Emekli
Büyükelçi Faruk Loğoğlu’nun “Türkiye ve ABD Suriye'de
'modus vivendi' sağlamalı “ başlıklı, 12
Şubat 2018 tarihli yazısını okuyabilirsiniz.
“Çok
sayıda sorunlar ağında bocalayan Türk-Amerikan ilişkileri yakın bir gelecekte
düzelmeyecektir. Ancak daha kötüye gitmesini önlemek mümkündür. ABD
yetkilileriyle şimdi yapılacak görüşmelerde tarafların Suriye konusunda hiç
olmazsa bir “modus vivendi” (geçici anlaşma) sağlamaları önemlidir. Böyle bir
adım taraflara nefes aldıracak ve ileri dönük güven artırıcı bir etki
yapacaktır.”
Türk-Amerikan ilişkileri
yakın tarihinin belki de en sıkıntılı dönemini yaşamakta: zamanında
çözülemediği için artık hepimizin ezberinde olan birikmiş ikili ve bölgesel
sorunlar; karar vericilerin saplantıları nedeniyle var olanlara eklenen yeni
sorunlar; ortamı ve gerginlikleri kızıştıran ve zihinleri allak bullak eden
karşılıklı söylemler! Ve Türk-Amerikan ilişkilerinin tarihine hâkim ciddi köşe
yazarlarında bile ilişkilerin geleceğine dair artık hâkim olmaya başlayan
kötümserlik!
Öte yandan, bu kötümser yorumların
ABD Dışişleri ve Savunma Bakanları ile Ulusal Güvenlik Danışmanının Türk
tarafıyla gerçekleştirecekleri üst düzey görüşmelere denk gelmesi konuyu
bilenlerce bile ilişkilerin düzelmesine, iyileşmesine fazla bir şans
tanınmadığını göstermekte. Onlara göre “rubicon” artık geçilmiştir.
Diğer bir deyişle, durum
gerçekten ciddi. Zira Sedat Ergin’in birkaç gün önce “Nerede o eski
Pentagonlar!” yazısında çok doğru bir şekilde değerlendirdiği üzere, eskisi
gibi Türkiye’yle ilişkilere sahip çıkan Pentagon, Dışişleri ve İsrail’le
ilişkilerimizin bozulması nedeniyle Kongre’deki Yahudi lobisi artık yanımızda
değil. Kongre’deki Türk karşıtlığı ise eskilere göre çok daha yüksek. Amerikan
medyası da Türkiye’yi sürekli hedef alıyor, eleştiriyor, hatta NATO’dan çıkartılması
çağrısında bile bulunuyor. Önde gelen Amerikan düşünce kuruluşları arasında
Türkiye’yi savunan pek kalmadı. ABD Yönetimi ise sürekli karışık sinyaller
veriyor, hem Türkiye’yi yeriyor, hem sahipleniyormuş gibi yapıyor ve
dolayısıyla inandırıcı, güvenilir bir politika oluşturamıyor. Trump Türkiye’ye
doğrudan – henüz – sataşmıyor fakat Ankara’nın beklentilerini karşılamadığı
gibi uyarılarına da pek kulak asmıyor.
Amerika’daki bu tablonun
aynısı Türkiye’de fazlasıyla dengini buluyor. Hükümet yetkilileri, siyasi
partiler, medyanın hemen tamamı, konuyla ilgilenen STK’lar çoğunlukla ABD’yi
hedef alıp suçluyorlar. Bütün bunların bir çıktısı olarak, kamuoyunda ABD
karşıtlığı zirve yapmış durumda. Makul bir ses çıkarmaya çalışanlar ise hedef
tahtası haline getiriliyor. ABD karşıtlığı da iç politika malzemesi haline
dönüştürülüp, Batı karşıtlığının önemli bir unsuru olarak siyasi iktidar
tarafından topluma zerk ediliyor ve bu yolla, yaratılmak istenen ‘yeni düzen’e
geçiş kolaylaştırılmak isteniyor.
Netice olarak siyasilerce
her vesileyle çekiştirilen, medya ve sivil toplum tarafından “vur abalıya”
dürtüsüyle sürekli dövülen, korumasız bir ilişkiden söz ediyoruz. Bu koşullarda
kötümser olmak, ilişkilerin kopmasında endişe duymak, iki müttefikin “hasım”
haline geldiğini düşünmek haliyle zor olmuyor.
Ancak durumu farklı
değerlendirmemizi mümkün, gerekli kılan nedenler de mevcut. En baştaki neden
aralarındaki sorunlara rağmen iki ülkenin bölgemizde örtüşmeye devam eden
önemli çıkarlarının varlığıdır. Ticaret, ekonomi, savunma sanayii, eğitim,
kültür ve turizm alanlarındaki ikili ilişkilerimizin ötesinde, ABD’yle
bağlarımız Batı dünyasıyla ilişkilerimizin merkezinde yer almakta, NATO
çerçevesinde, ciddi aksamalar da olsa, güvenliğimizin önemli bir parçasını
oluşturmaktadır. Ayrıca, Türk-Amerikan ilişkileri Rusya’yla ilişkilerimizin
sağlıklı yürümesi için de bir denge unsurudur. Stratejik öneme sahip Balkanlar,
Kafkasya, Ortadoğu, Karadeniz, Ege ve Akdeniz havzalarının kesiştiği noktada
yer alan Türkiye stratejik çıkarları bağlamında ABD için ise önemli bir
müttefiktir.
Yapılması gereken ilk iş
ilişkileri PYD/YPG sultasından çıkarmaktır. Bunun için Irak ve Suriye’nin
toprak bütünlüğünün korunması noktasında Türkiye ile ABD arasında gerçek bir
mutabakat sağlanmalıdır. Çünkü IŞİD başta olmak üzere her türlü terör sorununun
kesin çözümü barış, istikrar ve güvene kavuşmuş bir Suriye’dir. Dolayısıyla,
odak noktası savaştan Cenevre’deki barış görüşmelerine kaydırılmalı, ABD’nin
YPG bağlamında verdiği sözleri tutması için Türkiye girişimlerini sürdürmeli,
Menbic konusunda da Türkiye’nin taleplerini karşılayacak adımlar ABD tarafından
atılmalıdır. Türkiye’nin kendi Kürt meselesiyle hangi araçlarla meşgul olmaya
devam edeceği de şüphesiz PYD bağlamında yapılan tartışmalar için merkezi
önemdedir. Türkiye, Suriye’de barışı hedeflediğini somut adımlarla göstermeye
ve içeride de demokrasiye dönmeye başlayabilirse, şimdi güvenlik parantezine
sıkıştırdığı sorunları diplomasi yoluyla çözebileceğini görecektir.
Bu konjonktürde önümüzdeki
günlerde ABD üst düzey yetkilileri ile yapılacak temaslar her iki taraf için de
önemli bir – belki de uzunca bir süre için – son bir fırsattır. Belli ki ABD
yönetimi Türkiye’yle yaşadığı sorunları çözmek için çaba sarf ediyor. Ankara
veya bölgede daha önce görev yapmış James Jeffrey, Ryan Crocker, Eric Edelman
ve Stuart Jones gibi Amerikan Büyükelçileri de ABD’nin Türkiye’yi kaybetmek
istemediğini düşünüyorlar. Elbette eleştirileri, kayıt ve kaygıları var ama bu
diplomatlar aralarında nüanslar olmasına karşın sonuçta ilişkilerin iki ülke
için de önemli olduğu, vazgeçilmez ortak çıkarlarının bulunduğu ve ilişkilerin
onarılması gerektiği noktalarında hemfikirler.
Çok sayıda sorunlar ağında
bocalayan Türk-Amerikan ilişkileri yakın bir gelecekte düzelmeyecektir. Ancak
daha kötüye gitmesini önlemek mümkündür. ABD yetkilileriyle şimdi yapılacak
görüşmelerde tarafların Suriye konusunda hiç olmazsa bir “modus vivendi”
(geçici anlaşma) sağlamaları önemlidir. Böyle bir adım taraflara nefes
aldıracak ve ileri dönük güven artırıcı bir etki yapacaktır. Türkiye ve ABD’nin
dostluk ve müttefiklerini sürdürmesi, birbirlerine hasım olmalarından daha
yararlıdır. Hem iki ülke hem Ortadoğu için.
*Eski CHP Milletvekili,
emekli Büyükelçi
No comments:
Post a Comment