Thursday, December 5, 2019

Ahmet Rıza Bey'i Düşünürken (Önder Özar)


Ahmed Rıza Bey’i düşünürken

(Önder Özar’ın ANA dergisinin Kasım – Aralık 2019 sayısında yayınlanan yazısı)



19ncu yüzyılın özellikle ikinci yarısında ve yirminci yüzyılın ilk yirmi yılında Devleti-Aliyye’nin (Osmanlı) küçülmesi, zayıflaması ve dağılması sürecinde ilginç gelişmeler tarihteki yerini aldı. . Avrupa’da 1789 Fransız Devrimi’nin siyasal, sosyal ve kültürel alanlarda yarattığı yansımalar Osmanlı Devleti’nde ıslahat (reform) rüzgarlarının esmesine neden oldu. Padişah’ın mutlak otoritesinin sınırlanmasını öngören 1836 Tanzimat ve 1856 Islahat fermanlarını, 1876 yılında anayasaya dayalı meşrutiyet rejimi izledi. Ancak, padişah II nci Abdulhamid, 73 harbi diye bilinen Osmanlı – Rus savaşı bahanesiyle Mebusan Meclisini tatil etti ve Kanun-i Esasi’yi (anayasa) askıya aldı. II nci Abdülhamit’in, baskıcı bir rejim uygulaması üzerine, yolsuzlukların üstüne gidilmesini, hürriyet ve insan hakları gibi kavramların hayata geçirilmesini savunan aydın kesim, padişaha muhalefetini kısmen yeraltına inerek, kısmen de Avrupa’ya giderek sürdürdü.
  1. İkinci Abdülhamit yönetimine ve istibdata karşı yürütülen mücadelede,  Ahmet Rıza Bey ile birlikte Prens Sabahattin, Mizancı Murat gibi kişiler ön planda  yerlerini aldılar. Bu özgürlük aktivistleri Paris, Cenevre, Londra ve Kahire’de Meşveret, Mizan ve diğer yayın organlarıyla, önde gelen tanınmiş kişilerle temaslarıyla  bu mücadeleyi zor koşullar altında yürüttüler. Bu mücadelenin ön saflarında yer alan, dik duruşuyla temayüz eden Ahmet Rıza Bey’in öncelikli bir yeri var.
  2. Bursa maarif müdürü  Ahmed Rıza Bey (doğumu 1858/59 İstanbul – ölümü 1930 İstanbul) sultan Abdulhamid’in baskıcı yönetimine karşı mücadele etmek üzere, yakın dostlarına  bile haber vermeden 1889 yılında Paris’e gider. Buradan hazırladığı öneri paketlerini (layiha)  padişaha arzedilmek üzere, İstanbul’a gönderir. Padişah’ın ilk tepkisi olumludur ve bir mutemetle Ahmed Rıza’ya para gönderir. Ancak,  bunu kendisine ilerde yapılacak baskının  bir işareti olarak değerlendiren Ahmed Rıza, bu parayı kabul etmez. Bir yandan da geçimini temin edecek tercümanlık gibi işler yapar. Girişken bir yapısı olan Ahmet Rıza Bey, etrafına topladığı genç Osmanlılarla “Meşveret” adını verdiği bir gazete yayınlar ve çoğaltarak, Avrupa’nın belirli merkezlerindeki adreslere ve İstanbul’daki reformcu çevrelere yollar.  Paris’te Abdülhamid idaresinden hoşnut olmayan  muhalif Osmanlıların oluşturduğu,  “Jön Türkler”e katılır ve bu grubun başına geçerek “Meşveret” gazetesini çıkarmaya başlar. Meşveret gazetesinde  padişah ve yönetim tarzına ağır eleştirilere yer veriliyor, yönetimin şiddet kullanılmadan devrilmesi ve bu amaçla yabancı müdahalesine taraftar olunmaması görüşü savunuluyordu. Meşveret’in Fransızca nüshasında ise Avrupa kamuoyunu Türkler hakkında bilgilendirmeye önem veriliyor, bu amaçla makaleler ve açık mektuplar yayınlanıyordu. Ahmed Rıza, İstanbul’da kurulmuş olan İttihad-ı Osmaniye Cemiyeti ile de temasa geçer ve önerisinin kabul edilmesi üzerine cemiyet “İttihad ve Terakki” adını alır.  İttihad ve Terakki cemiyetinin programı ilk önce Meşveret  gazetesinde yer alır. Program, büyük ölçüde Ahmet Rıza’nın görüşleriyle uyum halindeydi. Abdülhamid’in diplomatik girişimleri sonucu Fransız Hükumetince Nisan 1896’da Meşveret’in Türkçe nüshası yasaklanır. Bunun üzerine, Meşveret önce İsviçre’de daha sonra da Belçika’da yayınlanır.  Bu arada Aralık 1896’da Jön Türklerin muhafazakar kanadının lideri Mizan’cı  Murat İttihat ve Terakki cemiyetinin başına getirilir. 1898’de Abdülhamid’in Belçika Hükumetine ısrarlı girişimleri sonucu Meşveret kapatılır ve Ahmed Rıza sınır dışı edilir. Meşveret’i Türkçe yayınlamaktan vaz geçen Ahmed Rıza ,gazetenin yayınını Fransızca olarak sürdürür. 1899 yılında Prens Sabahattin ve arkadaşlarının Avrupa’ya kaçması üzerine, Jön Türkler hareketinde liderlik kavgası ortaya çıkar. II nci Abdülhamit’in “istibdat rejimini” devirme konusunda dış müdahaleye başvurulup başvurulmaması konusunda çıkan görüş ayrılığı sonunda Prens Sabahattin taraftarları ayrı bir grup oluştururlar.  “İttihad ve Terakki” cemiyeti 1906 yılında Selanik’teki subayların ve devlet memurlarının katılımıyla güçlenir.
  3. Ahmed Rıza Bey, II nci Meşrutiyet’in ilan edilmesi üzerine, 25  Eylul 1908 tarihinde İstanbul’a döner. “Hürriyetçilerin babası”(Ebu’l  Ahrar) sıfatıyla coşku ile karşılanır. Avrupa’da 20 yıla yakın uzun bir muhalefet döneminden sonra Padişah II nci Abdülhamit  tarafından huzura kabul edilir. (16 Ekim 1908). Padişah, gönül alıcı (taltifkarane) ifadelerle konuşur.(“ kimi yazarlara göre, örneğin Hüseyin Cahit Yalçın, Abdülhamit , kendisine en şiddetli eleştirileri yapan muhalifi Ahmet Rıza bey’i bile safına almayı başarmıştır. )
  4.   8 Aralık 1908 seçimlerinde İstanbul’dan mebus olarak girdiği Mebusan Meclisine oybirliğiyle başkan seçilir. 31 Mart isyanı sırasında gericilerin saldırılarından saklanarak kurtulur. Ahmet Rıza Bey, Paris’te sosyolog Auguste Comte’un pozitivist görüşlerinden etkilenmiş, hümanist fikirleri benimsemişti. Bu nedenle, aşırı muhafazakarların hedefi haline gelir. Kısa  süre ayrı kaldığı Meclis Başkanlığına 1910 yılı sonlarında yeniden seçilir, ancak şiddet hareketlerine karşı çıktığından İttihatçılarla arası açılır bir yıl sonra 1911’de  Meclis Başkanlığından istifa eder. Seçimlere katılmayan Ahmed Rıza, padişah Vahdettin tarafından Ayan Meclisi başkanlığına getirilir. Bununla beraber, siyasi kariyerinde çalkantılar devam eder.  ABD  mandasına taraftar olmayan Ahmed Rıza, Sadrazam Damat Ferid’in ve Şeyhülislam Sabri Efendi’nin hedefi haline gelir ve 1919 Nisan ayında Ayan Başkanlığından alınır. Bu arada, aynı ikilinin (Sadrazam Damat Ferid ve Şeyhülislam Sabri Efendi) emri ile sokak ortasına tutuklanarak iki saat nezarette kalmasına çok gücenen Ahmed Rıza İstanbul’da daha fazla kalamayarak Roma yoluyla yeniden Paris’e gider.  (Eylul 1919)
  5. Kişilik ve savunduğu temel görüş: Jön Türk Hareketi içinde yer alan  üç farklı siyasal hareketten birinin(İttihad ve Terakki)  liderliğini üstlenmiş olan Ahmet Rıza Auguste Comte’un akılcı ve hümanist felsefesinden hareketle, merkeziyetçi, meşruti bir idarenin ve devlet desteğiyle bir yerli kapitalist burjuva yaratılması tezini savundu. Bazı araştırmacılar, Atatürk’ün merkeziyetçi düşüncelerini ve devrimlerini etkilediğini ileri sürmüşlerdir. Ahmet Rıza Bey düşünce dünyasında genellikle  pozitivizme dayanan bir tutarlılık sağlamıştır. Aynı tutarlılığı siyasl yaşam ve girişimlerinde özellikle inşalarla ilişkilerinde sağladığı söylenemez. Bu yönü özellikle karşıtlarınca liderlik hırsıyla ilişkilendiriliyor. Doğu – Batı çatışmasının çok uzun zaman din ekseni üzerinde yürüdüğünü söylemiş, Batı’nın bağnazlığını ön plana çıkarmıştır. 20nci yüzyılın başlarında ileri bir seviyeye ulaşan Batı’nın geçmişte medeniyetin en büyük engeli olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Bu bağlamda,  Batı’nın kendi gerçekleriyle yüzleşmesini hedeflemiş, özellikle “Batı’nın Doğu politikasının Ahlaken İflası” adlı kitabıyla Doğu’nun Batı’ya karşı tarihsel ve meşru savunmasını yapmıştır. Birinci dünya savaşında dünyanın en büyük vahşet manzaralarını üreten Batılıların “insaniyet” ve “medeniyetin nimetlerini tattırmak” gibi sloganlarla emperyalist planlarını hayata geçirdiklerini vurgulamıştır. Batı’nın bu ikiyüzlülüğünü  ve gerçekleri saptırma politikasını sürdürmesi halinde Avrpa ile İslam alemi (Batı ile Doğu)  arasında uzlaşmanın, yakınlaşmanın  mümkün olmadığını  belirtmiştir. Pierre Lafitte şöyle diyor: 


“Batı, Doğu’yu düzeltmeye kalkışmadan önce 

kendi tereddisine/soysuzlaşmasına çare 

bulmalıdır. 

Hristiyanların insan  neslini idare etmeye 

kalkışmasından daha manasız ve daha küstah bir 

iddia tasavvur edemiyorum.”

Ahmet Rıza Bey ve Anadolu hareketi (Kuva-yi 

Milliye)

Mustafa Kemal Paşa, Sivas Kongresi öncesinde 

Ahmet Rıza’ya bir mektup gönderiyor. Mektupta, 

yalnız miting vegösterilerle amaca 

ulaşılamayacağını, bu faaliyetlerin ulusun 

bağrından doğan ortak güce dayanırsa, kurtarıcı 

nitelik kazanabileceğini, İstanbul’daki karşı 

akımların  ulus yararına olmadığını, İstanbul’un 

Anadolu’ya bağlılığının zorunlu olduğunu ve 

kendilerine büyük bir özveri düştüğünü belirtiyor. 

Ahmet Rıza Bey,  Mustafa Kemal’in kendisine 

gönderdiği 2 haziran 1919 tarihli mektubu 

alınca,”vicdanının  emir ve işaretiyle” ulusal 

çıkarların İstanbul’dan savunulamayacağını  

düşünüyor ve Avrupa’da çalışmaya karar veriyor. 

Paris’e gittikten sonra oldukça yoğun faaliyette  

bulunuyor. Fransa eski Cumhurbaşkanı Poincaré, , 
eski Cumhurbaşkanı Paul Deschanel, İngiltere 

Başbakanı Lloyd George, Lord Curzon, Fransa  

Başbakanı Clemenceau gibi önemli devlet ve 

siyaset adamlarıyla temas kurabiliyor. Milletler 

Cemiyeti Konsey Başkanı  Leon Bourgeois’ya 

mektup yazarak, Ermenilerin iddialarını 

araştırmak üzere üzere tarafsız bir heyetin 

Anadolu’ya gönderilmesini öneriyor. Sevres 

antlaşma metninde değişiklikler yapmak amacıyla 

Osmanlı Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin Roma'da

düzenlediği toplantıya katılıyor. Bu kongreye 

Ankara Hükumetinin temsilcisi  Cami bey ile 

İstanbul hükumetinin Roma temsilcisi Galip 

Kemali bey de katılıyorlar..

Ankara hükumetiyle anlaşmak üzere Fransa temsilcisi Franklin Bouillon’un Anadolu’ya gönderilmesi sürecinde Ahmet Rıza’nın  etkisinin olduğu kabul ediliyor. Bilindiği üzere, Franklin Bouillon ile Ankara’da 20 Ekim 1921’de imzalanan Ankara itilafnamesi ile Fransa’nın işgalindeki güney vilayetleri boşaltılıyor, sınır Hatay dışında bugünkü durumu ile kesinleşiyor ve Fransa, Mustafa Kemal Paşa liderliğindeki TBMM hükumetini tanımış oluyordu. İlk kez, Anlaşma Devletlerinden biri TBMM’nin kurduğu düzeni ve Misak-ı Milli’yi kabul etmiş oluyordu.
Ahmet Rıza Bey, Türkiye’ye dönmeden  önce 1 Ağustos 1922 tarihinde bir mektupla İngiltere Başbakanı Lloyd George’un politikalarını eleştirdi ve kendisine Türklerden yana bir politika izlenmesini önerdi. Böyle bir değişikliğin İngiltere’nin de çıkarına olacağını vurguladı.


Ahmed Rıza Bey’in eğitim ve kadın hakları

konularına ilişkin düşünceleri:


Vatansever bir insan olan Ahmed Rıza, Osmanlı 

Devleti’nin ekonomik, politik ve kültürel 

ilerlemesinin, meşruti monarşinin işler hale 

gelmesi ve halkın eğitilmesiyle sağlanabileceğine
 inanıyordu. Bursa’da Maarif Müdürlüğü yaptığı dönemde, Bakanlığın talebi üzerine hazırladığı raporda, milletin mutluluğunun kadınların eğitimine bağlı olduğunu vurguladı ve eğitimin özellikle olanakları kısıtlı olan fakir aile çocuklarını kapsayacak şekilde  tabana yayılmasını savundu. Bursa’da bir Darüşşafaka okulu açılması için uğraştı. Ayrıca, bir kız sultanisi (lise) açılması için yaptığı başvuru üzerine, Sultan II nci Abdülhamid eski Adile Sultan Sarayını okul olarak tahsis etti. Ahmet Rıza bey’in eğitime bu derece önem vermesi, düşünce sistemine uygundu. Yeni Osmanlıların aydınlanmacı çizgisini sürdürmek ve meşruti monarşi  ilkelerinin gerçekleşmesi için halkın eğitimi  zorunlu idi. Meşveret gazetesinin ilk sayısında Osmanlıların birleşmesi gerektiğini savundu, ancak cehalet yenilmedikçe Kanun-i Esasi’nin arzulanan sonucu sağlayamayacağını belirtti. Ahmed Rıza’nın eğitim konusunda özdeyiş niteliğinde  isabetli bir söylemini vurgulamak istiyorum: “…bilim ve eğitimin yayılması sonucunda vicdan ve düşünce özgürlüğüne sahip  olan bir ulus, yasalar buna yardımcı olmasa da özgürdür. Oysa, en özgür yasaların egemen olduğu koşullarda yaşayan bir halk eğer cahilse, kölelikten farksız bir yaşam sürer.”

Ahmed Rıza, “Vazife ve Mesuliyet” adlı 

kitapçığında kadınların ülkenin kalkınmasında son derece önemli olduğunun altını çiziyor.

Kadınların  eğitiminin milletin refahı, mutluluğu ve ahlakı açısından son derece belirleyici olduğunu, “kadınların eğitilmesiyle bütün millet terbiye ve ihya edilmiş olur” diyerek,  ülkenin ihtiyaç duyduğu aile yapısına kadınların eğitimiyle kavuşulabileceğini savunuyor. Ahmed Rıza’nın düşünce sistemine göre,  okulda eğitilen kadınlar gelecekte Devleti yönetecek olan aydınları yetiştirecek, bu aydınlar da halkı bilgilendirecekti.

Ahmed Rıza Bey’in padişah II nci Abdülhamid

hakkındaki görüşü:


Sultan Abdülhamit’in Japon imparatorunun 

kardeşinin ziyareti nedenile sarayda verilen

ziyafette Abdülhamid’e hayran kaldığını şöyle

ifade etti: “ Sultan Abdülhamid’in vakıfane

muamelesine o akşam hayran olmuştum. 

O adamda vehim hastalığı olmamış olsaydı 

milleti bahtiyar edecekti.”(Eminalp Malkoç sayfa:53) 

Bununla beraber, 25 Nisan günü Darphane 

Müdürü Hakkı beyin evinde yapılan Sultan 

Abdülhamid’in tahttan indirilmesi toplantısında, 

27 Nisan günü konu Meclis’te görüşüiüp kabul 

edildiğinde ve fetvanın imzalanmasında Ahmet 

Rıza Bey’in de bulunduğu  Eminalp Malkoç’un 

kitabında (sayfa  61), kaynak gösterilmek 

suretiyle kaydedilmiştir.

Ahmed Rıza Bey, Lozan Antlaşmasının imzalanmasından ( 24 Temmuz 1923) sonra 1926’da Türkiye’ye döndü. Son yıllarını Vaniköy’deki evinde anılarını ve İttihad ve Terakki’nin tarihini yazarak geçirdi. İttihad ve Terakki tarihini bitiremedi. Zira, 26 Şubat 1930’da bir kaza sonucu kalça kemiği kırıldı. Kaldırıldığı Şişli Etfal hastanesinde vefat etti. Anıları, önce 1950 yılında Cumhuriyet gazetesinde tefrika halinde, daha sonra 1988 yılında kitap halinde yayınlandı. Fransızca olarak kaleme aldığı “La Crise de lOrient” (Şark Bunalımı) 1907,  ve “La Faillite  Morale de la Politique Occidentale en Orient” (Batı’nın Doğu Politikasının Ahlaken İflası) 1922   değerli çalışmaları arasında yer alır. “Batı’nın Doğu Politikasının Ahlaken İflası” kitabı Ziyad  Ebüzziya tarafından Fransızca aslından Türkçeye çevrilmiştir. Bu kitabın içerdiği gözlemlerin ve değerlendirmelerin geçerliliğini büyük ölçüde koruduğunu düşünüyorum.

Sonuç niyetine birkaç söz

Kısaca özetlemek gerekirse, Ahmed Rıza Bey,  meşruti yönetimin yeniden kurulması, Anayasanın ve ıslahatın uygulanması, yabancılara verilen ayrıcalıkların kaldırılması için zor koşullarda mücadele etmiş bir siyasetçi ve devlet adamı, aynı zamanda Osmanlı toplumunun reform ihtiyacını çekinmeden savunan bir fikir ve kültür insanıdır. Siyasetin mayasındaki olumsuzluklar ve kişisel karakter yapısının özellikleri nedenile, zaman zaman çelişkili durumlara düşmüşse de, dik duruşunu muhafaza etmesini bilmiştir. Bunun yanı sıra, Batı kültürünün önemli evrelerini incelemek fırsatını da bulmuş, tarih boyunca Batı’nın Doğu’ya karşı özellikle Haçlı Seferlerinden bu yana “çifte standart” uyguladığını eserlerinde ortaya koymuştur. “ Avrupa’nın yakınlığını kazanalım” diyenlerin yanıldığını ifadeyle, “Avrupa İslam’a yardım etmez” düşüncesini anılarında dile getirmiştir.  Ahmed Rıza’nın kadının eğitilmesinin toplumun ilerlemesindeki önemini vurgulaması da dikkat çeken bir başka özelliğidir.

Not : Bu yazının hazırlanmasında “Meclis-i Mebusan ve Ayan Reisi Ahmed Rıza Bey’in Anıları” ile Eminalp Malkoç’un “Ebü’l Ahrar Ahmet Rıza Bey” başlıklı kitaptan yararlanıldı .


No comments:

Post a Comment