Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Târih Bölümü
dördüncü sınıf öğrencisi AYŞE KANDEMİR ile sohbet Oğuz ÇETİNOĞLU
ocetinoglu1@gmail.com 21 Nisan 2018, 00:01 159 kez okundu.
Edebiyat Fakültesi Târih Bölümü dördüncü sınıf öğrencisi AYŞE
KANDEMİR’in, ERMENİ MESELESİ HAKKINDAKİ DİKKAT ÇEKİCİ YORUMLARI…
Oğuz Çetinoğlu: Asıl mesleği dış ticâret olan Şükrü Server Aya’nın, Ermeni
yalanlarının çirkin iç yüzünü deliller ve bütün dünyaya meydan okurcasına
mantıkla sorularla ortaya koyduğu BÜYÜK YALAN isimli kitabı hakkında inceleme
yazısı yazdınız ve Târih Kritik Dergisi’nde yayımladınız. Ermeni
meselesine ilginizin nasıl doğup geliştiğini anlatır mısınız?
Ayşe
Kandemir: Bendeniz,
asıl ilgi alanı Osmanlı sosyal târihi olan bir târih öğrencisiyim. Öncelikle
her ne kadar sosyal târih desek de siyâsî ve soysal olayları bütünüyle
birbirinden ayıramayacağımızı belirtmeliyim ki biri olmadan diğerinin
olamayacağı aşikârdır. Ermeniler çok milletli bir İslam devleti olan
Osmanlı’nın hem siyâsî hem de sosyal hayatında var olmuş, hatta yüksek
kademelere kadar çıkabilmiş bir millettir. Yüzlerce yıl süren ortak hayatın
savaş döneminde sona ermesini, bağımsızlık düşüncesinin yayılması gibi
sebeplerle açıklayabiliyoruz. Fakat ardından yaşandığı iddia ettikleri olayları
-sözde Ermeni soykırımını- anlamak ve açıklamak ise oldukça güç. Bu
noktada aklımda birçok soru işâreti ile baş başa kaldığımı itiraf etmeliyim.
Bir dönem ‘Tebaa-i Sâdıka’ olarak anılan Ermenilerin tamamı, isyancı kabul
edilerek ortadan kaldırılmak mı istenmişti! Oysa ki Enver Paşa, isyancı
Ermenilerin idamından vazgeçmiş ve Ermenilerin savaş dışındaki bölgelere nakil
ve iskân edilmesini emretmişti. Bunun üzerine bir etnik temizliğe girişilmiş
olması oldukça çelişkili duruyordu. En önemlisi, bu iddialara referans
gösterilecek deliller ve kaynaklar neredeydi? Sorular arttıkça konuya merakım
da arttı ve okumaya başladım. Çalışma alanlarımız ne olursa olsun, millî
meselelerimize kayıtsız kalmamamız gerektiğini düşünüyorum.
Çetinoğlu: Şükrü Server Aya’nın kitabının varlığından nasıl haberdar
oldunuz?
Kandemir: Büyük Yalan kitabıyla tanışmam, Saygıdeğer Hocam
Hasip Saygılı’nın yönlendirmesi üzerine oldu. Bahsettiğim sorularıma cevap
bulmam konusunda bu kitabın çok faydasını gördüm. Burada belirtmeliyim ki benim
yapmış olduğum, bahsi geçen konuyu araştırarak kitabı okumak ve yalnızca bir
inceleme yazısı yazmak oldu. Asıl başarı şüphesiz ki Sayın Şükrü Server Aya’ya
aittir. Sorunuz vesilesiyle Şükrü Server Aya Beyefendi’ye ve değerli hocam Hasip
Saygılı’ya teşekkürlerimi sunuyorum.
Çetinoğlu: ‘Târih şuuru’ kavramını kullanıyorsunuz. Sizce târih şuuru
nedir?
Kandemir: Târih, geçmişe dayanan bir ilim olsa da asıl maksadı
geleceğe hizmet etmektir. Yalanlarla dolu düzmece bir târih, sâdece geçmişimiz
değil, bugün ve yarın için de oldukça tehlikelidir. Benim için târih şuuru,
bunun bilincinde olmak, târihimize sâhip çıkmak ve gerçeklerden şaşmamak
demektir. Zaten Ermeniler ‘soykırım’ propagandası yaparken Türkler geçmişte bu
meseleye gerekli önemi vermediğinden, bugün kamuoyunda problem yaşamıyor muyuz?
Bugün, târihi yalnızca siyâsetçilere ve senaristlere bırakmamamız ve
gerçeklerin peşinden gitmemiz gerektiğine inanıyorum.
Çetinoğlu: Bu girişten sonra, makalenize ve Sayın Aya’nın kitabı hakkında
yazdıklarınızı konuşalım. Hakkında makale yazdığınız kitabın alaka çeken
yönleri nelerdir?
Kandemir:
Şükrü Server Aya, kendisini
-1985’ten bu yana- Ermeni soykırımı iddiaları üzerinde çalışmaya adamış değerli
bir araştırmacıdır. Bu alana nasıl yöneldiğini anlatırken hayatı boyunca çok
sayıda Ermeni arkadaşının olduğunu ve yaptığı çalışmaların hiçbir milleti,
inancı veya kuruluşu hedef almadığını ehemmiyetle belirtmektedir. O’nun asıl
gayesi; saptırılmış belgelere dayanan Ermeni soykırımı iddiasını aydınlatmak ve
tüm gerçekleriyle halka sunmaktır.
Çetinoğlu: İddiasını kabul ettirme hususunda başarılı mı?
Kandemir: Son derece başarılı olduğu kanaatindeyim. Ermeni
soykırım yalanını resmî belgeler ışığında incelediği ‘Büyük Yalan” adlı eseri,
Şükrü Server Aya’nın diğer kitaplarının devamı niteliğindedir ve yalnızca
Türkçe değil, Almanca, Fransızca ve İngilizce dillerde de yayınlanmakta olan
bir araştırmadır. Şükrü Server Aya, ‘Büyük Yalan’ adlı eserini ‘rivayetlerle
Yaşatılan Ermeni Soykırım İddialarını İnkârı Mümkün Olmayan Resmî Belgelerle,
Yasalara Dayalı Bir İnceleme’ olarak tanıtır. Eser bir miktar incelendiğinde
dahi bu isimlendirmenin ne kadar yerinde olduğunu görmek mümkündür. Çünkü
kitabın en belirgin özelliği, Ermeni soykırımı iddialarının reddedilmesi ve bu
konunun belgelere dayalı olarak ele alınmış olmasıdır. Okuyucuların internet
üzerinden ulaşılabilecekleri belge, araştırma ve tezlerin erişim adreslerine
kitapta yer verilmiş ve böylece eserde çeşitlilik ve fotoğraflarla da ön plana
çıkmıştır.
Çetinoğlu: Kitabın kapak resmini
yorumlar mısınız?
Kandemir: Son derece etkileyici, esprili ve düşündürücü...
Kitabın içeriğini, karikatür anlayışı ile yansıtıyor. Kapak resminin
tesadüfen seçilmemiş olduğu muhakkaktır. Resimde görülen uzun bir insan
burnunun ucundaki havuç, ona ulaşmaya çalışan insanların uçurumdan aşağıya
düşmesine sebep olmaktadır. Yâni bir yalancının elinde gösterdiği hedef,
insanları yanıltmaktan ve onlara zarar vermekten başka bir şeye sebebiyet
vermemektedir. Gösterilen hedef Ermeni soykırımı yalanıdır ve bu insanlar da
Ermenilerden başkası değildir. Çünkü araştırmacımızın da görüşüne göre; sözde
soykırım iddiaları, Ermeni milletinin bizzat kendisine de zarar vermektedir.
Çetinoğlu: Osmanlı yönetiminin ‘Sâdık millet’ dediği Ermenilerin, ‘hâin
millet’ hâline dönüşmesinin de yalan ile sağlandığını mutlaka biliyorsunuzdur
Kandemir:
Evet! Rus Çarlığının en büyük
hedefi, sıcak denizlere açılmaktı. Bu hedefe Karadeniz ve Adalar Denizi
üzerinden ulaşamayacaklarını anlayınca, Osmanlı topraklarında yaşayanlarla
dünyanın dört bir tarafındaki Ermenilere bağımsız bir Ermenistan devleti
vaadinde bulundular. Bu yalana kanan Ermeniler, bulundukları yerlerdeki huzurlu
ve güvenli hayatı terk ederek, günümüzde ‘Ermenistan’ olarak anılan topraklara
geldiler. Çarlık yönetimi devrilip Lenin yönetiminde Komünist Rusya kurulunca,
bir müddet de ‘Halklara hürriyet / milletlere bağımsızlık’ yalanı ile
avutuldular. Ve sonunda Komünizmin demir pençesi altında perişan oldular.
Türkiye Cumhuriyeti ile de dostluk ilişkilerini kuramadılar.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim. Sayın Aya’nın kitabına dönüp ileri sürdüğü
hakîkatlere baktığımızda dikkatinizi çeken birkaç hususu özetler misiniz?
Kandemir: Şükrü Server Aya, kitabının birinci bölümünde
sunduğu deliller ve alıntılar ile Ermenilerin para aşkını ve ABD Hükümetinin
yardım bağışları ile milyonlarla oynadığını inandırıcı bir şekilde ortaya
koyuyor. Yardım ve bağışları alabilmek için düzenlenen kampanyalarda,
birçok propaganda afişi ve posterleri kullanılmış ve yazarımız bunların çoğuna
eserinde yer vermiştir. Haç üstünde Hilal posterinde; Müslüman’ın palasından
damlayan kan, Hıristiyan insanlık haçını kirletmektedir. Aya, ABD nüfusunun
beşte birinin bu yardımlara katıldığını ve bu yardımlar ile Ermenilere silah ve
cephâne temin edildiğini vurgulamaktadır. Propagandalar yalnızca yardım
kampanyaları afişleri ile sınırlı kalmamış, çarpıtmaları yaymak adına resmî ABD
Devlet Posterlerinde, Türk milletinin tamamı katil sıfatıyla itibardan
düşürülmeye çalışılmıştır. Bu resimlerden birinde Mustafa Kemal Atatürk,
ayağının dibinde, Ermeni olduğu ve Türkler tarafından öldürüldüğü iddia edilen
bir kız çocuk cesedi ile poz vermiş olarak gösterilmiştir. Oysa fotoğrafın
aslında, ayak dibinde duranlar Latife Hanım’a gönderilecek olan kedi ve köpek
yavrularıdır. Büyük Yalan eserinin on ikinci bölümünde karşılaştığımız bu
çarpıcı fotoğraf, saptırmaların en belirgin örneklerinden birini teşkil
etmektedir. Öyleyse gerçeklerin saptırılmasının altında bir takım büyük
menfaatler aramak yerinde olacaktır. Büyük Yalan isimli eserde sözü edilen
büyük menfaatlerden en önemlisinin para aşkı olduğu anlaşılıyor.
Araştırmacımız, Ermeni soykırımı iddialarının arkasında planlı bir örgütlenme
yattığını, kilise ve ruhban sınıfının silah ticareti yaparak bu örgütlenmenin
başlıca destekçisi olduklarını belirtir. Ona göre silah ticareti papazlar için
çok kârlı bir vatanseverliktir ve papazların, silahları kilisede saklayarak
oradan dağıtmaları mümkündür. Aya’nın bu iddiasını destekler nitelikte ortaya
koyduğu delillerde; Ermeni halka daha az yemek yiyerek silah almalarını vaaz
eden din adamlarının varlığı ve gerek Fransızların, gerekse İngiltere ve
ABD’nin Ermenilere yardım ettiği ortaya konmaktadır. Eserin sonraki
bölümlerinde ise örgütlenmenin Ermeni okullarında da var olduğu ele alınır.
Hiçbir eğitim kurumunda sevgi yerine nefretin öğretilmemesi gerektiğini
şiddetle savunan Aya, Ermeni okullarındaki kasıtlı eğitim sistemini tenkit
eder. Kitabında sunduğu delillere göre; Ermeni okullarının ders programlarında,
soykırımın intikamı ve nefreti çocuklara öğretilmekte, Türk nefreti aşılanmakta
ve ‘Aptal Türk’ başlıklı bir şiir sıklıkla okutulmaktaydı. Bu şekilde soykırım
iddialarını gelecek kuşaklara aktarmaları mümkün olur iken henüz iddialar
ispatlanabilmiş değildi. Dünya ‘barbar Türkler’ sözü ile korkutulmaktaydı fakat
delil göstermeleri söz konusu bile olmamıştı. Bu husus, Şükrü Server Aya’nın
kitabının ikinci bölümünde ‘1.500.000 Ermeni’nin katline ait delil var mı?’
sorusu üzerinden şu şekilde ele alınmıştır: ‘Bu güne kadar, Türklerin Ermeni’yi
katlettiklerine dair milletlerarası komiteler veya tarafsız göz şâhitlerine ait
otantik hiçbir belge görebilmiş değiliz. Türklerin bilmem ne kadar sayıda
Ermeni’yi keyif için öldürdüklerine dair (…yer-…târih) veya cesetlerin nereye
gömüldüğüne ait bir belge veya ‘güvenilir tarafsız göz şahidi’ ifâdesine
rastlanmamıştır. Bu konuda Ermeni arşivlerinde belgeler varsa, bunlar masaya
konmalıdır.’ Şükrü Server Aya’nın; ‘ne çiğnenebilir ne yutulabilir’ özelliklere
sâhip demir leblebi gibi sorularına Ermeniler, sâdece: ‘İspat etmeye ne gerek
var. Türkler 1.500.000 Ermeni’yi kesti. Bütün dünya bunu kabul ediyor…’
diyorlar. Oysa ki soykırım kavramının târifi yapılmıştır. 1915 olaylarının,
târifi yapılan soykırım hareketiyle örtüşen hiçbir tarafı yoktur. ‘Büyük
Yalan’ isimli kitapta bu husus, hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde ispat
ediliyor.
Çetinoğlu: Sayın Aya, 1.500.000 Ermeni’nin katledildiği yalanı hakkında ne
diyor? Kandemir: Şöyle bir hesap yapıyor ve mızrağın çuvala sığdırılamadığını
ispat ediyor: 1.500.000 kişiyi, nakil ve iskân uygulamasının devam ettiği 150
günde öldürmek için her gün 10.000 kişiyi öldürmek gerekir. Öldürme silahı
nedir? Eğer tüfek kurşunu ise 100 ton kurşun gereklidir. Bu kadar kurşun, üç
cephede birden savaşan ve vatanını kurtarmak isteyen, hayatta kalma mücâdelesi
veren halkının can ve mal güvenliği için en lüzumlu ihtiyaçtır. Bu kadar önemli
olan malzemeyi neden ‘sâdık millet’ dediği Ermenileri öldürmek için kullansın?
Dahası var… Her gün 10.000 cesedi gömmek için kazma kürekli 6.000
ameleye ve stadyum boyutunda mezarlıklara ihtiyaç vardır. Bu şekilde herhangi
bir Ermeni toplu mezarı bulunmuş mudur? Kesinlikle hayır… Bulunan mezarlar
Müslümanlara aittir ve tarafsız şâhitlerin huzurunda açılmıştır. Özetle ‘Büyük
Yalan’, bütün dünyaya soykırım olarak sunulan Ermeni meselesinin arkasında,
büyük örgütlenmeler ve menfaatler varken henüz kamuoyuna sunulabilmiş resmî
belgeler olmadığını ortaya koyan bir eserdir. İçerisinde hem yazılı hem de
fotoğraflarla desteklenmiş deliller, farklı kaynaklardan alıntılar, örnek
gösterilebilecek belgeler sunar ve yer verilen çeşitli gazete kupürleri ile söz
konusu mevzuların dünya basınında nasıl ele alındığını gözler önüne serer.
Çetinoğlu: Denilebilir ki Türkiye, Ermeni iddiaları karşısında haklı
olmanın rahatlığı içerisinde. Belgeler, hesaplamalar, göz şâhitlerinin ifâde ve
beyanları… sahte ve tahrif edilmiş belgeler ve fotoğraflar… Her şey Türklerin
lehine… Fakat göz ardı edilen bir gerçek var: Türklerin tezlerini savunmak maksadıyla
yazdığı kitapların sayısı son derece azdır. Ermeniler ise her yıl binlerce
kitap ve broşür yayınlayıp bütün dünyaya dağıtıyorlar. Bilindiği gibi,
musluktan damlayan suyun mermeri aşındırması ve delmesi, suyun gücünden
kaynaklanan bir netice değildir. Israrlı denilecek şekildeki devamlılığının
tabîi sonucudur. Dünya parlamentolarında ‘Soykırım yapılmamıştır diyenleri
mahkûm edecek kararlar alınırken, biz Türkler beynini Ermenilere kiraya vermiş
ve hatta satmış kendi içimizdeki bizden görünen sözde aydınları, hatâlarından
alıkoyacak tedbirleri almayı bile düşünmüyoruz. Hep haklı olduğumuza inanmış
olmamızdan dolayı… Bilindiği gibi vahşi batı, hak kavramını haklı olana değil,
güçlü olana vermekten yanadır. Hatta güçlü gibi görünmek, güçlü olmaktan daha
fazla işe yarıyor. Yaygara koparmak yeterli oluyor. Çığırtkan azınlık, sessiz
çoğunluktan daha fazla itibar görüyor. Ermenilerin Ruslara yardımlarını
engellemek suretiyle başka bir bölgeye nakledilmeleri sırasındaki olayları
nasıl yorumluyorsunuz?
Kandemir: Nakil sırasında Ermenilerden ölenler olmuştur.
Buradaki ölümleri, yönetimin hatâsı olarak değerlendirmek gerçekçi olmaz diye
düşünüyorum. Osmanlı devleti savaş hâlindedir. Ülkede kıtlık vardır. Beslenme
imkânları sıfıra yakındır. İlaç yoktur. Nakil vasıtalarının hepsi cephededir.
Bu şartlar içerisinde yapılan nakillerde çok sayıda ölümlerin olması gayet
tabîidir. Aynı olumsuz şartlardan Müslümanlar da etkilenmişlerdir.
Müslümanlarda da çok sayıda can kaybı vardır. Meselenin başka bir yönünü
de göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Bilinmektedir ki Ermeniler, Osmanlı’nın
aslî unsuru olan Türklere nazaran mal-mülk ve para bakımından çok iyi
durumdadırlar. Onların malına parasına hatta altın dişine tamah eden Kürtler
çok sayıdaki Ermeni’yi katletmişlerdir. Nakledilen kafilenin koruması için
cepheden az sayıda asker çekilerek vazifelendirilebilmiştir. Güvenlik
tedbirlerinin yetersiz oluşu sebebiyle Osmanlı yönetimini suçlamak doğru
değildir. Yönetim, savaş şartları içerisinde yapılabilecek her şeyi yapmıştır.
Fazlasına ihtiyaç var idiyse de olumsuz şartlar ancak bu kadarına imkân
vermiştir. Bir de şu husus var: Dünyanın neresinde olursa olsun, savaş
sırasında düşmanla işbirliği yapan hainlere verilecek ceza mutlaka idamdır.
Osmanlının merhameti öylesine yüksektir ki, düşmanla iş birliği yapmış,
hainliği ayan beyan bilinen Ermenilerin, devlet eliyle burnu bile
kanatılmamıştır. Osmanlı Devleti, kurulduğu târihten itibâren nakil ve
iskân işlemlerini sıkça uygulamıştır. Bu bir devlet politikasıdır. Devlete isyan
eden aşiretler, çevre ile uyum sağlamayan, huzursuzluk çıkaran aileler başka
bölgelere nakil ve iskân edilmiş, kendilerine geçimlerini sağlayacak miktarda
toprak verilmiştir. Bunun dışında, fethedilen bölgelerdeki insanlara, Türklük
ve Müslümanlığı sevdirecek, bölgedeki yeni vatandaşların Osmanlı yönetimine
ısındırılmasını sağlayacak yardımsever, çalışkan ve teşkilatçı insanlar
gönderilmiş ve kendilerine arazi tahsis edilmiştir. Bu sistem Osmanlı’nın bir
yönetim politikasıdır. 1915 yılında yapılan nakil ve iskân da Osmanlı’nın târih
boyunca uygulayageldiği klasik bir işlemdir. ‘Soykırım’ niyeti kesinlikle söz
konusu değildir. Aksi iddiada bulunanların, iddialarını ispat etmeleri de söz
konusu olamaz. Bu nakil ve iskân işleminin altında bir soykırım
planının olup olmadığı tartışmaları günümüzde gerek târihçiler gerekse
hukukçular tarafından hâlâ devam etmektedir. Tartışmaları netleştirmenin en
sağlıklı yolu ise târihî geçmişi ve belgeleri incelemek olacaktır. O zaman
târih bize gösterecektir ki Osmanlı Devleti’nin Ermenileri imha etmeye yönelik
bir hükümet politikası yoktur ve Ermenilere yönelik ırkî bir nefretin izlerini
bulmak da mümkün değildir. Zira Ermeniler, 1910’lardaki Balkan savaşlarına
kadar Osmanlı bürokrasisinde istihdam edilmiştir. Gerek Türkler gerekse
Ermeniler tarafındaki can kayıpları şüphesiz bir insanlık trajedisidir. Fakat
bunun bir soykırım olduğunu söylemek büyük bir yanılgıdır. Çünkü soykırım
yapmak için organize bir planın varlığı gerekir. Şükrü Server Aya, geniş
kapsamlı çalışmasının sonucunda, soykırım iddiasında bulunanlardan açıklama
talep etmiş ve bu kişilere, hesaplamaların nasıl yapıldığı sorusunu
yöneltmiştir. Fakat iddia sâhiplerinin bu yükümlülüklerini yerine
getiremeyeceği anlaşılmıştır. Çünkü iddiaların varsayımlardan öteye
götürülemediği, eser incelememiz sonucunda tarafımızdan düşünülmektedir. Büyük
Yalan’da gözlemlediğimiz üzere; Osmanlıların Ermeni iddialarının tarafsız
olarak araştırılması için gayretleri olmuşsa da bu nafile gayretler
gerçekleştirilememiştir. Dolayısıyla bu tarafsız araştırmaları yapmak,
araştırma gayreti içinde bulunmak, okumak ve sorgulamak bizlere vazife olarak
intikal etmiştir. Şükrü Server Aya, Ermeni meselesinin iç yüzünü ortaya koymak
adına değerli çalışmalar yapmış bir araştırmacıdır ve eserinin içeriği
bahsettiğimiz görevi yerine getirir niteliktedir.
Çetinoğlu: Sizce eserin tenkit edilebilecek noksanları var mıdır?
Kandemir: Vardır. Fakat bunları ‘kusur’ olarak isimlendirmek
haksızlık olur. Eserin eleştirilebilecek tek yanı şekil özellikleri olabilir.
İçerisinde kaynakça ve dizin barındırması araştırmacıların işini
kolaylaştırıyor olsa da eserin şekille ilgili özellikleri ve gösterilen
delillerin yer yer açıklamalardan fazla olması onu, herkes tarafından kolay
okunabilecek bir eser olmaktan uzaklaştırmaktadır. Ayrıca bir başka örneği
bulunmayan bu eşsiz çalışmanın daha kolay ulaşılabilir olması adına, tekrar
basımının gerçekleştirilmesi ve bütün kitapçılarda satılması gerekmektedir. Her
şeye rağmen incelediğimiz bu kitabın yalnızca Türkler tarafından değil, târih
bilincine sâhip olan bütün dünya vatandaşları tarafından objektif bakış açısı
ile okunması ve okutulması tarafımızca tavsiye olunur. Ancak bu şekilde,
ecdadımızdan bize intikal eden millî bir vazifeyi yapmış olmanın vicdanî
rahatlığını hissetmek mümkündür.
Çetinoğlu: Teşekkür ederim Ayşe Hanım.
AYŞE KANDEMİR Aslen Yozgatlıdır. 1996 yılında İstanbul’da doğdu. Lise
eğitimini İstanbul’da tamamladı. Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi, Târih Bölümü dördüncü sınıf öğrencisidir.
Kaynak: http://www.oncevatan.com.tr/edebiyat-fakultesi-trih-bolumu-dorduncu-sinif-ogrencisiayse-kandemir-ile-sohbet-makale,41570.html
Önce Vatan Gazetesi
Kaynak: http://www.oncevatan.com.tr/edebiyat-fakultesi-trih-bolumu-dorduncu-sinif-ogrencisiayse-kandemir-ile-sohbet-makale,41570.html
Önce Vatan Gazetesi
No comments:
Post a Comment