Monday, February 11, 2019

Iran Devrimi 40 yaşında (Önder Özar'ın bilgi notu)

İran Devrimi 40 yaşında
20nci yüzyılın ikinci yarısındaki en önemli siyasal olaylardan biri İran’da 1925 yılından beri hüküm süren Pehlevi hanedanının halkın ayaklanmasıyla sona ermesi ve bir şii din adamının (Humeyni) liderliğinde bir İslam Cumhuriyeti’nin iktidar olmasıdır. 11 Şubat 1979 tarihinde meydana gelen İslam devrimi öncelikle bölgede, genel olarak da dünyada önemli gelişmelere ve sarsıntılara yol açtı.
İran’da Şah’ın sivil ve askeri kadroları büyük çapta tasfiye edildi. Çok değerli diplomatlar, bürokratlar, öğretim üyeleri vb. bu tasfiye operasyonunun kurbanları oldu. Devrim’in lideri ülke içinde büyük bir prestij sahibiydi. Paris’te sürgünde iken uluslararası medyaya verdiği mülakat ve diğer konuşmalarında dile getirdiği İran’da demokrasi ve adil düzen kurulacağı vaatlerini çabuk unuttu. Kendisinin son sözü söyleyeceği ve mutlak otoritesini öngören yeni bir anayasa hazırlattı ve bu anayasa referandumla onaylandı. Her şey Şii İslam kurallarına ve yorumlarına göre düzenlendi. Oysa, Paris’teki ikameti sırasında Humeyni, politik liderlik istemediğini, yürütme erkini seçilmişlere bırakacağını söylemişti. Ancak, Humeyni’nin çevresinde demokrasi ümit eden, bir kısmı Batı’da öğrenim görmüş kadrolar kısa sürede tasfiye edildi . Bazıları yurtdışına kaçtı.
Humeyni’nin en önemli, ancak en çok tartışılan icraatı, “devrim ihracı” idi. Humeyni, bir bakıma tüm İslam aleminin liderliğini hedefleyen bu –olanaksız- amacına ulaşamadığı gibi, bölge ülkeleri, komşuları ve islam aleminin İran’la ilişkileri bu tutumdan olumsuz etkilendi.. Sonuçta İran yalnızlığa sürüklendi. Yurt dışına kaçan İranlı aydınların ve muhaliflerin devrim ajanlarınca öldürülmesi, İran’ın “ terorist ülke” damgası yemesine yol açtı. (Bu suçlama halen geçerliğini koruyor)
Tahran’daki ABD Büyükelçiliği bir grup devrimci gencin baskını sonucu işgal edildi. Humeyni, rehin alınan 50 ABD’li diplomatın serbest bırakılması için Başbakanlığa atamış olduğu Mehdi Bazargan’ın ısrarlı talebini kabul etmedi. Bazargan bunun üzerine istifa etti. Böylece, devrimin ABD karşıtlığı perçinlenmiş oldu. Devrim, ABD tarafından desteklenen “zalim bir hükümdarı” devirmek için yapılmıştı. Ancak, Hükümdar ( Şah Muhammed Rıza Pehlevi) , tedavi için gittiği ABD’nde kanserden ölünce, ABD ve onun himayesindeki İsrail, devrimin baş düşmanları olarak hedef tahtasına kondu.
Temmuz 1988’de Humeyni’nin fetvası üzerine, İran’daki en büyük katliam gerçekleşti. Devrim karşıtı oldukları suçlamasıyla binlerce tutuklu infaz edildi. Humeyni, dünyanın büyük tepkisini çeken bir başka fetvayla, Hindistan asıllı İngiliz yazar Selman Rüşdi’nin, Kur’andaki bazı ayetleri kötülemesi nedenile, öldürülmesine yeşil ışık yaktı. Humeyni’nin, evrensel insan haklarını ve özgürlükleri hiçe sayan bu uygulamaları İran’ı büsbütün yalnızlaştırdı. Humeyni, adeta dünyaya pervasızca meydan okuyordu.
İran devriminin ilk on yılında, Saddam Hüseyin liderliğindeki komşu Irak’ın İran’a saldırması üzerinde durulması gereken en önemli olay. Saddam’ın nasıl bir kurgu ile İran’a savaş açtığı tam olarak aydınlanmış değil. Ancak, büyük devletlerin İran’daki islami devrim yönetimini devirmek amacıyla Saddam’ı teşvik ettikleri güçlü bir olasılık. Nedeni ne olursa olsun, Irak’ın başlattığı ve sekiz yıl süren bu savaş, her iki tarafta yüzbinlerce insanın can kaybına ve büyük maddi tahribata yolaçtı, ancak her iki taraf da 1989’da Güvenlik Konseyi kararını kabul etmek suretiyle başlangıç noktasına döndüler. Bununla beraber, bu savaş İran’da milli bir dayanışma ortamının oluşmasına katkıda bulundu, devrim süreci de bundan yararlandı. Bir başka deyimle, devrim bu savaştan insan zayiatı ve maddi tahribata karşın, manevi yönden güçlenerek çıktı.
Yeni anayasada devrim rehberi olarak tanımlanan Ayetullah Ruhullah Humeyni 3 Haziran 1989’da öldü. Yerine, dini hiyerarşi açısından yeterli olmamasına karşın Ali Hamaney getirildi. Devrimin güçlü ismi Haşimi Rafsancani Cumhurbaşkanı oldu. Rafsancani, pragmatik muhafazakar tanımına uygun politikalar uygulamaya çalıştı. Ancak, özel sektörün gelişmesi hedefinde başarılı olamadı. Zira, devrimi korumak amacıyla kurulmuş bulunan Devrim Muhafızları Ordusu (Pasdaran)ithalat ve ihracat dahil olmak üzere her türlü ekonomik faaliyetlerde bulunabiliyor ve çeşitli ayrıcalıklardan yararlanıyordu. Ayrıca, anayasa Rehber’e devletin silahlı kuvvetleri, polis ve kolluk görevlileri, yargı, televizyon ve diğer medya araçları vb konularda olağanüstü yetkiler tanıyordu.
Rafsancani’nin iki dönem ( 1989 -1997) süren cumhurbaşkanlığından sonra, ılımlı ve reformist söylemleriyle farklı bir profil çizen Mohammed Hatemi de iki dönem (1997-2005) cumhurbaşkanı seçildi. Hatemi ilk dönemde basın üzerindeki sansürün ve günlük yaşamdaki kısıtlamaların yumuşatılmasına, dış ilişkilerdeki olumsuzlukların giderilmesine yönelik olumlu adımlar attıysa da, başta rehber Hameney olmak üzere, devrim muhafızları ordusunun, Anayasayı Koruma Konseyi , Uzmanlar Konseyi ve Danışma Konseyi gibi muhafazakar kurumların –ki bunlar seçimle değil atama yoluyla oluşmakta – muhalefeti nedenile reformları gerçekleştirmekte başarılı olamadı.
2005’de yapılan seçimleri ilk kez dini ulema dışından bir aday olan Mahmut Ahmedinejad kazandı. 2009’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylardan Rafsancani ile Ahmedinejad ikinci tura kaldılar. İlk turda daha fazla oy alan Rafsancani ikinci turda kaybetti. Bu beklenmeyen sonuç üzerine, halk sonuçları protesto etmek için sokağa çıktı ve üzücü olaylar meydana geldi. “Benim oyum nerde” sloganı bu seçimlere gölge düşürdü. Ahmedinejad, başlangıçta rehber Hameney’in desteğini arkasına almasına rağmen, zaman içerisinde Hamaney’le ters düştü ve sonuçta, dış politikada İsrail ve ABD’ne meydan okuyan söylemleri ve içerdeki populist uygulamalarıyla hem itibarını kaybetti hem de sorunlar yarattı.
2013 seçimlerinde ibre yeniden reformcu kanada döndü. Seçimleri kazanan Ruhani, özellikle İran’ın nükleer faaliyetlerinin kısıtlanması alanında ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya ve Çin’le müzakereleri sonuçlandırdı ve JCPOA (Joint Comprehensive Plan of Action)
olarak bilinen nükleer anlaşmayı imzaladı. Bu anlaşmayla, İran 15 yıl süreyle nükleer faaliyetlerini Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı denetiminde kısıtlamayı kabul ediyor, buna karşılık, ABD’ndeki dondurulan parasal varlıklarının belli bir takvime göre serbest bırakılmasını sağlıyordu.
2017 seçimlerinde ikinci dönem için seçilen Ruhani, JCPOA anlaşmasının avantajlarından yararlanma sürecinin henüz başındayken, ABD’nde 2016 başkanlık seçimlerini kazanan Donald Trump’ın Mayıs 2018’de JCPOA anlaşmasından çekilmesiyle yeniden zor bir durumla karşı karşıya kaldı.
Bazı gözlemler:
1 - İran Anayasası, Cumhurbaşkanı ve Meclis’in seçimle göreve gelmesini öngörüyorsa da, atanma yoluyla göreve getirilen Rehber’in geniş yetkileri ( silahlı kuvvetler, polis ve kolluk güçleri, radyo ve televizyon, yargı ile ilgili atamalar ve aziller) nedenile, İran İslam Cumhuriyeti esas itibarile teokratik bir yapıya sahiptir. Ayrıca, seçimlerde aday olmak için Anayasayı Koruma Konseyi’nin onayı gerekmekte. Anılan kuruluşun yapısı demokratik olmadığı gibi, adayların incelenmesinde ve gerektiğinde veto edilmesinde uygulanan kriterler de demokratik değil.
2 - Rehber’in olağanüstü yetkilerle donatılmasının yanısıra, kayıp olduğu varsayılan 12nci imamın temsilcisi olarak kabul edilmesi nedenile , Şii doktrinine göre hata yapmayacağı kabul edilmekte. Aslında, bu inanış İslam hukukunda “hatasız kul olmaz” anlayışına ters Diğer yandan, çağdaş demokrasilerde uhrevi/tanrısal vesayetin yeri yok.
3 -İran İslam Devrimi ülkede yetişmiş insan gücünün erimesine yol açtığı gibi, halkın dine olan bağlarının gevşemesine de neden oldu. Halen ABD ve Batı Avrupa ülkelerinde yüzbinlerle ifade edilen – yaklaşık bir milyon – eğitimli ve nitelikli İran vatandaşı yaşıyor.
4 - Muhafazakar kuruluşlar ve Şii hiyerarşi, İran’ın reformcu bir sürece girmesini engelliyor. Bu muhafazakar kurumlara göre reform , devrimin sulandırılması ve sonuçta başarısızlığa uğraması ile eşdeğerde. Ancak, burada şu sorunun sorulması gerekmiyor mu? İslam devrimin başarılı olmasının kıstasları neler? İnsan hakları ve özgürlükler İran’ın bugünkü islami yapısında ne ölçüde uygulanabilir?
5 -Benzer durumlarda sorgulandığı üzere, İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi nerelerde hata yapmıştı?
Bu konuda kitaplar yazıldığı, doktora tezleri ve benzer çalışmalar yapıldığı biliniyor. Bu kısa bilgi notunda bir kaç ana başlığı belirtmekle yetinmek durumundayım.
a) Petrol fiyatlarının yüksek düzeyde seyrettiği dönemde oluşan zenginliği, sosyal adaletçi bir anlayışla ekonomik ve sosyal projeler yerine, askeri harcamalara tahsis etmesi ve İran’ı bölgede bir “süper güç” yapmayı amaçlaması .
b) ABD’ne bağımlılığın dengeli bir politikanın çok ötesinde aşırı uygulamaları (Suç işleyen ABD askeri personelinin İran yargısından muaf olması gibi) gündeme getirmesi.
c) SAVAK istihbarat örgütünün faaliyetlerinin günlük yaşamı olumsuz etkilemesi ve halkın hoşnutsuzluğunun giderek artması.
d) Kendi kurduğu siyasi partiler ile yapay bir “demokrasi” oluşturması ve ülkede gerçek bir muhalefete izin verilmemesi. Bir başka deyimle, 1953’de CİA ve İngiliz istihbarat örgütü işbirliğiyle gerçekleştirilen Musaddık darbesi sonrasında, muhalefet anlayışının yok edilmesi.
e) Bir çok araştırmacı, eleştirmen ve yazar Şah’ın en büyük siyasi hatasının Musaddık olayından ders almaması olduğu görüşünü savunuyor.
Not: Bu bilgi notunun bir çok eksikleri olduğunu biliyorum. Ancak, her konuya bu dar çerçeve içinde yer verilmesi olanaksız. Takdirlerine...

No comments:

Post a Comment