(ANA dergisinin Kasım-Aralık 2018 sayısı için Önder Özar
tarafından hazırlanan yazı)
İNSAN HAKLARI VE
ATATÜRK
1948 yılından bu yana 10
Aralık tüm dünyada “İnsan Hakları Günü” olarak kutlanıyor. Gerçekten, 10
Aralık 1948 önemli bir tarihi olay. Bunun arka planında, 40-50 milyon insanın ölümüne ve büyük
tahribata sebep olan İkinci Dünya Savaşının 1945 yılında sona ermesinden
sonra, barış ve güvenliğin egemen
olacağı yeni bir dünya düzeni kurulması için sarfedilen yoğun çabalar yer alıyor. Bu çabaların meyvesi olarak, 26 Haziran 1945’de San Fransisco kentinde Birleşmiş Milletler
Antlaşması (Charter) imzalandı.
Antlaşmanın başlangıç kısmında, Birleşmiş Milletler örgütünün temel amacı “gelecek kuşakları iki
kez insanlığa tarif edilmez acılar çektiren savaş felaketinden korumak” olarak
ifade edildi. Antlaşmanın giriş bölümünde dikkat çeken bir başka önemli husus,” temel insan haklarının, insan
kişiliğinin onur ve değerinin, erkeklerle kadınların ve büyük uluslarla küçük
ulusların hak eşitliğinin” vurgulanmasıydı. Böylece, dünyada barışın sağlanması
için insan haklarına, eşitlik ve
özgürlüğe olan gereksinim en üst düzeyde ve bağlayıcı biçimde ortaya konuldu.
Nitekim,
Evrensel İnsan Hakları konusunda
kapsamlı bir belge hazırlanması Birleşmiş Milletler Örgütü’nün gündemine aldığı
ilk önemli konulardan biri oldu . İki yıl süren çalışmalar sonucunda ABD eski başkanı Franklin Roosevelt’in eşi
Eleanor Roosevelt’in başkanlığındaki
yazım komitesinin kaleme aldığı tasarı Genel Kurulun onayına sunuldu. 53
devlet temsilcisinin katıldığı oylamada, “Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi”
itirazsız kabul edildi. 10 Aralık 1948
günü Fransa’da Chaillot sarayında yapılan oylamada, sekiz ülke (Suudi Arabistan
ve Sovyetler Birliği ile doğu bloku ülkeleri) çekimser oy kullandı. Türkiye
Cumhuriyeti, Evrensel İnsan Hakları
Bildirgesini 6 Nisan 19949’da kabul etti. Bildirgenin metni 27 Mayıs 1949
tarihli Resmi Gazetede yayınlandı.
Uluslararası hukuka göre imzalanması ve onaylanması
gerekmemesine karşın, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi, bir antlaşma gibi
hüküm ifade etmiş ve etmektedir. Bir
başka deyimle, insan hakları ihlalinin meydana geldiği bir ülkede ,” İnsan
Hakları Bildirgesi bağlayıcı değil” savı
bir mazeret olarak kullanılmamakta, esasen hiç bir devlet böyle bir
savunmaya başvurmamaktadır. Türkiye
dahil bir çok ülkede yargı organları, Evrensel
İnsan Hakları Bildirgesini bağlayıcı bir antlaşma gibi mütalaa etmekte
ve kararlarında dikkate almaktadır.
Bu yazımda, yaşamının 11 yılını değişik cephelerde
savaşmakla geçirmiş olan Mustafa Kemal Atatürk’ün barış ve insan sevgisine ilişkin görüşleri ile
ölümünden on yıl sonra kabul edilen
Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nin
içeriği arasında var olan büyük orandaki özdeşliği göstermek istiyorum. Türk Milli mücadelesinin muzaffer
başkomutanı, “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesini ortaya koymakla, bir
yandan işgalci emperyalist güçlerin
haksız lığını belirtmiş, diğer yandan
dünyada güven ve huzurun egemen olması için çaba sarfedilmesi
gerektiğini veciz biçimde dile getirmiştir.
“Harp zaruri ve hayati olmalı. Milleti harbe götürünce vicdanımda azab
duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı, “ölmeyeceğiz”diye harbe girebiliriz.
Lakin, milletin yaşamı tehlikeye maruz
kalmadıkça, harp bir cinayettir” diyerek savaşa karşı olduğunu açıkça
belirtmiştir.
Atatürk’ün, “ Yurtta Sulh, cihanda sulh” özdeyişi ile uluslararası ilişkilerde huzur ve
işbirliğinin sağlanması için neler
düşündüğü şöyle açıklanabilir. Yurtta
barış, yurt içinde huzur ve güven içinde yaşamayı, vatandaşın devlete güvenini,
devletin de ülkede hukukun üstünlüğünü ve kanun hakimiyetini sağlamasını
öngörür. Cihanda barış ise, milletlerarası barış ve güvenliğin korunmasını ve
idamesini amaçlar. Atatürk, Mart
1937’de yaptığı bir konuşmada bir bakıma
Birleşmiş Milletler Örgütü’nün kurulmasını dolaylı olarak önermiş
olmaktadır. Atatürk şöyle diyor: “bugün
dünya milletleri aşağı yukarı akraba olmuşlardır... Bu itibarla insan mensup
olduğu milletin varlığını ve saadetini
düşündüğü kadar, bütün cihan milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin saadetine hadim olmağa
elinden geldiği kadar çalışmalıdır. Çünkü dünya milletlerinin saadetine
çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur
ve saadetini temine çalışmak demektir.
Dünyada ve dünya milletleri arasında sükun, vuzuh ve iyi geçim olmazsa, bir
millet kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan mahrumdur.” Aynı yıl
bir başka konuşmasında milletlerarası barış ve uluslararası işbirliği konusunda şöyle diyor : ”Eğer devamlı sulh isteniyorsa,
insan topluluklarının vaziyetlerini
iyileştirecek uluslararası tedbirler alınmalıdır. İnsanlığın heyet-i
umumiyesinin refahı açlık ve tazyikin yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları haset, aç gözlülük ve kinden uzaklaşacak şekilde terbiye edilmelidir.”
Atatürk’ün gerçekleştirdiği inkılaplar /reformlar insan haklarına verdiği önemi anlatmak açısından son derece aydınlatıcıdır. Evrensel bildirgenin birinci maddesi “ insanların hür, haysiyet ve haklar bakımından eşit doğduklarını, birbirlerine karşı kardeşlik zihniyeti ile hareket etmelerini,ikinci maddesi ise, insanlar arasında ırk, renk, cinsiyet vb konularında fark gözetilmeyeceğini, Üçüncü madde, yaşam, özgürlük ve kişi güvenliğinin her bireyin hakkı olduğunu öngörmektedir. Atatürk, konuşmalarında özgürlük, adalet ve eşitlik konularını sıklıkla vurgulamış, 4 Ekim 1926 tarihindeyürürlüğe giren Medeni Kanun’la kadın-erkek eşitliğini gerçekleştirmiştir. Kadınlara, evlilik, istediği mesleği icra etme, miras, boşanma, tanıklık gibi ahvali şahsiye konularında eşit statü tanınmıştır. 1930, 1933 ve 1934 yıllarında yürürlüğe giren kanunlarla, kadınlara belediye seçimlerinde, köy muhtar ve ihtiyar heyeti seçimlerinde ve yasama meclisi seçimlerinde milletvekili seçilme ve seçme hakkı tanınmıştır.
Atatürk’ün insan onuruna ve insan
haklarına saygısı ve duyarlılığının örnekleri çoktur. Milli Mücadelede savaş
esirlerine insanca tavrı ve yere serilmiş Yunan bayrağını yerden kaldırtması
Evrensel İnsan Hakları Bildirgesinin
ruhu ve lafzı ile uyum halindedir.
Atatürk’ün özgürlük ve insan haklarına ilişkin bazı özdeyişlerini anımsatmak yerinde olur:
“ Özgürlük olamayan
bir ülkede ölüm ve yıkım vardır. Her ilerlemenin anası özgürlüktür.
“İnsan hakları uygar yaşamın temelidir, çağımızın en üst
değeridir, güvencesi demokrasidir.”
“İnsan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğüdür, onurlu, eşit ve özgür yaşamaktır”.
“İnsan haklarına saygı göstermeyen kişi ve milletler asla barışı sağlayamazlar.”
“İnsan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğüdür, onurlu, eşit ve özgür yaşamaktır”.
“İnsan haklarına saygı göstermeyen kişi ve milletler asla barışı sağlayamazlar.”
Birleşmiş Milletler
Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO)’nun Atatürk’ün doğumunun 100 ncü
yıldönümünde oybirliği ile kabul ettiği karar da, Atatürk’ün insan hakları
konusundaki örnek kişiliğinin bir
simgesi olarak kabul edilebilir. UNESCO’nun kararında şöyle denilmiştir :
“ Atatürk uluslararası anlayış, işbirliği, barış yolunda çaba
göstermiş üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir inkilapçı,
sömürgecilik ve emperyalizme karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı,
dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din,
ırk ayırımı göstermeyen, eşi olmayan devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurucusudur”
Bu dikkate değer ifadeler, çağımızda tüm dünya ülkelerinin temsil
edildiği Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’nın çok anlamlı bir değerlendirmesidir
ve büyük liderin diğer üstün meziyetleri arasında insan haklarına saygısını, diğer bir deyişle,
insan sevgisini de belirtmektedir.
Sonuç olarak, Atatürk’ün Türk
milletinin ve Türkiye’nin sınırlarını aşan örnek bir lider olarak kabul
edilmesi, bu bağlamda, dünyanın bir çok ülkesinde heykellerinin dikilmesi,
caddelere isminin verilmesi , pullarının basılması, okul müfredat
programlarında yer alması ve bir çok kültürel etkinliğe damgasını vurması
sadece işgalci emperyalist güçlere karşı verdiği silahlı ve diplomatik mücadele
ile açıklanamaz. Atatürk sadece Türk milleti için ulusal bir kahraman olmakla
kalmamış, insan sevgisine, insan haklarına,
dünya barışına ve güvenliğine
atfettiği önemi vurgulayan söylemleri
ve icraatı ile özgürlük, bağımsızlık ve demokrasi arayışı
içinde olan ülkelere yol göstermiş ve insanlık
tarihinde seçkin bir yer kazanmıştır
No comments:
Post a Comment