Sedat Ergin
10 Ekim 2025
(Oksıjen gazetesi)
Hamas için perde artık kapanıyor
BM Genel Kurulu’nda 142 ülkenin oyuyla kabul edilen ve altında Türkiye dahil çok sayıda ülkenin imzası olan New York Deklarasyonu, Filistin sorununa ilişkin kabul edilmiş en önemli kararlardan biri. Bu metin, İsrail’in uluslararası alandaki tecridini bir kademe daha derinleştirmekle kalmıyor, Hamas’a da “artık silahları bırakma ve Filistin yönetiminden çekilme zamanı geldi” mesajını güçlü bir biçimde veriyor
ABD Başkanı Donald Trump’ın 29 Eylül’de Beyaz Saray’da İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile yaptığı görüşmede masaya koyduğu Gazze’ye ilişkin 20 maddelik plan, 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana uluslararası camia açısından en yakıcı sorunun aşılması yönünde belirleyici bir hamleyi oluşturuyor.
Netanyahu’nun, Trump’ın baskısıyla bu planı kabul etmesi ve ardından Hamas’ın da belirli koşullarla belgeyi ‘müzakere metni’ olarak kabul ettiğini açıklaması, kuşkusuz yepyeni bir durum yarattı.
Hamas’ın İsrail’e saldırısı ve İsrail’in de bunu Gazze’de soykırım stratejisiyle yanıtlamasıyla patlak veren ve iki yıldır sürmekte olan bu büyük insanlık dramının sona ermesi ihtimaline kapı ilk kez aralanmış bulunuyor.
İsrail’le son savaştan Hamas’ı sorumlu tutan Filistinliler, dönem dönem Gazze’de Hamas karşıtı protestolar düzenliyor. Bu fotoğraf 26 Mart’taki eylemden.
Tabii bu plan, artık silahlarından arınıp sahneden çekilmesi beklenen Hamas’ın geleceğinin en azından bugünkü kimliği ile sonlanmakta olduğunu da gösterdi.
Gelgelelim, Hamas’ın nasıl ‘gözden düştüğünü’ anlamak istiyorsak, Trump Planı’na bakmadan önce çok önemli bir kırılmanın geçen temmuz ayının sonunda Birleşmiş Milletler çatısı altında düzenlenen New York Konferansı’nda yaşandığını görmemiz gerekiyor.
Hamas açısından perdenin aslında ilk olarak New York’ta inmeye başladığını vurgulamalıyız. Perdenin iplerini tutanlar, sahnedeki aktör Hamas’a oyunun sonuna geldiğini, daha geçen yaz oldukça etkili bir dille duyurdular.
Şimdi projektörlerimizi New York’taki sahneye çevirebiliriz.
BM kararı uluslararası konferanstaki konsensüsle oluştu
Gazze’de İsrail’in Filistinlilere karşı giriştiği soykırım kampanyası devam ederken, geçen yıl sonunda uluslararası diplomasi zemininde önemli bir gelişme yaşandı. BM Genel Kurulu, 2024 yılı aralık ayında Filistin sorununa barışçıl bir çözüm için BM gözetiminde uluslararası bir konferans toplanmasına ilişkin bir karar kabul etti.
Hemen ertesinde, Fransa ve Suudi Arabistan, bu kararı hayata geçirmek üzere “İki Devletli Çözüm İçin Küresel İttifak” adını taşıyan diplomatik bir inisiyatif başlattılar. Bunu izleyen süreçte BM kararında öngörülen konferans geçen temmuz ayı sonunda Birleşmiş Milletler’in ev sahipliğinde New York’ta gerçekleştirildi.
Bu toplantı “Filistin Sorununun Barışçıl Çözümü ve İki Devletli Çözümün Uygulanması Konulu Üst Düzey Uluslararası Konferans” adını taşıyordu.
Fransa ve Suudi Arabistan’ın eş başkanlıklarını üstlendikleri ve 160 kadar ülkenin katıldığı konferansın önemli bir yönü, burada belirecek mutabakat noktalarının daha sonra BM Genel Kurulu’na bir karar tasarısı olarak sunulacak olmasıydı.
BM’de sıkça rastlandığı gibi, bir grup ülkenin bir araya gelerek genel kurula sunmak üzere bir karar tasarısı metni yazmaları yerine, bu kez geniş katılımlı bir arama konferansı düzenlenerek sonuçlarının daha sonra bir genel kurul karar hâline getirilmesi amaçlanmıştır.
Silahsızlanma çalışma grubuna dikkat
Konferansın dikkat çekici bir yönü çalışma yöntemiydi. Buna göre, sekiz ayrı çalışma grubu kurularak hem Filistin sorunu hem de bu çerçevede Gazze’deki krizin nasıl çözüme bağlanacağına ilişkin kritik başlıklar detaylı bir şekilde ele alınacaktı.
“Ateşkes ve Rehineler”, “Silahsızlanma”, “Yönetişim ve Kurumsal Reform”, “Toprak ve Sınır Düzenlemeleri”, “Mülteciler ve Yerinden Edilmiş Kişiler”, “Yeniden İnşa”, “Geçiş Dönemi Güvenlik Düzenlemeleri” ve “Geçiş Dönemi Finansmanı” olmak üzere sekiz ayrı çalışma grubu oluşturuldu.
Çalışma gruplarının tespit ve önerileri, ayrıca bir “ek” (addendum) olarak karar tasarısını tamamlayacaktı.
Herkesin mesaisini en yakından izlediği çalışma grubu “Silahsızlanma” başlığı altında toplanan grup oldu. Çünkü Hamas’ın akıbeti bu başlık altında ele alındı.
BM tarihindeki en ileri Filistin kararlarından
İşte bu konferans 28-30 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşti ve “New York Deklarasyonu”nun kabulüyle sona erdi. Konferansın kapandığı 30 Temmuz tarihinde metnin altına imza atan ilk gruptaki 17 ülke arasında Türkiye de vardı. Avrupa Birliği ve Arap Birliği de belgeyi desteklemiştir.
Ardından, 42 maddeden oluşan bu deklarasyonun onaylanmasına ilişkin bir karar tasarısı 12 Eylül tarihinde BM Genel Kurulu’nda oylanarak kabul edilmiştir. Metin böylelikle bir BM kararı haline gelmiştir.
Burada kayda değer olan, BM’ye üye 193 ülkeden 142’sinin bu kararı kabul etmiş olmasıdır.
İsrail ve ABD’nin dahil olduğu 10 ülke aleyhte oy kullanırken, 12 ülke çekimser kalmıştır. Toplam 29 ülke ise oylamaya katılmamıştır. Sonuçta BM camiasının dörtte üçü bu kararın arkasında yer almıştır. Batılı ülkelerin çok büyük bir bölümü metni desteklemiştir.
Bugüne dek uluslararası alanda Filistin sorunu hakkında kabul edilmiş en önemli kararlardan biri söz konusu. Bunun nedeni, “iki devletli çözüm” başta olmak üzere ana hedefleri tekrarlamakla kalmaması, çözümün spesifik detaylarına ilişkin somut mekanizmalar da önermesidir.
BM kararının önemi, Hamas'a gönderdiği 'artık çekilin' mesajı
Kuşkusuz bu karar, İsrail’in uluslararası alandaki tecridini bir kademe daha derinleştirmiştir. Ancak son tahlilde işgalci taraf olarak Filistin sorununa ilişkin daha önceki bütün BM kararlarını uygulamayan İsrail, bu kararı da kale almayacaktır.
Bu açıdan kararın öncelikle üzerinde durulması gereken ağırlık merkezi, çatışmanın diğer cephesini, yani Filistin tarafını ilgilendiren kısmıdır. Öncelikle de Hamas’ı...
Çünkü bu karar, Hamas’a dönük açıkça “silahlara veda” mesajını taşıyor. Aynı zamanda örgüte “Artık Filistin’in yönetiminden elini çekme zamanı geldi” mesajını da çok güçlü bir biçimde veriyor Birleşmiş Milletler. Daha doğrusu kararın arkasındaki uluslararası büyük mutabakat…
Ama diğer taraftan, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın liderliği altında Batı Şeria’da yerleşik Filistin Yönetimi’ne de şu mesajı gönderiyor:
“Sizin de kendinize çekidüzen verme zamanınız geldi; hatta geçti bile... Artık reform zamanı...”
‘Hamas silahlarını Filistin otoritesine devretsin’
Kararın kayda değer bir yönü, İsrail ile Hamas’ın büyük ölçüde eşit düzlemde tutulmuş olmasıdır. Sivillere dönük bütün saldırılar, ayrım gözetmeyen her türlü terör eylemi kınanıyor; keza uluslararası hukukun rehin almayı yasakladığı açık bir ifadeyle belirtilerek, “Hamas’ın 7 Ekim’de sivillere karşı saldırılarını kınıyoruz” deniliyor.
Ayrıca bir sonraki cümlede Gazze’deki sivillere, sivil altyapıya yönelen saldırılar, yürütülen kuşatma ve “neden olunan açlık ve insani felaket” nedeniyle “kınama” bu kez İsrail’e yöneltiliyor.
Kararın en çok tartışılan yönlerinden biri Hamas’ın geleceğine ilişkin 11’inci maddedir. Bu maddenin hemen girişindeki şu ifade, Filistin topraklarında her alanda yönetimi yalnızca Filistin Otoritesi’ne, yani Mahmud Abbas’ın başında olduğu idareye bırakmaktadır:
“Yönetim, hukuk uygulamaları ve güvenlik, tüm Filistin topraklarında yalnızca Filistin Otoritesi’nin yetkisi altında olmalıdır; bu süreç uygun uluslararası destekle yürütülmelidir. Filistin Otoritesi’nin ‘Bir Devlet, Bir Hükümet, Bir Hukuk, Bir Silah’ politikasını memnuniyetle karşıladık ve bu politikanın hayata geçirilmesini desteklemeyi taahhüt ettik.”
Bunun ardından (Hamas’ın) Silahsızlandırma, Terhis ve Yeniden Entegrasyon sürecinin, uluslararası ortaklarla üzerinde uzlaşılmış bir mekanizma ve zaman çizelgesi içinde tamamlanacağı kaydediliyor.
En can alıcı kısmı, paragrafın final cümlesidir:
“Gazze’deki savaşın sona erdirilmesi çerçevesinde Hamas, Gazze’deki yönetimini sonlandırmalı ve silahlarını uluslararası destek ve katılımla Filistin Otoritesi’ne devretmeli; bu süreç, bağımsız ve egemen bir Filistin Devleti’nin kurulması hedefi doğrultusunda yürütülmelidir.”
Uluslararası toplumun Hamas'tan açık beklentisi
Bu cümlenin özellikle giriş kısmı herhangi bir yorum gerektirmeyecek kadar açık. Burada tartışılan konu, daha sonraki bölümde silahların devrinin hangi aşamada olacağı sorusunun kısmen muğlak bırakılmış olmasıdır.
Her halükarda Hamas’ın yönetimden çekilmesi ve silahlarını Filistin Otoritesi’ne devretmesi, kararda açık ifade edildiği üzere uluslararası toplumun çok büyük bir bölümünün ortak beklentisidir. Hamas açısından kararın en düşündürücü yönünü herhalde bu bölüm oluşturmalıdır.
Türkiye kararın hangi ifadesine itiraz etti?
Şimdi Türkiye’nin tutumunu yakından ilgilendiren ilginç bir noktaya geliyoruz. New York Konferansı sırasında Dışişleri Bakan Yardımcısı Nuh Yılmaz tarafından yapılan konuşmada, açıklanacak deklarasyona kuvvetli bir destek ifade edildi. Gelgelelim bu konuşmada önemli bir çekince de yer aldı.
Bu beyana göre, Hamas’ın silahsızlandırılması “Filistin Devleti’nin gerçekleşmesine” ya da “Filistinli grupların kendi aralarında anlaşmaları” koşuluna bağlanmalıydı:
Dışişleri Bakan Yardımcısı’nın ifadesi aynen şöyle:
“Konferansımızın taslak sonuç belgesine, özellikle de on birinci paragrafına ilişkin olarak Türkiye, onlarca yıllık İsrail siciline dayanarak, Filistinli silahlı grupların silahlarını devretmesinin; 1967 sınırları üzerinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız, egemen ve coğrafi bütünlüğe sahip bir Filistin Devleti’nin gerçekleşmesine ya da Filistinli gruplar arasında uzlaşma süreci kapsamında bir anlaşmaya varılması koşuluna sıkı şekilde bağlı olması gerektiği görüşündedir.”
Türkiye’nin silahsızlanmayı sıkı bir şekilde bu koşullara bağlanmasını talep etmesine karşılık, konferanstan çıkan nihai metinde bu iki başlık birlikte ele alınmış olsa da, zamanlama konusunda belli bir muğlaklığın bırakılmış olduğu aşikardır.
Mahmud Abbas yönetimine reform çağrısı
New York belgesinin yeteri kadar üzerinde durulmayan bir bölümü de yönetişim kısmını ilgilendiren 21’inci maddede yer alıyor. Şöyle deniliyor bu paragrafta:
“Filistin Yönetimi’nin, özellikle Avrupa Birliği ve Arap Devletleri Ligi’nin uluslararası desteğiyle, iyi yönetişim, şeffaflık, mali sürdürülebilirlik, kışkırtma ve nefret söylemiyle mücadele, hizmet sunumu, iş ortamı ve kalkınma konularına odaklanan inandırıcı reform gündemini uygulamaya devam etmesi gerektiğini yeniden teyit ettik.”
Burada da kuvvetli bir reform beklentisi vurgulanıyor. Batı Şeria merkezli Filistin Otoritesi’nin yolsuzluklarla mücadele ve iyi yönetişim alanında parlak bir sicilinin olmadığı genel kabul gören bir husustur.
Bu paragrafla dikkatli bir dille eski alışkanlıklarla yola devam edilemeyeceği anlatılmış oluyor.
Trump'ın ivedi önceliği Hamas'ın tasfiyesi
BM’den çıkan metnin özellikle Hamas’ın tasfiyesi, silahsızlanma ve reform başlıklarıyla ilgili maddeleri bu şekilde özetlenebilir. Buna karşılık, Trump tarafından 29 Eylül tarihinde masaya getirilen planda Hamas’ın devre dışı bırakılması konusunda çok daha süratli bir yöntem öneriliyor.
Zaten daha birinci maddesinde “Gazze terörden ve radikalleşmeden arınmış, komşu ülkelere tehdit oluşturmayan bir bölge hâline gelecektir” hedefinin ilan edilmesiyle başlıyor bu plan.
Planın 6’ncı maddesinde “Tüm rehinelerin iadesinin tamamlanmasıyla birlikte, barış içinde bir arada yaşamayı ve silahlarını bırakmayı taahhüt eden Hamas üyelerine af sağlanacağı “ belirtiliyor. Bunun gibi, “Gazze’den ayrılmak isteyen Hamas üyelerine kendilerini kabul edecek ülkelere emniyetli geçiş imkânı tanınacağı” güvencesi veriliyor.
Keza, 13’üncü maddesinde “Hamas ve diğer gruplar, Gazze yönetiminde doğrudan, dolaylı veya herhangi bir biçimde rol üstlenmeyeceklerini kabul etmişlerdir” deniliyor. Buna göre, tüneller ve silah üretim tesisleri de dâhil olmak üzere tüm askeri, terör ya da saldırı amaçlı altyapı imha edilecek ve yeniden inşa edilmeyecektir. Gazze’nin silahsızlandırılması süreci bağımsız gözlemcilerin denetiminde yürütülecektir.
Planda Hamas’ın tasfiyesinin Başkan Trump tarafından ivedi bir konu olarak ele alındığı görülüyor.
Ayrıca, BM Genel Kurul kararında da yer alan Filistin Otoritesi’ne dönük reform talebi, burada kuvvetli bir koşul olarak kayda geçiriliyor. Buna göre, Gazze’nin yeniden inşası için gerekli fonların tahsis edilebilmesi ancak Filistin Otoritesi’nin reform programını tamamlaması ile mümkün olabilecektir. (Madde 9)
Hamas köşeye sıkıştı
BM kararı, uluslararası toplumun Filistin sorununa bakışını ve beklentilerini yansıtması bakımından şüphesiz büyük önem taşıyor. Aslında her iki metin arasında Hamas’ın silahsızlanması gibi konular dahil bazı benzerlikler olduğu gibi, ikisinin ayrıldıkları birçok nokta da var. En başta da iki devletli çözüm perspektifi…
Kabul edelim ki, şu an masada müzakere edilen ve hayata geçme ihtimali yüksek görünen belge Trump Planı’dır.
Bu belgenin hedefleri çerçevesinde Hamas’ın ciddi bir şekilde köşeye sıkıştığı ortadadır.
Burada altı çizilmesi gereken bir husus, Türkiye’nin de Başkan Trump’ın 29 Eylül’de açıkladığı planına belirgin bir destek vermiş olmasıdır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, aynı gün Trump’ın açıklaması sonrasında (X) üzerinden yaptığı bir paylaşımla, “Gazze’deki kanın durması ve ateşkesin sağlanması için ABD Başkanı Trump’ın gösterdiği çabayı ve liderliği takdir ettiğini” duyurmuştur.
Erdoğan, “tarafların kabul edeceği adil ve kalıcı bir barışın tesis edilmesi için Türkiye olarak sürece katkı vermeye devam edeceklerini” de belirtmiştir.
Türkiye keza 30 Eylül’de Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün de dahil olmak üzere önde gelen sekiz İslam ülkesinin yaptığı destek açıklamasında de yer almıştır.
Başkan Trump, 3 Ekim’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı telefonla aradıktan sonra yaptığı bir açıklamada Erdoğan’ın anlaşmanın sağlanması için yoğun çaba gösterdiğini, “Hamas’ın da ona saygı duyduğunu” vurgulamıştır.
Detaylar bilinmemekle birlikte, Türkiye’nin de bu müzakere sürecinde Hamas üzerindeki etkisini kullanmaya çalıştığı anlaşılıyor. MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın geride bıraktığımız günlerde Katar ve Mısır’a yaptığı seyahatler Türkiye’nin bu müzakere sürecinde oynadığı role işaret ediyor.
İki yıl sonra iyice yerleşen gerçek
Masadaki başlıkların ne şekilde çözüm bulacağı ancak karmaşık, zorlu müzakere süreci kapandığı noktada belli olacaktır. Böyle de olsa az çok kesin görünen, Filistin sorununun geleceğinde Hamas’ın artık başat bir aktör olmaktan çıkmakta olduğudur.
Krizde iki yıl geride kalırken, galiba şu gerçek bugün daha iyi görülüyor. O da, Hamas’ın İsrail’e karşı 7 Ekim saldırısına kalkışarak, en azından mevcut kimliği ve örgütsel yapısı açısından kendi sonunu hazırladığı gerçeğidir. Gerek BM Genel Kurul kararı gerek Trump Planı, Hamas’a bakışları itibarıyla bu noktada bir farklılık göstermiyor.
Bu arada, karşımızdaki tablonun uzun yıllar Hamas’ın bölgedeki en kuvvetli destekçisi olan Türkiye açısından yarattığı ironik durum ayrı bir yazının konusudur.
No comments:
Post a Comment