Popülizm (Önder Özar'ın, Yeni ANA Dergisinin Kasım-Aralık 2021 sayısında yayınlanan yazısı)
Sovyetler Birliği'nin 1991 yılında dağılmasından sonra, düşünce odakları başta olmak üzere yaygınlaşan genel kanı, dünyada totaliter yönetimler döneminin kapandığı, 21nci yüzyılda liberal demokrasi ve insan haklarının yükselişe geçeceği yolundaydı. 21nci yüzyılın birinci çeyreğinin sonuna yaklaşmakta olduğumuz bugünlerde bir durum tesbiti yapmak gerekirse, gerçekten liberal demokrasi ve kadın-erkek eşitliğini de içeren insan hakları alanında belirgin bir ilerleme kaydedildiği söylenebilir mi? Bu soruya olumlu yanıt vermek pek olanaklı değil. Bu konuda iyimserlikten alıkoyan çeşitli nedenler, etmenler var. Bunların arasında bazı demokrasilerde otoriterleşme eğiliminin giderek güçlenmesi ve popülizm dalgasının ön plana çıkması geliyor.
Gerçekten, son dönemde popülizm, demokrasi kılıfı içinde, ama insan haklarına dayalı liberal demokrasi anlayışını tehdit eden, kurumları yozlaştıran bir niteliğe bürünüyor.
Bu kısa yazımda, popülizmin geçmişi ve günümüzdeki bazı gelişmeleri, dergimizin sayfa sınırlamasını da dikkate alarak, kaba çizgilerle yansıtmaya çalışacağım.
Aslında, popülizm bugün kullanılan olumsuz çağrışıma karşın, Osmanlı Devletinin Meşrutiyet ve Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk dönemlerinde devrimci arayışların bir çeşit altyapısı olarak ortaya çıkıyor.Türkiye’de popülizmin temelleri Türkçülükle eşgüdüm içersinde Meşrutiyet yıllarında atılıyor. Milliyetçilik ve halkçılık İttihatçıların“içtimaî inkılâb” dedikleri “Yeni Hayat”ın temel dayanakları oluyor.“Halkçılık” sözcüğü bir fikir hareketi olarak ilk Balkan Savaşı ertesi Baha Tevfik’in yayınladığı "Zeka" dergisinde kullanılıyor. Falih Rıfkı [Atay], 7 Mayıs 1914 günlü “Halk İçin Çalışmak” başlıklı başmakalesinde Selanik’te Genç Kalemler çevresinde başlayan “yeni lisan”hareketini “halkçılık”olarak niteliyor. [
Yazıda milliyetçilik, ya da Türkçülükle, dilin sadeleştirilmesi arasında bağ kuruluyor, Balkan Harbi’nin bu süreci pekiştirdiği vurgulanıyor. Falih Rıfkı’ya göre, Türk aydınları Balkan Harbi ertesi artık gerçeği bütün çıplaklığıyla görmeye başlıyor: Halkla temas bundan böyle kesin kez zorunluluk, “kat’i bir mecburiyet” arzediyor. Halksız hiç bir şey olamazdı. Bir devletin gücünün,kudretinin kaynağı halkın ta kendisiydi. Selanik'te başlayan bu hareket kısa zamanda milliyetçilik ve halkçılık akımlarının güçlenmesine yol açıyor. Falih Rıfkı'nın "Zeka" dergisinde kullandığı "halkçılık" sözcüğünü sahiplenen ve bir fikir akımı olarak sürmesini sağlayan ise Ziya Gökalp oluyor. Gökalp, toplumun sınıflara ayrılmasının toplumda düşmanlıklara neden olacağını bellrtiyor, toplumdaki meslek gruplarının güçlenmesinin ve birbirlerini tamamlayıcı işlev görmelerinin daha gerçekçi olduğunu savunuyor, bu suretle toplum barışının sağlanacağını ifade ediyor. Gökalp, söz konusu korporatif anlayış sayesinde Fransız sosyolog Durkheim'ın toplumsal katmanların sınıf çatışmasından arınmış uzlaşmasını öngören söylemini benimsiyor. Bolşevik partilerin sosyal demokrasi deyimini kullanmaları nedenile, Gökalp bu sözcüğü kullanmak istemiyor, "içtimai halkçılık" deyiminin karşılığı olarak "solidarizm"i tercih ediyor. Bu "halkçılık" anlayışı Atatürk'ü de etkiler ve bu anlayış Cumhuriyet Halk Fırkasının 1931yılındaki programında ve 1937'de Anayasa'da yer alır. Mustafa Kemal Atatürk'ün halkçılıkla ilgili görüşlerinin kaynağı Ziya Gökalp'tır.
Popülizm, bugün yani 21nci yüzyılda, demokrasinin temel direklerinden "halkçılık" yerine, liberal demokrasiye yönelik bir tehdit olarak görülüyor. Başka bir deyişle, popülizm kavramı bir dönüşüm geçirmiş, liberal demokrasi meşalesini söndürmek isteyen bir akımın silahı haline gelmiş bulunuyor. İkinci Dünya Savaşından sonra dünyada meydana gelen toplumsal çalkantılar, gelenekselcilik ile çağdaşlaşma, kırsal nüfusun yoksulluğu ile kentlerdeki aşırı tüketim eğilimi, işsizliğin yaygınlaşması ile teknolojinin yeniliklerin toplumlarda uzlaşmazlığı körükleyen bir süreç başlatır. Popülizmin tanımı konusunda çok değişik görüşler ortaya atılır. Bazı sosyal bilimciler, popülizmi, belirli odakların halka şirin görünmek amacıyla, her türlü iktidara güvensizlik, siyasetçiyi ve resmi kimlik taşıyan bürokratı küçümseyen, anti - statükocu davranışlar olarak betimliyor. Örneğin, Alman slyaset bilimcisi, Princeton Üniversitesi öğretim üyesi Jan-Werner Müller," popülizmle ilgili görüşlerini yedi maddede derlemiştir.
Müller'in ilk tezi; popülizmin, çağdaş temsili demokrasinin hiç kaybolmayan bir gölgesi ve daima bir risk olduğudur. Bunu anlamak, demokrasinin eksikliklerini görmeyi sağlar. Çünkü popülistler, temsil ilkesinin savunucusu olmakla beraber, yalnızca kendilerinin meşru bir temsilci olduğunda ısrarcıdırlar.
Popülistlerin; yönetimin artık bölünmemesi gerektiği, halkın bir olduğu ve tek bir temsilcisi olduğu fikri, Müller’in ikinci tezinin temelini oluşturur. Aslında tamamen bir illüzyondan ibaret olan, halkın tamamının gerçek ve meşru temsilcisi olduğu iddiası rekabetçiliği elimine ettiği için, popülistliği seçkin karşıtı olmanın yanında çoğulculuk karşıtı bir konuma oturtur. Popülist liderler, her zaman halk hakkında ve halk adına söylemler geliştirir. Halka çağrı yapan herkes, mutlaka popülist değildir. Halk iradesi için yapılması gereken onlar için açıktır. Değerler ve ampirik kanıtlarla uğraşmak vakit kaybıdır ve bu nedenle popülistler, “gayrimeşru” rakipleri ile karşılıklı tartışma programlarına katılmaz. Seçilmiş temsilciler ve seçim sonuçları karşısında “gerçek halk” ya da “sessiz çoğunluğa” gönderme yaparak kendilerini ampirik karşı çıkışlara kapatmış olurlar. Müller bunu popülizme ilişkin üçüncü tez olarak ileri sürmektedir. Dördüncü tez; popülistlerin referanduma sık sık gitmek istemeleridir. Bu durum sadece, zaten (çoğunlukla anayasalar aracılığı ile) belirlemiş oldukları halkın iradesine onay almak istemelerinden kaynaklanmaktadır. Beşinci tez olarak popülist iktidarların temel eylemlerini sıralar. Popülistler; devlet aygıtını gasp eder, yolsuzluk ve kayırmacılık yapar, eleştirel sivil toplumun bastırılması için sistemli bir çaba gösterir, dışlayıcı ve partizanca anayasalar yapabilir. Tüm eylemleri iktidarda kalmalarını sağlamak içindir. Ama çatışma, er ya da geç kaçınılmazdır. Altıncı ve yedinci tezler popülizmle baş etme stratejileri ile ilgilidir. Popülistler, demokrasiye tehdit olmalarından dolayı eleştirilmelidir, fakat siyasal tartışmadan kaçınmamak gerekir. Dile getirdikleri problemler, daha farklı bir biçimde ciddiyetle ele alınmalıdır. “Popülizm, halk tarafından neden itibar görüyor ve bazı kesimler gerçekten temsil edilmiyor olabilir mi?” soruları demokrasinin güncel sorunları çerçevesinde değerlendirilmelidir. Diğer bir deyişle, popülist seçmenlerin endişelerine özgür ve eşit yurttaşlar olarak nasıl yaklaşılması gerektiği üzerinde düşünülmelidir.
Tarihçi Prof.Dr. Zafer Toprak, Kasım 2013'te baskısı yapılan "Türkiye'de Popülizm- 1903-1923" başlıklı kitabında, popülizmin Türkiye'deki seyri hakkında şu değerlendirmeyi yapıyor: "Türkiye'de popülizm son zamanlarda günlük dilde olumsuzluk içerse de ilk evrelerde pozitif değerlerle yüklü bir düşünce akımıydı. Çok partili döneme kadar popülizm ideolojik bir silahtı. Çok partili dönemde DP-AP evresinde siyasal boyutu ön plana çıktı. İthal ikameci iktisat politikalarıyla ekonomik yönü ağır bastı. Bu nedenle popülizm sözcüğü günümüzde eğilip bükülebilen, farklı anlamlar taşıyan muğlak bir kavrama dönüştü.Oysa, her ülkede ortak paydaları olsa da,Türkiye'de popülizm kendine özgü bir dizi özellik taşıdı. Dış dünyadan esinlese de bu topraklarda somut sorunlara çözüm aradı.
"İttihat ve Terakki ve Cumhuriyet'in Tek Parti döneminde ideolojik içerikliydi ve dönüştürücü bir işlevi vardı.Halkçılık, Milliyetçilikle birlikte İkinci Meşrutiyet aydınının bulduğu çözümdü.İdeolojik içeriği olan bu tür popülizm Türkiye'de 1940'ların sonuna kadar etkinliğini sürdürdü. 1948'de Marshall Planı ile Türkiye dışa açıldı.Devletçi ekonomik politikalar bir kenara bırakılarak liberal bir çizgiye (yörüngeye) girildi...Ancak, birikim süreci , devlet ya da fert eliyle olsun, sürekli gündemde tutuldu. Popülizm ise haklardan çok görevlerle donatılmış bir birey hedefleyerek, Cumhuriyetin inşasını üstlenecekti. Çok partili rejime geçişle birlikte, demokrasi söylemi popülizmi başkalaştırdı. İdeolojik niteliği köreldi, siyasal boyutu ön plana çıktı. Latin Amerika'daki benzerlerini anımsatan kitleleri coşturucu bir siyaset yöntemine dönüştü."
No comments:
Post a Comment