Sedat Ergin
AP Türkiye raportörü Nacho Sanchez Amor: "Türkiye'nin AB'ne katılım süreci jeopolitik ile gölgelenmesin"
12 Aralık 2025
Sedat Ergin’in “Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye Raportörü: Türkiye’nin AB’ye katılım süreci jeopolitik ile gölgelenmesin” başlıklı yazısı:
İspanyol Sosyalist İşçi Partisi üyesi Amor, AB’nin Türk kamuoyu tarafından en çok tanınan yüzlerinden biri oldu. Eleştirileri Türkiye ile sınırlı değil. Türkiye’deki gelişmeler karşısındaki sessizlikleri gerekçesiyle AB liderlerini de eleştiriyor. Önemli bir uyarısı da tam üyeliğin gerekleriyle jeopolitik meselelerin birbirine karıştırılmaması konusunda. Amor, “Katılım süreci, bu yapıya sadece olgun demokrasilerin dahil olmasının güvencesidir” şeklinde konuşuyor
Nacho Sanchez Amor kendisiyle buluşmamızdan hemen önce katıldığı konferansta isim vermeden Avrupa Birliği ülkelerinin “birçok liderine” Türkiye karşısındaki sessizlikleri nedeniyle ağır bir dille yüklendi, “Bundan utanç duyuyorum” dedi. “Bu, Avrupa’nın ahlaki çözülmesini gösteriyor” diye de ekledi.
Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye raportörü, İspanyol Sosyalist İşçi Partisi mensubu Amor, bu sözlerinin gösterdiği gibi yalnızca Türkiye karşısında eleştirel değil. Avrupalı liderlerin Türkiye’de yaşanan -AB’nin terminolojisiyle- “demokratik gerileme” ve yargı alanındaki sorunlara ilişkin tutumlarına da eleştirel bir dille yaklaşıyor.
Kendisiyle geçen pazar CHP’nin Avrupa Parlamentosu’ndaki Sosyalist-Demokrat İttifakı’yla birlikte Haliç kıyısındaki Feshane’de düzenlediği, AB- Türkiye ilişkilerini konu alan toplantıdaki konuşmasından sonra uzun bir sohbet etme imkanım oldu. Sohbete konferansta AB liderlerine yönelttiği ağır ifadelerini hatırlatarak başladım.
Bu çerçevede, “Avrupalı liderleri Türkiye karşısındaki kayıtsızlıkları nedeniyle eleştiriyorsunuz. Peki sizin İspanya’daki sosyalist hükümetinizin performansını nasıl buluyorsunuz?” diye sordum.
Amor’la CHP’nin Haliç kıyısındaki Feshane’de düzenlediği toplantının ardından bu mekanın kütüphanesindeki camlı odada konuştuk.
Amor, İspanya’nın Başbakanı Pedro Sanchez’in geçen mayıs ayında İstanbul’da katıldığı ve başkanlığını yaptığı Sosyalist Enternasyonel toplantısında İmamoğlu’nun serbest bırakılmasını talep eden bir pankart tuttuğunu hatırlattı yanıtında. Sanchez’in CHP lideri Özgür Özel ile birlikte verdiği bu fotoğrafı önemli bir dayanışma hareketi olarak görüyor.
Kendisine, Sanchez’in pankartı tutmak dışında bu konuda kayda geçmiş bir açıklamasına rastlamadığımı söylediğimde, verdiği yanıttan, aynı partiye mensup olduğu başbakanı karşısına almaktan kaçındığı izlenimini edindim.
Türk kamuoyu AB deyince karşısında sıkça onu görüyor
Kendi hükümeti karşısında dikkatli bir çizgide görünen Amor, son dönemde Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerde adını en çok duyduğumuz, AB adına Türk kamuoyunun karşısına en sık çıkan şahsiyetlerden biri. AB dendiğinde, AB Komisyonu’nun tepesindeki isimlerden önce akıllara daha çok bu İspanyol siyasetçi geliyor.
Amor, Avrupa Birliği’nin kurumları içinde Türkiye’ye karşı en sert kararların alındığı parlamento kanadını temsil ediyor. Kuşkusuz uzman raportör olarak Avrupa Parlamentosu’nda Türkiye hakkındaki tutumun şekillenmesinde kritik bir rolü var. Türkiye’deki gelişmeleri yakından izleyerek ve düzenli ziyaretler yaparak izlenimlerini, tespitlerini parlamentoya rapor halinde sunuyor ve buradaki tartışmalara, kanaatlere yön veriyor.
Ancak rolünü, etkisini yalnızca parlamento ile sınırlı görmek eksik olabilir. Çünkü üstlendiği görev ve kendisinin aktif kişiliği, 65 yaşındaki hukuk kökenli bu siyasetçiyi, AB’nin merkezinin bulunduğu Brüksel’de Türkiye konusunda sözüne kulak verilen önemli bir aktör konumuna getiriyor.
Türkiye’de milyonlarca insan AB’ye umut bağlıyor
Açıklamaları sırasında, altı yıldır sürdürdüğü bu görevinde kendisini bir paradoksun içinde bulduğunu da hissettiriyor. İspanyol siyasetçi, “İstanbul ve Ankara’da söylediklerim sert olabilir. Buna karşılık Brüksel’de ılımlı olan kişiyim. Türkiye’yi anlamaya çalışmak, başkalarına kıyasla Türkiye’ye daha açık olmak söz konusu olduğunda, diğer meslektaşlarıma kıyasla çok daha ılımlı bir konumdayım” diye konuşuyor.
Türkiye’deki gelişmeler karşısında bir taraftan sert eleştiriler getirirken, diğer yandan mevcut olumsuzluklar nedeniyle Türkiye ile diyaloğun zayıflatılmasına, tam üyelik müzakerelerinin resmen kesilmesine karşı çıkıyor; AB’nin Türkiye ile yakın bir angajman içinde olması gerektiğini düşünüyor.
Geçen pazar günü konferanstaki konuşmasında bu tutumunu şöyle gerekçelendirdi: “Birkaç ay önce Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin resmen sonlandırılmasını önermeyi düşünmüştüm. Ancak bunun üzerine Türkiye’de hâlâ milyonlarca insanın AB sürecine umut bağladığını hatırlatan sayısız dostane mesajlar aldım. Bu düşüncemi değiştirdim. Türkiye’deki demokrasiye inanan milyonlarca insanın umudunu kıracak hiçbir adım atmayacağız.”
Amor, Türkiye’de AB tam üyelik perspektifini destekleyen, Batılı ölçülerde bir demokrasi talep eden toplum kesimlerinin AB tarafından göz ardı edilmemesi, hesaba katılması gerektiğini savunuyor. Kendisinin Avrupa’da bu görüşü savunan kanaat önderlerinin önde gelen sözcülerinden biri olduğunu söylemek mümkün.
Türkiye’deki yargı sistemine ‘çifte standart’ eleştirisi
Amor, son Türkiye ziyareti sırasında hükümet kanadından Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Büyükelçi Mehmet Kemal Bozay ile görüştü. Şimşek’le görüşmesinden memnuniyetini kuvvetli ifadelerle kayda geçirdi. Ayrıca ana muhalefet lideri Özgür Özel ile bir araya geldi.
Bu arada, cezaevindeki Selahattin Demirtaş ile görüşmek üzere Edirne’ye gitti. Sohbetimizde, hapishane ziyaretleri sırasında Selahattin Demirtaş’ın AB ile müzakere sürecinin canlandırılmasını talep etmesinden etkilendiğini özellikle vurguladı. Keza, Silivri Cezaevi’nde de Ekrem İmamoğlu, Can Atalay ve Osman Kavala görüştüğü hükümlü ve tutuklular arasındaydı.
Gazeteci Fatih Altaylı’nın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik sözlerinden dolayı 4 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırılması da Amor’un ziyaretine rastladı. Ziyareti sırasında bu mahkûmiyet kararıyla ilgili rahatsızlığını da vurguladı, eşi Hande Altaylı ile telefonda konuştu.
Ve yaptığı nihai değerlendirmede, en kuvvetli eleştirisi Türkiye’de yargı sisteminin işleyişine yönelik oldu. Amor’un Türkiye’de iktidar ve muhalefete farklı davranan, AKP’yi koruyan ancak CHP’nin üzerine giden “çifte standartlı” bir yargının bulunduğu şeklindeki tespitinin, kaleme alacağı raporun ana ağırlık noktalarından biri olacağı anlaşılıyor.
Amor’un yargı hakkındaki bu tespitleri, Türkiye ile AB arasındaki kilitlenmede rol oynayan ana faktörlerden biri olan, AB’nin Kopenhag kriterleriyle ilgili uygulamadaki temel sorunlardan birine işaret ediyor.
‘Yargı faslını nasıl müzakereye açalım?’
Kendisiyle sohbetimizde, Türkiye’de yargı alanında AB’de rahatsızlık yaratan olumsuz yönelişler sürerken, Ankara’dan tam üyelik müzakerelerinin yeniden başlatılması, fasılların açılması yolunda gelen mesajları nasıl karşıladığını da konuştuk. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın son dönemde her vesileyle Türkiye’nin AB’ye tam üyelik hedefi konusunda verdiği kararlılık mesajlarını nasıl değerlendirdiğini sordum.
Amor, “Bu yeni değil” diye söze girdi: “Kaç yıldır tekrarlanıyor bu mesajlar. Fidan’dan önce de söyleniyordu. Ben de başından beri şöyle diyorum: Ne yapıyorsunuz? Bana aşk mektupları göndermeyin. Bana olgular gönderin. Fiiller, kararlar gönderin. Mahkemelerin tahliye kararlarını gönderin. Katılım sürecinin yeniden başlaması için ne yapmanız gerektiğini herkes biliyor.”
Ardından atılması gereken adımlardan birine açıklık getirdi: “Bunun için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamaya başlamanız gerekiyor.”
Tartışma burada, tam üyelik müzakerelerinde bloke edilen ‘Yargı ve Temel Haklar’ faslının açılıp açılamayacağı meselesine geliyor. Hatırlanacağı gibi bu faslın müzakere edilmesini 2009 yılında Kıbrıs Rum Yönetimi bloke etmişti. Türk tarafı da AB’den yargı bağımsızlığı konusunda gelen eleştiriler karşısında “Siz de o zaman yargı faslını açın, görüşelim…” mesajını veriyor.
Ancak Amor’a göre bu faslın açılabilmesi de pek kolay görünmüyor. Türkiye’deki mevcut sorunların buna izin vermeyeceği kanaatinde. Şöyle konuşuyor:
“Yargıtay Anayasa Mahkemesi üyeleri için suç duyurusunda bulunurken yargı faslını açmaya hazır olduğunuzu mu düşünüyorsunuz? ‘Neden açmıyorsunuz?’ deniyor. Evet, bu faslın açılması bir çözüm yolu olabilir. Gelgelelim mevcut durumda bu faslı açtığımız takdirde 10 dakika içinde yeniden durdurmamız gerekecektir. AİHM kararları uygulanmazken, Anayasa Mahkemenize saygı gösterilmezken, alt mahkemeler Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımadıklarını açıklarken bu faslı açarsak, daha ilk toplantıda müzakere durdurulacaktır.”
‘Kıbrıs’la ilgili yaratıcı pratik adımlar gerekiyor’
Geçen ay gittiğim Brüksel’de sıkça duyduğum konulardan biri, ilişkilerde yeni bir hareketlilik olabilmesi, özellikle Gümrük Birliği’nin güncellenmesi müzakerelerinin başlayabilmesi için Türkiye’nin Kıbrıs Rum Yönetimi’ni ilgilendiren bazı adımlar atması gerektiğiydi.
Amor da aynı pozisyonu tekrarlıyor. Kıbrıs sorununun bütününe dönük olmasa da, özellikle “Kıbrıs”ın (Rum Yönetimi) gemi ve uçaklarının Türkiye’deki liman ve havaalanlarını kullanabilmeleri gibi pratik konularda yaratıcı çözümler bulunabileceğini söylüyor. Bu çerçevede Türkiye ile “Kıbrıs” (KRY) arasında da bir anlaşma gereğinden söz ediyor. Gümrük Birliği’ni ilgilendiren bu pratik meselelerin ilişkilerde ilerlemenin önünü açabileceğini, bu yönde olumlu bir süreç başlatabileceğini belirtiyor.
AB’nin ısrarlı göründüğü, Türk limanlarının Kıbrıs Rum bandıralı gemilere açılması beklentisinin Ankara açısından son derece sıkıntılı bir başlık olduğunu söylemeye gerek yok.
‘Barış süreci olumlu ama tablo bulanık’
Peki Avrupa Parlamentosu raportörü son ziyareti sırasında Ankara’nın AB ile katılım sürecini yeniden başlatmasını mümkün kılacak adımlar atabileceği konusunda herhangi bir izlenim aldı mı?
Böyle bir işaret almış değil. Ancak barış sürecindeki ilk adımların kendisinde iyimser beklentiler yarattığı anlaşılıyor. Şunları söylüyor:
“Bu adımların yarattığı bir atmosfer var. Barış süreci olumlu bir şekilde yürüyor. PKK’nın silahsızlanma kararı önemli bir sonuç. Siyasi şiddetin sonlanmış olması reform ve özgürlük sürecine dönüştürülebilir. Sürecin sonuç getirmeye başlamasıyla belki AKP’nin ilk yıllarındaki reformcu yola gidilebilir.”
Hemen ardından da ekliyor: “Ama tablo bulanık, net değil... Bunun bir başka öteleme anlatısı stratejisi olduğunu düşünmek istemiyorum.”
Burada iyimser olmak istemesine karşılık, kendisinin geçmiş açılım süreci tecrübeleri ışığında belli bir ihtiyat payı bıraktığı söylenebilir.
Ve Almanya’nın tutumu…
Amor’un not ettiği unsurlardan biri de Almanya’nın tutumuyla ilgili. Dışişleri Bakanı Fidan’ın Almanya’daki yeni hükümetin başbakanı ile dışişleri bakanının aynı partiden (Hristiyan Demokrat) olmasının bir fark yarattığı yolundaki değerlendirmesine katıldığını kaydediyor. Berlin cephesinde bir hareketlilik gözlendiğini kabul ediyor.
Almanya’yı kastederek, AB’deki hükümetlerin realist bir yaklaşımla daha pragmatik bir şekilde Türkiye’ye angaje olmaya hazır olduklarını söylüyor. Ancak hükümetler kanadındaki bu pragmatik yaklaşımın tam üyelik sürecinin canlandırılmasını içermediği, daha çok “ver–al” zihniyetiyle sonuç almaya yönelik olduğu aşikâr.
Nitekim Amor da Almanya cephesindeki hareketlenmenin bu aşamada katılım sürecini canlandırmaya yeterli olacağı kanaatinde değil. Ancak “Yine de Almanya’nın tutumu doğrudan katılım sürecine etki etmese de ilişkilerin iyileştirilmesi bakımından yararlı olabilir” diye konuşuyor.
‘AB’ye katılım süreci doğrudan kendi esaslarıyla yürür’
Öte yandan, Amor jeopolitik kartın tam üyeliğin kapısını açabileceği konusunda Ankara’da uç veren tezlerle mutabık olmadığını, AB’de katılım sürecinin doğrudan kendi esaslarına göre yürüdüğünü vurgulama ihtiyacını duyuyor.
Bu uyarıyı yaparken, Avrupa Parlamentosu’nun sürecin Kopenhag kriterlerine uygun bir şekilde yürütülmesini denetleyen taraf olduğu mesajını da veriyor:
“Ben sürecin bekçisiyim; parlamento da katılım sürecinin ilkelere uygun, doğru bir şekilde yürütülmesinin gözeticisidir. Katılım sürecini jeopolitik güvenlik ya da ticaret boyutuyla gölgelemeyin. Çünkü katılım süreci, bu yapıya sadece olgun demokrasilerin dahil olmasının güvencesidir.”
Amor’un hesaba katılması gereken bir uyarısı daha var. Türkiye ile AB arasında yeni bir başlangıç yapılacaksa bunun için fazla zaman kaybedilmemesi gerektiğine dikkat çekiyor. Bu uyarının gerisinde Avrupa’da gelecekte aşırı sağın güçlendiği bir senaryonun katılım sürecini ileride daha da zora sokacağı düşüncesi yatıyor.
Her şeye rağmen, Balkanlara dönük genişleme yönelişiyle birlikte bir fırsatın belirdiğini belirtip bu nedenle “Harekete geçilerek önce güven ortamı yaratılmasını” savunuyor Amor ve ekliyor: “Bu imkanı kaybetmemeniz gerekiyor. Çünkü ilk seçimden sonraki Fransız hükümetini kimin kuracağını bugünden bilemezsiniz. Ya aşırı sağ bir hükümet iş başına gelirse…”
Kıssadan hisse
Avrupa Parlamentosu raportörü Nacho Sanchez Amor’un görüşleri, bir kez daha şu temel gerçeğe işaret ediyor: Tam üyelik konusunda yeni bir hareketliliğin yaratılabilmesinde bütün yollar, AB cephesinde Türkiye’nin öncelikle demokrasi ve yargı sistemiyle sorunlu alanlarda AB kurumlarının anlamlı bulacağı adımlar atması gereğine çıkıyor. Burada AİHM ve AYM kararlarının uygulanması asgari bir başlangıç noktası olarak beliriyor.
Bu yönde adımlar, Avrupa’da Türkiye’ye bakışı olumlu yönde etkileyeceği için, katılım süreci dışında AB ile ilişkilerde her alanda genel bir iyileşme ortamının belirmesine de katkı sağlayacaktır.
Kuşkusuz, AB’nin eş zamanlı bir şekilde bu hamlelere karşılık verecek jestlerde bulunması iki yönlü olarak bu iklimin yerleşmesine yardımcı olabilir.
Ancak şu an itibarıyla ne yazık ki o noktaya yakın değiliz.
No comments:
Post a Comment