayrı bir ağırlık katıyor. Ayrıca bildirinin taşıdığı mesajların, savaşın bir ayı geride bıraktığı da dikkate alındığında, ağırlık bakımından bundan öncekilerin bir hayli ilerisine geçtiğini söylemek mümkün.

NATO zirve bildirisinde “saldırganlık”la suçlanan Rusya’ya tam üç kez “kınama” var. Rusya, önce “Ukrayna’yı işgali nedeniyle mümkün olan en kuvvetli bir şekilde” kınanıyor. Daha sonra “Kadınlar, çocuklar ve korunmasız durumda olan insanlar da dahil olmak üzere sivilleri hedef alan yıkıcı saldırılardan” dolayı kınanıyor. Ardından “Nükleer santralları da tehlikeye düşürecek şekilde sivil altyapıya dönük saldırılar” nedeniyle bir kez daha kınanıyor.

Bildiride Rusya hakkında bir hayli ağır ifadelere başvuruluyor. Örneğin “Rusya’nın Ukrayna hakkındaki saldırısına ilişkin yalanlarına karşı koymaya devam edeceğiz” deniliyor. Keza, Rusya’nın siber alandaki yetenekleriyle ilgili “kötücül etkisi”nden söz ediliyor.

“Savaş suçları da dahil olmak üzere insani ve uluslararası hukuk ihlallerinden sorumlu olanları mesul tutmak için uluslararası toplumla birlikte çalışacağız” şeklindeki mesajın da altı çizilmelidir. Bildirinin bunun gibi önemli bir başka yönü, “Rusya’ya çok kuvvetli yaptırımlar uygulandığı ve ağır bir siyasi bedelin yüklendiği” belirtildikten sonra “Rusya üzerinde koordine edilmiş bir uluslararası baskıyı sürdürmek konusunda kararlıyız” denilmesidir.

Bu bölümde dikkat çekici bir unsur, Çin Halk Cumhuriyeti de dahil olmak üzere bütün ülkelere “Rusya’nın yaptırımların etrafından dolanmasına yardımcı olacak hareketlerden kaçınmaları” konusunda çağrıda bulunulmasıdır.

RUSYA KARŞISINDA ÖZENLİ DİL

Aktardığımız bütün bu hususlar önceki gün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da dahil olmak üzere NATO’ya üye 30 ülkenin liderleri tarafından oybirliği ile kararlaştırılmış bu bildiride yer alıyor. Bildirinin altına imzasını koyan her ülke, bu metinde Rusya hakkında yapılan bütün değerlendirmeleri, verilen mesajları, yapılan çağrıları da onaylamış oluyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha sonra gerek NATO karargâhında düzenlediği basın toplantısında gerek Türkiye’ye dönerken uçakta gazetecilere yaptığı açıklamalarda, Ukrayna’ya kuvvetli bir destek verirken, “NATO’nun Ukrayna’ya siyasi ve pratik desteğini sürdürürken gerçekçi ve stratejik bir yaklaşımla hareket etmesinin şart olduğunu” söyledi.

Bu noktada Cumhurbaşkanı’nın Rusya konusunda zirve bildirisindeki sert tonlara yer vermeyen dikkatli bir dil kullanması göze çarptı. Örneğin, NATO’daki basın toplantısında Ukrayna ve Rusya’yı “Karadeniz’den komşumuz olan iki ülke” olarak nitelendirdi. Ukrayna ile “köklü, çok boyutlu, yakın ilişkileri ve stratejik ortaklığı” vurgularken, diğer taraftan “Bir diğer komşumuz Rusya ile yapıcı ve karşılıklı güvene dayalı diyalog içinde olmaya özen gösteriyoruz” diye konuştu.

Kayda değer bir diğer nokta, Erdoğan’ın “Alınan kararların tamamen NATO’nun caydırıcılık ve savunma yapılanmasını güçlendirmeye yönelik adımlar olduğunu”, “NATO’nun Rusya’ya ya da başka bir üçüncü ülkeye tehdit oluşturabilecek bir yapılanma içinde olmadığını” özellikle vurgulamasıdır. Bu da Rusya’ya giden bir mesaj olarak görülmelidir.

Uçaktaki beyanlarıyla da birleştirildiğinde, Erdoğan’ın her şeye rağmen kamuoyu karşısındaki açıklamalarında Rusya ile ilişkileri herhangi bir şekilde riske atacak, aynı zamanda bu savaşta oynamak istediği arabuluculuk rolünü tehlikeye sokacak bir dil kullanmaktan özenle kaçındığını söyleyebiliriz.

NATO YENİ DESTEK GÜCÜ İÇİN MÜTTEFİKLERDEN KATKI İSTEYECEK

Yine de mutabakata dayanan bildiri metnindeki bir dizi konu, önümüzdeki günlerde savaş karşısında izleyeceği hareket tarzında sıkça Türkiye’nin karşısına çıkacaktır.

Bunlardan birincisi, yaptırımların etkisinin baypas edilmesine yardımcı olabilecek hareketlerden kaçınılması gereğidir. Rusya’ya ekonomik yaptırımlara katılmayan ve bu ülkeye hava sahasını açık tutan Türkiye’nin, Rusya’nın bu durumu maruz kaldığı ambargoyu telafi edebilmek amacıyla kullanmaya teşebbüs etmesi halinde belli bir dikkat içinde hareket etmesi gerekecektir.

Bir diğer kritik mesele NATO içinde alınacak yeni savunma önlemleriyle ilgilidir. Bildiride açıklanan karara göre, Bulgaristan, Macaristan, Romanya ve Slovakya’da takviye amaçlı “çok uluslu muharip gruplar” oluşturulacaktır. Çok uluslu birliklerin oluşturulmasıyla ilgili karar alma sürecinde NATO’nun askeri mekanizmaları içinde bütün müttefiklerden katkı istenmesi kaçınılmazdır. Bu noktada Türkiye’nin alacağı tutum önem kazanıyor.

Burada ilginç bir duruma da dikkat çekelim. NATO, 2014’te Rusya’nın Kırım’ı işgalinin ardından “Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli Müşterek Görev Kuvveti”ni (VJTF) oluşturmuş, bu kuvvetin komutasını geçen yıl boyunca Türkiye üstlenmişti. Türkiye, bu kuvvete 4 bin dolayında asker tahsis etmişti. Bu gücün komutası bu yılın başında Türkiye’den Fransa’ya geçti. Ukrayna’daki savaş geçen yıl patlak vermiş olsaydı, Türkiye’nin bu kuvvete komuta etmesi ve tahsis ettiği birlikleri NATO’nun doğu cephesine intikal ettirmesi gerekecekti.

Bununla birlikte, Milli Savunma Bakanlığı’nın Türkiye’nin NATO’ya katılışının 70’inci yıldönümü dolayısıyla 18 Şubat’ta yaptığı bir açıklamaya bakılırsa, Türkiye 2022 yılında aynı müşterek görev gücü (VJTF) kapsamında bu kez (ikinci sırada) “Öncü Müteakip Kuvvet Grubu Görevi”ni icra etmektedir.

Bu durumda “Öncü Müteakip Kuvvet Grubu”na NATO’nun Avrupa’daki doğu cephesine doğru görev emri çıkar mı dersiniz? 

No comments:

Post a Comment