Dış politika ve güvenlik açısından bekamız için oynanan oyunların ve bu oyunların tümünün, ülkemiz dahil bölgenin yeniden dizaynı için başta ABD olmak üzere batılı emperyal ülkelerin ön gördüğü politikanın gereği olarak gerçekleştirildiği maalesef Türk siyaseti tarafından görülememektedir.

Bu ön görülen çarpık politikayı kendi düşünce ve siyasetine uygun olduğunu kabul edenler de kendi medyasını da kullanarak, ya buna ortak olmakta ve desteklemekte ya kısmen ya da tümünü görmezden gelmektedir. Ülkemizin bekasını tehdit eden ve bu felaketi gören siyasetçilerin, medyanın, yazar ve yorumcuların çırpınışları ise yetersiz ve etkisiz kalmaktadır. Hal böyle olunca da Türk Milleti olarak gerekli reaksiyon gösterilememektedir.

Bu durumu, Suriye’nin şekillenmesi sürecinde, İsrail’in himaye edilen sınır tanımayan saldırılarında, Gazze savaşının geldiği aşamada ve Netenyahu’nun demeçlerinde, “Terörsüz Türkiye” adıyla sürdürülen faaliyetlerde ve ABD Büyükelçisi ve Suriye Özel Danışmanı olan Barrack’ın, olması gereken faaliyet alanının dışında bir tutum sergileyerek yaptığı sınır tanımayan açıklamalarında görmek mümkündür.

Suriye’nin yeniden şekillendirilmesi

Suriye için yapılan tüm görüşmelerin, mutabakatların ve eylemlerin, BOP’a, yani ABD’nin politikalarına yönelik olduğu, ABD’nin hedefine ulaşmak için takip ettiği yöntemin de doğrudan müdahale etmek yerine, konunun aktörlerini, yapılan girişimlerin onların da çıkarına olduğuna ikna edip, kendi düşünce ve amaçlarına ortak etmeyi tercih ettiği anlaşılmaktadır.

ABD’nin, Türkiye’nin Suriye konusuna güvenlik gerekçeleriyle önem vermesi nedeniyle, bu konuda Türkiye’yi dışarıda bırakarak sıkıntı yaşamak yerine, Türkiye’yi kendi yürüttüğü sürece dahil edip, Suriye lideriyle de birlikte hareket etmeyi, böylece alınacak kararlara onları da ortak ederek, aktörlerin bunları kabullenip sahip çıkmasını düşünerek hareket ettiği söylenebilir.

Bu kapsamda Suriye’nin, üniter yapıda görünüp, SDG’nin bütünlüğünü muhafaza ederek Suriye Ordusu içinde görüneceğini, ancak yakın bir gelecekte Suriye kuzeyinde SDG merkezli olarak özerk bir yapı gerçekleştirileceğini, orta vadede üç, bilahare de dört parçalı Kürt Federasyonu’nun Suriye ayağını oluşturacağı düşünülmektedir.

Suriye’nin güneyinde ise, Suriye topraklarının bir kısmında İsrail işgalinin legalleşeceğini, Dürzi Bölgesi olarak İsrail’in etkisinde olan özerk bir yapının ortaya çıkacağını, muhtemelen Lazkiye-Tortum bölgesinde de Nusayri Alevilerin özerk yerel bir yönetim çerçevesinde bulunabileceği, bu kombinasyonun da gerçekleştirilmeye çalışılan Suriye-İsrail Anlaşmasıyla işlerlik kazanacağını değerlendirmek mümkündür.

İsrail’in de BOP’un ortağı olduğu belirginlik kazanmıştır. ABD’nin kendisine açtığı alanı kendi güvenliği bahanesiyle kullanarak bu politikayı kendi teolojik ideallerine ulaşmanın yolu olarak da gördüğü anlaşılmaktadır.

“Terörsüz Türkiye” sürecinin SDG ve IKBY’deki yansımaları

“Terörsüz Türkiye” olarak adlandırılan konu, hiçbir pazarlık ve beklenti olmadan teröristlerin silahlarını bırakacakları ve örgütün bütün unsurlarıyla lağvedileceği, çatışmasız ve huzurlu bir ortam oluşacağı şeklinde açıklanmıştır. Ancak terörist başının, bölücü siyaset yapan, bu konuyu konuşan ve yöneten siyasetçilerin tüm beyanları, konun bu çerçevede olmadığını, durumun böyle gelişmediğini, bölücülerin taleplerinin ön plana çıktığını göstermektedir.

Devam eden bu süreçte, politik hedeflerinde avantaj sağladığını hisseden bölücü siyaset yapanların, bugüne kadar çekinerek, hatta dolaylı yollardan dile getirdikleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını, bütünlüğü ve güvenliğini tehdit eden söylemlerini fütursuzca ortaya koydukları görülmektedir. Terörist ve bölücülerin, beklentilerinin karşılanmaması halinde, silah bırakma eylemini gerçekleşmeyebileceğini bir tehdit unsuru olarak dile getirdikleri de görülmüştür.

Bölücü başı ve bölücü siyaset yapanların işledikleri asıl konu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tapu senedi olan Lozan Anlaşmasını kabul etmeyerek, Devletin yanlış kurulduğunu, Türkiye Cumhuriyet’in feshedilerek iki milletli olarak yeniden kurulmasını talep etmeleridir. Sürecin başarıya ulaşmasından endişe edenlerin bu konudaki zafiyetinden de istifade ederek ortaya koydukları taleplerin ve yapılan pazarlıkların temelindeki esas bu olup, yapılan ve ima edilen diğer talepler, bu asıl konunun tamamlayıcıları durumundadır. Bu fütursuzca davranışın, iç siyasette beklentisi olanların istemeyerek de olsa müsamahasından kaynaklandığı düşünülmelidir.

SDG’nin de kendi hedefine ulaşmak için, “Terörsüz Türkiye” sürecinin asıl amacını değil de bölücülerin beklentilerini kapsayan gelişmeleri kullanmayı hesapladığı anlaşılmaktadır. Bu kapsamda SDG Lideri Mazlum Abdi, Terörist ve Bölücü Başıyla direkt görüşme yapmak için İmralı’ya gitme ihtiyacı duyduğunu söylemiş, sürece “sözde” destek vermek istediklerini belirterek, bazı sorunların çözümü noktasında Rojava ile İmralı arasında görüşmeler yapılması gerektiğini ortaya koymuş, halihazırda Bölücü Başıyla mektup aracılığıyla görüş alışverişi yaptıklarını da ifade etmiştir.

IKBY eski Başkanı ve KDP lideri Mesut Barzani’nin, Şırnak Üniversitesi tarafından Cizre’de düzenlenen Sempozyuma Peşmerge kıyafeti ve uzun namlulu silahlı Peşmerge korumalarla katılma rezaleti tepki çekmiştir. Buna müsamaha edilmesinin asıl sebebi ortaya çıkarılmalıdır.

Barzani verdiği demeçte, bulunulan ortamın Türkiye Cumhuriyeti ile Kürdistan Bölgesi arasındaki ilişkilerde yakalanan müstesna bir dönem olduğu, "Barış süreci” olarak nitelendirdiği “Terörsüz Türkiye” sürecinin de önemli ve hassas bir sorunun çözümü için atılmış doğru bir adım olduğunu söylemiştir.

IKYB’yle SDG’nin yakın bir ilişki ve dayanışma içinde olduğuna da dikkat edilmelidir.

Barrac’ın tutumu ve amacı

ABD BE ve Suriye Özel Temsilcisi olarak atanan Barrac’ın beyanları, bir büyükelçinin olması gerekenin çok ötesinde olup, kendisinin adeta bölgeyi yeniden dizayn etmek için gönderildiği algısı yaratmıştır.

Özellikle “Türkiye Cumhuriyeti ulus devletini yıkacağız, dört parçalı Kürdistan’ı Hazar Denizi’nden başlatıp Akdeniz’e kadar uzatacağız” söylemi tam bir tehdit söylemidir. Ayrıca, Akdeniz'e açılan çok sayıda fosil yakıt kaynağının bulunduğu Hazar Denizi'miz var ve Yunanistan ile Türkiye buraya bir kapı. Nasıl açık olmasınlar ki? ifadesi ise, ABD’nin bu bölgeye de sahiplendiği anlamını taşımaktadır.

Barrack, 1919 sonrası ulus-devletleşmenin Doğu Akdeniz’in jeoekonomik düzenini kilitlediğini ve ticarete engel oluşturduğunu öne sürerek, Hazar’da bulunan enerji rezervlerinin Akdeniz’e açılmasının önündeki en büyük engelin de Türkiye’nin ulus devlet yapısı olduğunu ve Doğu Akdeniz’de yeni bir düzen kurmanın zamanının geldiğini ifade ederek Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını da hedef almış görünmektedir.

Barrack bununla da yetinmeyip Yunan medyasına verdiği bir demeçte, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yıkma girişimine KKTC’den başlayacaklarını da ima ederek, Kıbrıs için,” Sağlıklı bir vücudun ortasında apse olamaz. Vücudun her bir parçasının iyileştirilmesi gerekir. Ve Kıbrıs da önemli bir bölge. Bu yüzden umudumuz, bunun da dahil edilmesi gerekir” açıklamasında bulunmuştur.

Barrac’ın bu fütursuz beyanlarının, “Terörsüz Türkiye” sürecindeki, bölücü siyasetçilerin beklenti ve açıklamalarıyla paralellik göstermesi, bu sürecin kaynağı hususunda da şüphelere neden olmuştur.

Barrac’ın son birkaç gündeki beyanlarında bazı geri adımlar atarak, Suriye’nin üniter yapısını istediklerini söylemesi, Türkiye’nin ulus devlet yapısının da doğru ve makul olduğu ifadeleri, bölge ülkelerinin kendi idare şekillerine kendilerinin karar verebilecekleri açıklaması, kendi politikalarının akamete uğraması tehlikesine karşı, birileri tarafından (!) söylemlerinde fazla ileri gittiğinin ikaz edildiği algısı yaratmıştır.

***

-Bölücü siyaset yapan siyasetçilerin süreci yasal, hatta anayasal düzenlemelerle, ortak devlete dönüştürme söylem ve talepleri fark edilmeli, ihtiyatlı olunmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Vatanı, bayrağı ve Türk Milleti tek ve bütündür. Konunun mecrasından çıkarılarak bir dönüşüme evrilmemesine dikkat edilmelidir.

-Sadece yönetimin değil, muhalefetin de bu olanlara ses çıkarmamasının, iç siyasetteki beklentilerden kaynaklandığından başka bir düşünceyle yapıldığını düşünmek mümkün değildir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, Vatanının ve Türk Milletinin bekası, güvenliği, üniter yapısı, ülkesiyle ve milletiyle bölünmez bütünlüğü ve Lozan anlaşmasına sahip çıkılması, her türlü düşüncenin üstünde tutulmalıdır.

-İmralı görüşmeleri başta olmak üzere sürecin şeffaf yürütülmediği, bunun da güven sorunu yarattığı görünen bir gerçektir. İktidarın bu sorunu dikkate alması, muhalefetin ise tepkiyle karşılaması ve tenkit etmesi gerekmektedir.

-ATATÜRK Milliyetçiliği rehber olarak alınmalıdır. Siyasetçilerin, iktidarıyla ve muhalefetiyle, özellikle ana muhalefetiyle, ATATÜRK ilkeleri olan altı maddiyi yeniden gözden geçirerek ihmal edilenleri yeniden sahiplenmesi, olaylar karşısında uyanık bulunması gerekli görülmektedir.