FANATİK ERMENİ ODAKLARININ
TÜRKİYE’YE YÖNELİK DÜŞMANCA
ETKİNLİKLERİ NEDEN SONA ERMİYOR?
(ANA dergisi Eylul-Ekim 2017 sayısı için Önder Özar’ın yazısı )
1973 yılında ABD’nde
Mıgırdıç Yanıkyan adlı Ermeni’nin, Los Angeles Başkonsolosu Mehmet
Baydar’ı ve yardımcısı Bahadır Demir’i tuzağa düşürüp öldürmesi,
Türkiye’ye yönelik eski bir tehdidin dış politika ve güvenlik gündeminde
yeniden yer almasının öncüsü oldu. Ermeni terör örgütlerinin yurt dışında
görevli Türk diplomatlarına ve kamu görevlilerine yönelik cinayetleri 1990’lı
yılların başına kadar devam etti. Türkiye Cumhuriyetleri hükumetleri, dış
temsilciliklerinde koruma önlemlerini artırdı, hassas konumdaki ülkelerin
yetkili makamları nezdinde gerekli uyarılar yapıldı; ancak cinayetlerin
failleri, bir kaç istisna dışında bulunamadı. Bu cinayetler, özellikle Batılı
ülkelerin kamuoylarında genelde kınanmadığı gibi, Ermenilerin 1915 olaylarını
sözde “soykırım” olarak tanıtma çabalarını destekleyici yorumlara ve
değerlendirmelere vesile oluşturdu.
1994 T.C. Atina Büyükelçiliği meslek memurlarından Haluk
Sipahioğlu’nun şehit edilmesinden sonra, cinayetlerin arkası kesildi ama,
fanatik Ermeni odaklarının ve Ermeni diasporasının Osmanlı Devleti’nin Birinci
Dünya Savaşında iç isyanlara karşı aldığı savunma önlemleri bağlamında
uyguladığı tehcir kararını “söykırım” olarak nitelemesiyle giriştikleri yalan
ve iftira kampanyası hızını kesmedi. Bu kampanyanın sadece Ermeni
diasporasındaki aşırıların faaliyetleri ile sınırlı kalmadığını, Ermenistan
Cumhuriyeti hükümetinin açık desteği ve işbirliği ile gerçekleştiğini de
belirtmek gerekir.
Bu kısa yazıda, önce fanatik Ermeni iddialarının
temelsizliğini anlatmaya, daha sonra da Ermenilerin düşmanca kampanyasının,
bazı önemli gelişmelere karşın, artan
bir tempoyla süregeldiğinin nedenlerini tahlil etmeye çalışacağım.
Öncelikle şu hususu vurgulamak yerinde olur. “Soykırım”
(Genocide) bir hukuki kavramdır. Niiteliği ve kapsamı Birleşmiş Milletler (BM) Soykırım
Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi
( Convention on the Prevention and Punishment of the Crime of Genocide)ile belirlenmiştir. 09 Aralık 1948’de Paris’te imzaya açılan bu
Sözleşme 12 Ocak 1951’de yürürlüğe girmiştir. 41’i imzacı, 148’i katılımcı
(accession) olmak üzere toplam 189 devlet için bağlayıcıdır. Türkiye
Cumhuriyeti 31 Temmuz 1950’de, Ermenistan
ise 23 Haziran 1993’de bu Sözleşmeye taraf olmuşlardır. 23 Mayıs 1969 tarihli
BM Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesine göre, Soykırım Sözleşmesi yürürlüğe girdiği
tarihten önceki olaylar için uygulanmaz. (Madde 28 - Non retroactivity of the
treaties)
1948 Soykırım Sözleşmesinin ikinci maddesinde, hangi
olayların /eylemlerin “soykırım” suçu sayılacağı tadat edilmiştir. Buna göre,
“ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen ya da tamamen ortadan
kaldırmak kastıyla işlenen aşağıdaki eylemlerden herhangi biri soykırım suçunu oluşturur.
a)
Gruba mensup olanların öldürülmesi;
b)
Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel ya da zihinsel zarar verilmesi;
c)
Grubun bütünüyle ya da kısmen, fiziksel
varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam koşullarını kasten
değiştirmek;
d)
Grup içinde doğumları engellemek amacıyla
tedbirler almak;
e)
Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba
nakletmek;
Sözleşmenin bu maddesinde önemli
olan soykırım suçunun oluşması için “ grubun kısmen ya da tamamen ortadan
kaldırılması kastının (dolus specialis – special intent) mevcudiyetidir. Bunun
kanıtlanması için de yazılı belgeye gereksinim olduğu açıktır. Fanatik
Ermenilerin sahte belgeler üreterek, Osmanlı Devletini Ermenileri topluca
ortadan kaldırmayı planladığı ve tehciri bu amaçla uyguladığı iddiasını ortaya atmalarının geri planında bu
maddeye işlerlik kazandırmak düşüncesi yatmaktadır. Ermenilerin ve son dönemde
Taner Akçam’ın ortaya attığı bazı belgeler bir süre zihinleri bulandırmışsa da,
bunların sahteliği kısa sürede kanıtlanmıştır. Sözleşmenin bir diğer çok önemli maddesi
(madde 6), soykırım suçunun geçerlilik kazanması için hakkında soykırım suçu
isnat edilen kişilerin suçun işlendiği ülkedeki Devletin yetkili mahkemesi ya
da yargılama yetkisi kabul edilmiş uluslararası bir ceza mahkemesi tarafından
yagılanması ve mahkum edilmesi ile
ilgilidir. Örneğin, Nazi savaş suçlularını yargılayan Nürnberg Mahkemesinin
kararları, yahudi soykırımı suçunu işleyen Alman Nazi yöneticileri için kesin
hüküm oluşturmuştur. Oysa, 1915 olayları
ile ilgili bir mahkeme kararı bulunmadığına göre, Ermeniler tarafından ileri
sürülen iddiaların hiç bir hukuki geçirliliği bulunmamaktadır. Bir başka
ifadeyle, biri 1948 Sözleşmesinin öngördüğü hukuki, diğeri de Ermenilerin
dayatmaya çalıştığı siyasi nitelikte iki farklı soykırım tanımı akla, mantığa
aykırıdır ve kabul edilemez.
Hukuki durumu çok özet olarak
ortaya koyduktan sonra, fanatik Ermeni odaklarının “Ermenilerin 1915’de ve hatta daha sonraki
yıllarda soykırıma uğratıldığı iddialarını 20 küsur devletin (+) yasama
meclislerinde abartılı ifadelerle kabul edilmesini nasıl sağladıkları sorusunu
sorabiliriz. Bu konuda çok argüman var.
Ancak, hemen şunu belirtelim ki, bir propaganda savaşı söz konusu. Bu savaşta, Türkiye
ve Türkler, fanatik Ermeniler ve onların
koşulsuz destekçisi Erivan açısından düşman taraf. Düşmanla nasıl mücadele
edilir? Her türlü silah kullanılarak, öyle değil mi? Bir başka deyimle, iftira,
abartma,yalan, fitne, suikast , psikolojik baskı, kamu iletişim teknikleri,
kısaca her türlü maddi, manevi yıpratma
ve zarar verme yöntemleri devreye sokulur. Pekiyi ama, yirmi küsur devletin parlamentoları Ermenilerin
bu propaganda etkinliklerini değerlendiremiyor mu? Bu ülkelerdeki Büyükelçiliklerimiz
ve buralarda yerleşik T.C. vatandaşları gerçekleri anlatmak ve parlamento
üyelerini ikna etmekte neden başarılı olamıyorlar? Bu soruyu yanıtlamak için
sayfalar yetmez. Ancak, bir kaç noktayı vurgulamak yararlı olabilir.
-
Yunanistan, GKRY
Türkiye’nin yenilgisini başarı olan kabul eden tarihsel psikoz içinden
çıkamaz.
-
1920 Sevr
antlaşmasıyla Ermenistan’a doğu Anadolu’da bağımsız devlet kurma sözü
veren Fransa ve Sevr’in tarafı olmamakla
birlikte, 19ncu yüzyıldan bu yana Ermenileri himaye politikası güden Rusya,
Ermenilerin yanında yer almayı sürdürecektir.
-
Arjantin. Uruguay, Venezuela gibi Latin Amerika ülkelerinde yerleşik zengin
Ermenilerin lobi faaliyetlerine katkıları etkili olmaktadır.
-
Fanatik Ermeniler, 1915 tehcir olayını
“soykırım”la eş anlamlı olarak “pazarlamak” hususunda çeşitli manipülasyonlar
yapıyorlar.
-
Fanatik Ermeniler, konuyu bir Hristiyan –
Müslüman çatışması olarak da takdim etmeye özen gösteriyorlar. Vatikan’ın
Ermeni tezlerini benimseyen tutumu, son olarak Papa Birinci Francis’in sözde “soykırım”ı
kabul eden beyanları bunun açık kanıtı.
-
Fanatik Ermeni iddialarını kabul eden
parlamentolar arasında ABD ve İngiltere bulunmuyor. ABD Başkanları, bugüne
değin Ermenilerin “soykırım günü” olarak kabul ettikleri 24 Nisan’da “jenosid” sözcüğünü kullanmaktan Türkiye’yi
kırmamak nedenile kaçındılar. Başkan Obama, seçim kampanyasında söz vermiş
olmasına rağmen, Ermenice “büyük felaket” anlamına gelen “ Med yeghern”
deyimini tercih etti. “Soykırım” ile Ermenice “Med Yeghern” aynı anlamda kullanılmıyor
mu? Buna olumlu yanıt verenler var. Oysa, “Genocide” uluslararası hukukta yeri
olan özel bir hukuki kavram. Esasen, Ermenilerin ABD Başkanından “Genocide”
deyimini kullanması beklentisi içinde olmaları, durumdan memnun olmadıklarının
göstergesidir. Bununla beraber, ABD’nin 47 eyaletinde yerel meclisler Ermeni
iddialarını kabul eden kararları oyladılar.
İngiltere’nin durumu ise
oldukça ilginç. 1920- 1923 döneminde İstanbul’u işgal altında bulunduran
İngiltere, tehcir ve Ermenileri
ilgilendiren diğer olaylarla ilgili arşiv belgelerini taradıktan sonra,
iddianame için yeterli kanıtlara ulaşılamadığı gerekçesiyle, Malta’ya sürgüne
gönderdiği Osmanlı sivil ve asker
kişileri yargılayamadan tahliye etmek durumunda kalmıştı. İngiltere’nin konuya ilişkin değerlendirmesi
şöyle ifade ediliyor:
“Hükümetimizin, daha önceki
İngiliz hükümetleriyle uyumlu olarak olayı değerlendirmesi sonucu, kanıtların,
söz konusu olayların, uygulamada 1948 BM Soykırım Sözleşmesi’nde tanımlanan
şekliyle bir soykırım olarak sınıflandırılmasına ikna edecek yeterlilikte
olmadığına karar vermiştir ki bu sözleşme hiçbir şekilde geriye dönük olarak
uygulanamaz. 1915-16 yıllarında Doğu Anadolu’da yaşanan bu olayların yorumu da,
halen tarihçiler arasında özgün tartışmalar konusudur"
Büyükelçiliklerimizin daha
çok ilgili hükumetler nezdinde yaptıkları girişimler sonuç vermiyor. Zira,
demokratik ülkelerde yasama organı yürütme erkinden bağımsız. Girişimlere
karşılık, hükumetlerin yanıtları genelde
bu standart çerçeve içinde yer alıyor. Bununla beraber, ABD Kongre üyelerini
etkileme konusunda Vaşington Büyükelçiliğimiz ve yerleşik vatandaşlarımız
yararlı çalışmalar yapıyorlar. Ancak, Ermeniler de örgütlü; Rum lobisiyle
birlikte etkinliklerini sürdürüyorlar.
Parlamentolarda alınan
“soykırım” kararlarının kanun hükmünde olmamak kaydıyla, hükumetleri bağlayıcı
nitelikte olmaması, bu konuda küçümseyici bir anlayışa yol açmamalı. Zira, bu
kararların bazılarında, örneğin Alman Meclisinin 6 Haziran 2016 tarihli kararında
1915 olaylarının Ermenilerin soykırım iddiasının okul müfredat programlarına
dahil edilmesi gibi olumsuz ögeler yer alıyor.
Bazı kararlarda ise, örneğin İsveç parlamentosu kararında, Ermenilerin
yanında Süryaniler, Kaldeliler, Pontus’lular gibi eski kavimlere değiniliyor.
-
2015 yılında, Diaspora’daki Ermeni çevrelerinde ve Erivan’da “sözde
soykırımın”100ncü yıldönümünde etkileyici anma etkinliklerinin gerçekleşmesi
bekleniyordu. Konferanslar, açık oturumlar, kitap tanıtımları, film
festivalleri, televizyon programları vb. etkinlikler ses getirdi .
Ayrıca, Papa Francis, Papa 2. Jean Paul’un,
Eylül 2001’de Ermeni Apostolik Kilisesi Katolikosu 2. Karekin ile birlikte
imzaladığı, 1915 olaylarını ‘soykırım’ olarak niteleyen ortak deklarasyonu
teyit eden bir açıklama yaptı. Avrupa Parlamentosu ise soykırım kararıyla birlikte diğer AB ülkelerinin de
bu kararı almaları yönünde telkinde/tavsiyede bulundu.Bununla birlikte,başta
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) İsviçre/Doğu Perinçek davası kararı
olmak üzere Fransa Anayasa Konseyi’nin ve İspanya ve Danimarka Parlamentolarının
kararları, sözde soykırım iddialarını
geçersiz kılan gelişmeler olarak yer
aldılar. AİHM’nin önce 17 Aralık 2013 tarihli, daha sonra 15 Ekim 2015 tarihli büyük
daire kararı; Doğu Perinçek’in ifade
özgürlüğünün İsviçre mahkemesince kısıtlanmasının İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına
dair Avrupa Sözleşmesinin ifade özgürlüğüne ilişkin 10ncu maddesini ihlal ettiğini
hükme bağlamakla kalmadı, 1915 olaylarının yahudi soykırımı (Holokost) ile
tarihsel ve hukuki bakımdan farklılık arzettiğini vurguladı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararında, soykırım cereyan ettiği konusunda
yerleşmiş ve genel kabul gören bir durumun mevcut olmadığı, İsviçre
mahkemelerinin kararında yer alan, özellikle akademik çevrelerde bu konuda
görüş birliği bulunduğu savının da doğru olmadığı, soykırım oldu diyenler
bulunduğu gibi, aksi görüşte olanların da bulunduğu kayıtlara geçirildi. Mahkemenin
kararında, bazı ülkelerin Ermeni iddialarına ilişkin tutumu da ele alındı.
Kararda, uluslararası camiayı oluşturan yaklaşık 190 devletten sadece 20
tanesinde bu konuda parlamentolarında veya parlamentonun bir kanadında karar alınmış
olduğu hatırlatıldı, ancak bunların hiçbirisinin ilgili hükümeti bağlamadığı,
bu kararların siyasi bir beyandan öteye geçmediği, hukuki bağlayıcılığı ve cezai
müeyyidesi bulunmadığı anlayışı ifade edildi.
Fransa Anayasa Konseyi’nin
, bir Fransız vatandaşının
Holokost`un inkarını cezalandıran `Gayssot Yasası`nın iptali talebiyle yaptığı
başvuruyla ilgili olarak 8 Ocak 2016 tarihinde açıkladığı ret kararıyla, 1915
olaylarının Holokost ile bir tutulamayacağı bir kez daha
tescil edildi. Fransa Anayasa Konseyi’nin bu kararının fanatik Ermeni çevrelerinde soğuk
duş etkisi yaptığı söylenebilir.
Danimarka
parlamentosu ise, 19 Mayıs 2015 günü almış olduğu kararı 26 Ocak 2017 tarihinde
onaylayarak, Birlik Partisi tarafından sunulan sözde Ermeni soykırımını tanıma
tasarısını açık oy farkıyla reddetti. Yapılan açıklamada, 'Meclis, Anadolu’nun doğusunda
1915-1923 tarihleri arasında Ermenilerin kanlı bir şekilde katlediklerine dair
iddialar konusunda 19 Mayıs 2015 tarihinde almış olduğu kararı onaylamıştır.
Meclis, arşivlerin açılarak, tüm belgelerin açıkça ortaya konulması özgür ve
tarafsız kurum ve kişilerce araştırılmasından yanadır. Meclis geleneklerine
uyarak, bu tarihi gelişme hakkında bir yargılama yapmama kararı almıştır'
denildi. Danimarka Parlamentosu’nun, 1915 olayları bağlamında,
tarihi meselelere ilişkin anlaşmazlıkların çözüm yerinin parlamentolar ve hükümetler
olmadığını vurgulayan 26 Ocak 2017 tarihli bu kararı fanatik Ermeni çevreleri
ve Erivan açısından kesin bir başarısızlıktır.
İspanya’da ise sözde Ermeni soykırımının
tanınmasını öngören tasarı önce Meclis Dışişleri Komisyonunda, daha sonra 13
Mayıs 2015’de Senatoda yapılan oylamalarda reddedildi.
Fanatik Ermeni odaklarının 2015 yılında başta AİHM
olmak üzere, Avrupa’nın önemli ülkelerinin parlamentolarında beklediği
sonuçları alamaması, bir başka ifadeyle soykırım iddialarının hukuki temelden
yoksun olduğunun tescili, ilgili çevrelerde ve Erivan’da hayal kırıklığı
yarattı. Buna rağmen, aşırı Ermeni gruplarının sözde soykırımı tanıtma faaliyetlerinde
bir yavaşlama ya da duraklama beklenmemeli. Bunun başlıca iki nedene
bağlanabileceğini düşünmekteyiz.
Birinci neden, hukuki geçersizliği aşırı Ermeni
odaklarınca da bilinen sözde “soykırım” propagandası Ermeni milliyetçiliğinin/fanatizminin
çimentosu işlevini görmektedir. Bu propagandayı planlayan ve yürütenlerin
beslendikleri ortam “intikamcılık”tır. Bu intikamcılığın dayanağı, 1839
Tanzimat fermanı ile başlayan, 1856 Islahat Fermanı, 1877-78 Osmanlı-Rus
savaşı, Mart 1878 Ayastefanos anlaşması ve 1878 Haziran –Temmuz Berlin
Anlaşmasını kapsayan ve Birinci Dünya Savaşı sonunda Ermeniler için Doğu
Anadolu’da bağımsız devlet kurulmasını öngören Sevr Antlaşmasıyla sonlanan
tarihsel süreçtir. Bir başka ifadeyle, büyük devletlerin (İngiltere, Fransa ve
Rusya) Doğu’ya inmek ve Osmanlı Devleti’nin topraklarını bölüşmek art niyetiyle
sahneye koydukları ıslahat projesi ve Ermeni azınlığı himaye politikaları Ermeni
azınlığı Osmanlı’ya başkaldırmaya motive etmiş ve Ermeniler büyük devletlerin vaatlerine
kanarak komiteler kurmak suretiyle, isyanlar çıkarmışlardır. Bu isyanları
önlemek amacıyla Osmanlı Hükumetinin 27 Mayıs 1915 tarihinde çıkardığı geçici
kanunla, hiyaneti görülen Ermenilerin ülkenin başka yerlerine sevk ve iskanı
(tehcir) yapılmıştır. Tehcir olayından sonra, Ermenilerin büyük kısmı Rus ve
Fransız ordusuna katılarak Osmanlı ordusuna karşı savaşmıştır. 24 Temmuz 1923’de
Lozan’da imzalanan ve Türkiye’nin Anadolu’nun misak-ı milli sınırları içinde bağımsızlığını
tanıyan antlaşma ile Ermenilerin Sevr
Antlaşması ile ilgili beklentileri gerçekleşmemiş, Ermenistan’ın ilk Başbakanı
Ovanes Kaçaznuni’nin 1923 yılında Taşnaksutyun Partisinin Bükreş’teki kongresine sunduğu raporda
belirttiği üzere, büyük devletler Ermenilere verdikleri sözleri yerine getirememiş,
Ermeniler kendi değerlendirmelerine göre, “ihanet”e uğramışlardır. Bugünlere
gelirsek, intikamcı eğilimli Ermeniler, 1915-23 döneminde uğradıkları
“ihanet”in karşılığında Batılılardan telafi edici destek bekliyorlar, dersek,
çok mu hatalı bir değerlendirme yapmış oluruz? Ayrıca, şu noktanın da göz
önünde bulundurulması gerekmez mi? Şayet, Ermeniler 1920 Sevr Antlaşması ile
kağıt üzerinde yapılan vaatleri yeniden gündeme getirmek istiyorlarsa, bu bir
anlamda “nefret” suçu işlemekle eşdeğer olmuyor mu? Oysa, Ermeni diasporası,
Ermeni milliyetçiliğini öne çıkarmak için kültürel ve sosyal değerleri ön
planda tutan bir proje geliştirse, daha çağdaş ve saygıdeğer bir girişim olmaz
mı?
Gelelim, sözde”soykırım”ı tanıtma propagandasının ikinci boyutuna. Diaspora
Ermenilerinin çeşitli faaliyetlerinin planlanması, kilise, sivil toplum
kuruluşları/ hayır kurumları, o ülkenin karar vericileri ve kamuoyunu
yönlendirici konumunda bulunan kişi ve kuruluşlarla lobi çalışmalarının
yürütülmesi, koordinasyonun ve işbirliğinin sağlanması büyük bir organizasyon,
dolayısıyla yüklü bir finansman gerektiriyor. ABD’nde, Osmanlı Devletindeki
Ermeni azınlık için abartılı ve yalan haberler yayarak bağış toplanmasının
alışılmış bir uygulama olduğu biliniyor. Bu bağışların farklı amaçlarla
kullanıldığı ve suistimal konusu
yapıldığı ileri sürülmüştür. Örneğin, Nevada eyaletinde yayınlanan 14 Kasım
1915 tarihli “Reno Evening Gazette” de yer alan bir haberde, “ Başkan Wilson
dahi bu katliam masallarına inanabilir ve Ermenilerin çektiği eziyetlerden yakınanların
aslında kendileri için para topladıklarını anlamayabilir. Bunlar profesyonel
dilencilerdir... Bunlar imkansız vahşet hikayeleriyle Ermeni toplumundan bağış
toplamakta ve bu sayede lüks içinde yaşamaktadırlar.” görüşüne yer verilmiştir.
(++)
Bu kısa yazıda, bir yandan Ermenilerin ve Kürtlerin
isyanları ile uğraşan, diğer yandan müttefik kuvvetlerine karşı dört ayrı cephede
savaş veren Osmanlı Devleti’nin ve dolayısıyla asker ve sivil insanlarımızın
maruz kaldığı haksız ve çarpıtılmış suçlamaları ve o dönem koşulları itibarile
zorunlu bir savunma önlemi olan tehcir olayının nasıl istismar edildiğini
anlatmaya çalıştım. 2015 yılı fanatik Ermeniler açısından sürprizli oldu,
denebilir. Başta AİHM İsviçre/Perinçek kararı olmak üzere sözde “soykırım”
iddialarının temelsizliği belirtilmiş oldu. Ayrıca, ulusal ve bölgesel
parlamentoların soykırım konusunda karar mercii olamayacağı net biçimde ortaya
kondu. Bununla beraber, yazıda açıklamaya çalışıldığı üzere, propaganda
faaliyetlerini bir “endüstri” anlayışıyla yürüten fanatik diaspora ve
Erivan’daki fanatik Ermenilerin yalan ve
çarpıtmaya dayalı kampanyalarını ısrarla sürdüreceği anlaşılıyor.
(+) parlamentoları soykırım iddialarını kabul eden devletler
şunlar: Uruguay, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Arjantin, Rusya Federasyonu,
Kanada, Yunanistan,Lübnan, Belçika, Fransa, İsveç, İtalya,Vatikan, İsviçre,
Slovakya, Hollanda, Polonya, Almanya, Venezuela, Litvanya, Şili,Bolivya,
Suriye, Lüksemburg, Avusturya, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Brezilya,
Paraguay.
(++) Şükrü Server Aya,” Hiç susmayan “soykırım korosu” ve
paralı çalgıcıları, Aydınlık Gazetesi , 10 ve 11 Mayıs 2017 tarihli nüshaları.
No comments:
Post a Comment