BİR OSMANLI AYDINI: OSMAN HAMDİ BEY
(ANA dergisi Eylul-Ekim
2019 sayısında yayınlandı)
19 ncu yüzyılda bir yandan siyasi ve askeri çöküntü sürecine
çözüm arayışıyla reformlar yapan Osmanlı Devleti’nde, diğer yandan Batı
Avrupa’daki değişim rüzgarlarının etkisiyle, toplumsal yaşamın çeşitli
alanlarında çağın gereklerine uyum sağlamaya yönelik adımlar atılıyordu. Bu
bağlamda, güzel sanatlar alanında olağandışı sayılabilecek bazı gelişmeler
meydana geliyordu. 19ncu yüzyılın özellikle ikinci yarısında çok yönlü bir sanat
insanı, İslami karakteri ağır basan Osmanlı toplumunda o günün ölçülerine göre
devrim niteliğinde işler başardı. Bu çok yönlü sanatçı Osman Hamdi Bey’den
başkası değildi.
Osman Hamdi Bey’in sanatsal etkinliklerini ve başarılarını
iki-üç sayfalık kısa bir metne sığdırmak olanaklı değil. Ayrıca, bu konuda
başta Prof.Dr. Mustafa Cezar’ın özenle gerçekleştirdiği önemli bir eseri “
Sanat’ta Batı’ya açılış: Osman Hamdi” övgü ile vurgulamak yerinde olur. Bu
nedenle okuyucularıma bu mütevazi çalışmamda, büyük sanatçının başlıca
özelliklerini ve başarılarını -tekrar da olsa – vurgulamanın yanısıra bazı
ayrıntılara dikkat çekmek istiyorum.
Osman Hamdi Bey Türk
kamuoyunda daha çok ressam kimliğiyle, “Kaplumbağa terbiyecisi” başta gelmek
üzere tablolarıyla tanınıyor. Oysa, arkeoloji ve müzecilik ön planda olmak
üzere, değişik etkinlikleri ve başarıları söz konusu. Bir müze kurulmasına
öncülük eden padişah Abdülmecid’dir. Padişah’ın
onayıyla 1845’den itibaren antika eşya toplamaya başlayan Fethi Ahmet Paşa, Aya
İrini kilisesinde müzenin nüvesini oluşturur. Daha sonra, Avusturya Lisesi
Müdürü Dethier Müze-i Hümayun Müdürlüğüne atanır (1872). 1877’de olumlu bir
adım atılır ve Osman Hamdi’nin de üyesi olduğu sekiz üyeden oluşan Müze
Komisyonu kurulur. Müze Müdürü Dethier’nin ölümü (1881) üzerine, Osman Hamdi
Bey Müze Müdürlüğüne atanır. Osman Hamdi, büyük bir Türk Müzesi yaratabilmek
için yoğun bir çaba içine girer. İlk planda Müze için uygun bina inşa edilene
kadar, Çinili Köşk’ün tadili gerçekleştirilir. Bu arada, sayıları artan kazılar sonucu bulunan arkeolojik
eserleri sergilemek için mimar Vallauri’ye bir müze binası planı çizdirir. Bir
yandan yeni bir müze binasının finansmanı için gerekli ödenekleri yoğun
girişimleri sonucu sağlar. Yeni Müze binası 1891’de hizmete açılır ve daha
sonra, 1903 ve 1907 yıllarında iki kez
genişletilir. Aslında, Devletin mali gücü çok kısıtlıdır. Ancak, Osman Hamdi
Bey’in sosyal ilişkileri ve devlet erkanının fikir ve zihniyetinin de konuya yatkın
olması gereken ödeneklerin onaylanmasında etkili olur. Osman Hamdi Bey, Müzenin
genişletilmesi için üstün gayretlerinin yanında bir yıllık maaşını verecek
kadar özveride bulunur. İşte bugünkü Arkeoloji Müzesi’nin kısa öyküsü.
Dönemin önde gelen gazetesi İkdam’da Osman Hamdi Bey’in
çabaları hakkında övgü dolu bir yazıda şu ifadeler okunuyor: “ Yorulmak
bilmeyen… o ressam-ı maharet irtisamın fırçayı pek güzide bir sanat ve dikkat
ile kullanan ellerine kazma alarak temel harfine tasaddi eylemesi (girişmesi) hakikaten
şairane bir levhi garra ( görkemli bir tablo) vücuda getirmiştir. Müze-i
Hümayun’un tesisi, tekmili huşunda cidden şayan-ı takdir himemat (hizmetler) ibraz eyleyen utufetlu Hamdi beyefendi
hazretlerinin takdir ve sitayişi mezayası (meziyetlerl) sadedinde her ne yazılsa …azdır.”
Osman Hamdi Bey, Müze Müdürü olduktan sonra, olayların da
etkisiyle arkeolojik kazılara giderek artan ilgi gösterdi ve kazılara bizzat
katılarak, arkeolog oldu. En önemli arkeolojik buluşu Sayda (bugün Lübnan’da)
kazılarında ortaya çıkarılan, arkeoloji dünyasının ünlü İskender lahdi ve buna
benzer yirmiye yakın lahittir. Ayrıca, Nemrud dağı ve Lagina tapınağında önemli
kazılar yaptı.
Osman Hamdi Bey’in arkeoloji alanındaki bir başka büyük
hizmeti, tarihi eser kaçakçılığını önlemeye yönelik çalışmalarıdır. Ülkemizin
tarihi zenginliklerine sahip çıkılması bilincinin gelişmesinde O’nun büyük
katkısı oldu. 1874’de yürürlüğe giren Asar-ı Atika Nizamnamesi (Eski Eserler
Tüzüğü) ile antik değeri olan tarihi eserlerin yurt dışına çıkarılması bazı
istisnalarla, yasaklanmıştı. Osman Hamdi, yeterli görmediği bu nizamnamenin
değiştirilmesi için de uğraştı ve uzun yıllar uygulanacak olan yeni Nizamname
1884’de yürürlüğe girdi. Bu konuya ilişkin hassasiyetini vurgulamak için şu
öykü anlatılır. Alman İmparatoru Wilhelm II, Padişah İkinci Abdülhamid’in
davetlisi olarak İstanbul’u ziyaret ettiğinde ( 1889 ya da 1898) Arkeoloji
Müzesindeki İskender Lahdi’nden çok etkilenir. Bir gazeteci, Osman Hamdi Bey’in
yanına gelir ve “ bu lahdi Alman İmparatoru ülkesine götürmek istiyormuş. Bu
konuda ne düşünüyorsunuz “diye sorar. Osman Hamdi’nin yanıtı kesindir:
“İskender Lahdi, ancak benim cesedimle birlikte gidebilir.” Böylece İskender
lahdi Arkeoloji Müzesindeki yerinde kalır.
Osman Hamdi Bey’in kurucu kimliğinin bir diğer önemli örneği,
bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin çekirdeği olan Sanayi-i
Nefise Mekteb-i Ali’sidir. Osman Hamdi, resim ve mimari eğitimi için daha önce
yapılan çalışmaları sonuçlandırarak, 1882 Eylul’de Sanayi-i Nefise Mekteb-i
Ali’sini açıyor. Bina, 1892’de genişletiliyor. 1894 yılında öğrenci sayısı 120
oluyor. Osman Hamdi Bey ölümüne kadar Müze Müdürlüğü ile Sanayi-i Nefise Okulu
müdürlüğünü aynı zamanda yürüttü.
Osman Hamdi Bey, idari görevlerinden arta kalan zamanlarda
resim yapmayı sürdürdü. Resim yapmaya 1857’de Hukuk öğrenimi için gönderildiği
Paris’te başladı. Paris’te dönemin önemli ressamlarından Gerome ve
Boulanger’den ders aldı. Aynı dönemde, Şeker Ahmed Paşa ile Süleyman Seyyid de
Paris’te resim dersleri aldılar.1867’de Sultan Abdülaziz Paris’i ziyaret
ettiğinde bu üç genç resim öğrencisi Paris’teki uluslararası sergide
bulunuyorlardı. Daha sonra, Viyana,
Berlin, Paris ve Münih gibi Avrupa kentlerinde düzenlenen sergilere katılan
Osman Hamdi Paris ve Viyana’daki sergilerde ödüller kazandı. Yabancı basında “ressamı mahir”, “ ressamı şehir” gibi
sıfatlarla onurlandırıldı. Paris’te sergilenen bazı tabloları arasında şunlar
sayılabilir : Şehzade Türbesinde Derviş
(1903), Ab-ı Hayat Çeşmesi (1904), Okuyan Genç (1905), Kaplumbağa Terbiyecisi
(1906), Silah Taciri (1908). Osman Hamdi Bey, yaşamı süresince Türkiye dışında
en fazla sayıda sergiye katılan Türk sanatçısıdır. Türk resim tarihinde insan
figürlü kompozisyonu ilk gerçekleştiren sanatçı O’dur. Eserlerindeki tiplerin
sadece İslami değil, Türk karakterini de yansıtmasına özen gösterdi. Türk resim
tarihinde 19ncu yüzyılda öne çıkan dört ressamdan biridir. Diğerleri, Şeker
Ahmed Paşa, Süleyman Seyyid ve Hüseyin Zekai Paşa’dır. İlk resim sergisini
düzenleyen Şeker Ahmed Paşa’dır.
Osman Hamdi Bey’in ortak çalışma ürünü olan kitapları da
unutulmamalı. 1873’ Viyana resim sergisi için hazırlanan “Les costumes populaires de la Turquie”
(Türkiye’nin gündelik giyimleri) kitabından başka şu eserlerin hazırlanmasına
nezaret etti: “ Usul-u Mimari-i Osmani”, “Le Tumulus de Nemroud-Dagh”, “Une
Nécropole Royale a Sidon”, “Les Ruines d’Arslan Tasch”.
Osman Hamdi Bey, 1869’da Paris’ten İstanbul’a döndü. Osman
Hamdi’yi bir süre çeşitli devlet memuriyetlerinde görüyoruz. Bağdat’a Vali
olarak atanan Mithat Paşa, Osman Hamdi’yi beraberinde götürdü ve yabancı dil
bilgisini değerlendirerek, “ Vilayet-i Umur-u Ecnebiye” Müdürü yaptı. İki yıl
Bağdat’ta kalan Osman Hamdi, İstanbul’a dönüşünde “Teşrifat-ı Hariciye Müdür
Muavini”(Protokol Müdür Yardımcısı) oldu. 1876’da Abdülaziz tahttan
indirildikten sonra “ Matbuatı Ecnebiye Müdürlüğü”ne atandı. 1877’de Beyoğlu
6ncı Belediye Müdürü oldu. 1877-1878 Osmanlı –Rus harbi sona erince, devlet
memurluğundan çekildi. 4 Eylul 1881’de çok severek yapacağı Müze Müdürlüğüne
atandı. Osman Hamdi’nin idari görevleri Müze Müdürü ve Sanayi-i Nefise Mekteb-i
Ali Müdürü iken devam etti. 1894’den itibaren “ Duyun-u Umumiye” nin Osmanlı
Dayinler Vekili” görevini ifa etti. Ayrıca, tütün rejisi ile bazı bankaların ve
kurumların idare meclisi başkanı veya üyesi idi.
Osman Hamdi’nin bu yüksek çalışma temposu hakkında yakın
dostu, Servet-i Fünun dergisi sahibi Ahmed İhsan şöyle yazıyor: “ Her gün gayet
erken kalkar, Kuruçeşme yalısından doğru Müze-i Hümayun’a gider, buranın
işleriyle meşgul olduktan sonra Duyun-u Umumiye İdaresi’ne giderdi. “
Osman Hamdi Bey’in çalışmalarını ve projelerini başarıyla
sonuçlandırmasında kendi enerjisi ve çalışkanlığı kadar bir ara Sadrazamlığa
kadar yükselmiş, Nazır ve Büyükelçi olarak çok önemli görevler ifa etmiş babası
İbrahim Ethem Paşa’nın Padişah ve Saray’la ilişkileri de önemli rol oynadı.
Kendisi çok çalışkan olmasının yanısıra, başkalarını da çalıştırmanın
yöntemlerini biliyordu. Osman Hamdi Bey’in portresini çizerken yöneticilik,
organizatörlük kabiliyeti ve sosyal yönü de ihmal edilmemeli. Prof. Dr. Mustafa Cezar, kitabında bu konuda
şu kısa değerlendirmeyi yapıyor: “ … Etrafında takdir ve saygı uyandırmıştı. Yabancıların
da dahil olduğu geniş bir dost çevresi vardı. Güzel ve ihatalı (kapsayıcı) konuşur,
esprilerinde zekasının parıltısı açıkça görülürdü. Görüşlerini, projelerini
kabul ettirmek için gerektiğinde, Nazırlara dahi çıkışırdı.”
Osman Hamdi Bey’in ölümüne İstanbul’un önemli gazete ve
dergileri geniş yer verdiler. O, doğum tarihi olan 30 Aralık 1842’den ölümüne
(24 Şubat 1910) kadar geçen 68 yılda çalışmalarının ödülünü hayatta iken gören
nadir kişilerden biridir. Arkeoloji Müzesinin kuruluşunun 25nci yıldönümünde
(1906) takdir yazıları yazılmış, kendisine “ fahri doktor”, “muhabir üye” gibi
akademik unvanlar ve madalyalar tevcih edilmiştir.
Osman Hamdi Bey’in mevtası, isteği üzerine Gebze - Seferihisar’daki evinin
bahçesinde ebedi istirahatgahına tevdi edildi. 1933 yılında Mustafa Kemal
Atatürk, bu köşkü ve bahçesini ziyaret etti.1987’de evi Müze haline
dönüştürüldü. Ancak, 02 Ağustos 2019 tarihli Kocaeli Barış gazetesindeki “Osman
Hamdi Bey’in kemiklerini sızlattılar” başlıklı haberde, müzenin bakım ve
onarımının kaynak yetersizliği nedenile yapılamadığı ve müzenin ziyarete
kapatıldığı bildirildi.
Çağının seçkin siması ve uluslararası ün kazanmış çok yönlü
bir sanatçımız olan Osman Hamdi Bey’e kültür ve sanat tarihimizde layık olduğu önem
verilmelidir.
No comments:
Post a Comment