Tuesday, February 18, 2025

E. Büyükelçi Önder Özar'ın ANA Kültür, Sanat dergisinin Ocak-Şubat 2025 sayısında yayınlanan yazısı : Suriye Türkiye için neden önemli?

 SURİYE TÜRKİYE  İÇİN  NEDEN ÖNEMLİ ?

E. Büyükelçi Önder Özar 


Suriye, tarih boyunca Orta Doğu coğrafyasında adeta bir kilit taşı işlevini görmüş bir bölge. Türkiye'nin güneyinde 911 kilometre uzunluğunda ortak sınırı paylaşığımız bir komşu ülke. Bu komşuluk, tarihten ve özellikle Osmanlı İmparatorluğunun dörtyüz yıllık (1516 -1918) egemenliğinden ve Birinci Dünya Savaşının sonuçlarından kaynaklanan karmaşık, inişli-çıkışlı bir grafikle günümüze kadar süregeldi. Şimdi, Aralık 2024'de Hayat (Heyet) Tahrir el Şam adlı cihatçı bir İslami grubun ve destekçilerinin  Halep'ten başlayan askeri harekatı sonucu Şam'a ulaşması ve devlet başkanı Beşşar Esad'ın ülkeyi terkederek Rusya'ya sığınması ile yeni bir sayfa açılıyor. Ya da açılıyor mu?  
                  
Türkiye Cumhuriyeti, tüm komşularıyla olduğu gibi, Suriye ile de dostane ilişkiler sürdürmek istediyse de,  bunun gerçekleşmediği açık bir olgu.

Cumhuriyetin kuruluş sonrası döneminin temel başağrılarından biri, belki de başlıcası Hatay sorunu oldu. Cumhuriyet'imizin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün en büyük hedeflerinden biri Hatay'ın anavatan sınırları içinde yer almasıydı. Suriye'de manda yönetimini sürdüren Fransa ile yapılan görüşmeler Atatürk'ün sağlığında sonuçlanmadı ; bununla birlikte, Hatay önce bağımsız bir statüye kavuştu, daha sonra 1939 yılında  Meclisin kararıyla anavatana katıldı.  

İkinci Dünya Savaşının sona ermesi üzerine Ocak 1946'da Suriye bağımsız bir devlet olarak Birleşmiş Milletler Teşkilatında yerini aldı. Bir kaç ay sonra, Nisan 1946'da Fransız askeri birlikleri Suriye'dan ayrıldı. Ancak, bağımsız Suriye Devleti, Hatay'ın Türkiye'ye katılma kararını tanımadı ve kendi çizdiği haritalarda Hatay'ı Suriye sınırları içinde göstermekte ısrar etti.

Türkiye ve Suriye arasındaki önemli bir başka sorun Fırat ve Dicle nehirleri sularının paylaşımından kaynaklanmıştır. 1983 yılında Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Projesi(GAP)' Suriye'yi kaygılandırmış, GAP kapsamındaki barajların inşasının bu nehirlerin Suriye'ye akan sularında azalmaya yol açacağı endişesiyle, konuyu uıluslararası forumlara taşımıştır. Bu bağlamda, Suriye terör sorununu Türkiye'ye karşı koz olarak kullanmaya çalışmıştır. 1990'lı yıllarda terör sorununun diplomatik yollardan çözülemeyeceğini anlayan Türkiye, PKK elebaşısı Abdullah Öcalan'ın Suriye'de bulunduğunun tesbit edilmesi üzerine, askeri harekat tehdidine başvurmuştur.   Kara kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş'in, Öcalan'ın Suriye'de ilametine izin verilmeye devam edilmesinin "savaş nedeni" (casus belli) sayılacağını söylemesi üzerine, 20 Ekim 1998'de, ABD Başkanı Bill Clinton ve Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mubarek'in devreye girmesiyle " Adana Mutabakatı" olarak kayıtlara geçen bir teröre karşı işbirliği anlaşması imzalanmıştır. Abdullah Öcalan bu gelişmeler sonucunda Suriye'den ayrılmak zorunda kalmıştı.

Yıl 1990 Körfez krizinin ortasındayız. Dışişleri Bakanı Prof.Dr. Ali Bozer'in (22/02/1990 -12/10/1990  başkanlığındaki küçük bir heyetle iki önemli başkentte  önce Kahire, sonrasında Şam'da liderlerle görüşmeler yapıyoruz. Dışişleri Bakanlığı'nın ilgili biriminin sorumlu başkanı olarak heyette yer aldım. Şam'da Bakan Ali Bozer,  Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın dostane selamlarını ilettikten sonra  Hafız Esad'ın Ankara'da beklendiğini ifade etti. Bu, iki ülke ilişkileri açısından önemli bir adımdı. Ben görüşmede not tutmakla görevliydim. Hafız Esad, kısa bir duruklamadan sonra mealen " koşullar müsait olduğunda Ankara'yı ziyaret etmek isterim" diyerek,  bu davete icabet edemeyeceğini ihsas etmiş oldu.
"Koşulların müsait olması" ifadesi ile Hatay konusunun kast edildiğini düşündük. Hafız Esad Türkiye ile ilişkiler ve Hatay konusunda katı tutumunu ölene kadar sürdürdü.

10 Haziran 2000'de Hafız Esad vefat ettiğinde, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Dışişleri Bakanlığının olumlu görüşünü benimseyerek, cenaze törenine katıldı . Bu jest, iki ülke ilişkilerinde nisbi bir yumuşama meydana getirdi. Nitekim, Hafız Esad'ın ikinci oğlu Beşşar Esad Suriye Devlet başkanlığına referandumla atandıktan bir süre sonra, önce Suriye Başbakanı 2003 Temmuz ayında, bunu takiben  Devlet Başkanı Beşşar Esad 2004 yılında  Türkiye'yi ziyaret ettiler. 1946 yılında bağımsızlığını kazanan Suriye'nin devlet başkanı 58 yıl sonra ilk kez komşu Türkiye'yi ziyaret etmiş oluyordu. Bu ziyaretten kısa süre sonra, Türkiye Başbakanı R.T. Erdoğan, Suriye Başbakanı Naci  Otri'nin davetine icabetle, 22-23 Aralık 2004 tarihlerinde, iş adamlarının çoğunlukta olduğu kalabalık bir heyetle birlikte Suriye'yi ziyaret etti. Bu ziyarette, iki  komşu ülke arasında serbest ticaret anlaşması imzalandı. Ayrıca, Dicle ve Asi nehirlerinde ortak projeler gerçekleştirilmesi için işbirliği yapılması kararlaştırıldı.

2005'de Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in Suriye'yi ikinci kez ziyaret etmesi ve alt düzeyde gerçekleşen ziyaretler ve temaslarla yumuşama sürecine katkıda bulunmaya devam edildi. Bu bağlamda, Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 2007 yılında Türkiye'ye ikinci kez gelen Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad'ın davetine icabetle 15 Mayıs 2009 tarihinde Suriye'yi ziyaret etmesini kaydetmek gerekir.  Bu, Türkiye'den Suriye'ye cumhurbaşkanlığı düzeyinde gerçekleşen ilk ziyaret oldu.İki ülke arasındaki karşılıklı ziyaretler 2011 yılına değin olumlu bir çizgi izlemeyi sürdürdü. Ancak, 2011 yılında Tunus'ta başlayan ve "Arap Baharı" olarak adlandırılan ayaklanma dalgası Suriye'ye sıçrayınca, bir bakıma bu olumlu gidişat tersine döndü, 1998 Adana Mutabakatıyla başlayan oniki yıllık dostluk dönemi sonunda, gerilim ve husumet üreten müessif olaylar Türkiye - Suriye ilişkilerine yeniden egemen oldu. Suriye İç Savaşı sırasında Türkiye'nin Esad karşıtı muhalif gruplere destek vermesi nedeniyle iki ülke ilişkileri tekrar gerildi ve diplomatik ilişkiler askıya alındı. Haziran 2012'de bir Türk jetinin Suriye tarafından düşürülmesinin ardından Türkiye NATO'ya acil toplanma çağrısı yaptı. 2012'nin ekim ayında Suriye'den Türkiye'ye top mermisi atılması sonrasında ise Türkiye, Suriye sınırına MIM-104 Patriot tipi savunma füzeleri konuşlandırdı. 2013'ün eylül ayında ise bir Suriye helikopteri sınırı ihlâl ettiği gerekçesiyle Türk jetleri tarafından düşürüldü.

2024 yılı  Aralık ayına kadar süren bu karanlık dönem, cihatçı bir örgüt olan Heyet Tahrir el Şam ve onu destekleyen grupların on gün içinde, ciddi bir mukavemetle karşılaşmadan, önce Halep'i sonra da Şam'ı teslim alması ve Beşşar Esad'ın Moskova'ya sığınmasıyla  sona erdi.

Türkiye'nin, Şam'da iktidarı sahiplenen Heyet Tahrir el Şam liderliği ile iyi ilişkiler sürdürdüğü yeni bir döneme girilmiş bulunuyor. Heyet Tahrir el Şam grubunun arka planda ABD ve İsrail tarafından desteklendiği öne sürülüyor. Türkiye'den Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve MİT başkanı İbrahim Kalın'ın Şam'a giderek, geçici yönetim ve Heyet Tahrir el Şam lideri Ahmet Şara ( cihatçı ismiyle Golani) ile görüşmelerinin uluslararası yankıları oldu. Türkiye'nin Şam'daki iktidar değişikliğinden kazançlı çıktığı bazı yorumcular tarafından iddia ediliyor.Oysa, 54 yıllık Baas/Esad rejiminin yıkılması ile sonuçlanan operasyonun arka planında kamuyuna  yansıtılmayan pek çok ayrıntı var. Türkiye için en önemli mesele, Kobani sınır bölgesinde yerleşik PYD/YPG kürt tedhişçilerinin Suriye'den çekilmeleri ve dolayısıyla Türkiye'ye yönelik terör faaliyetlerinin son bulması. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, bu beklentimizi bir kaç kez net olarak ifade etti. Bu noktada, ABD'nin tutumu devreye giriyor. Önceleri gizlenmek istenen, ancak sonradan ortaya konan deliller üzerine ABD tarafından da PKK'nın uzantısı olduğu kabul edilen PYD/YPG mevcudiyeti, Türkiye için bir beka sorunu. ABD -Türkiye ilişkilerindeki bu çıban başının temizlenmesi, hem Suriye için hem de ABD-Türkiye ilişkilerinin sağlıklı bir yola girmesi bakımından yaşamsal önemde.  Bu noktada, şu sorunun yanıtı da verilmeli. ABD'nin , PYD/YPG oluşumunu desteklemesinin nedeni nedir? Başlangıçta, PYD/YPG kürt grubunun silahlandırılarak,   İŞİD (Irak-Şam İslam Devlet) ya da DEAŞ ismiyle anılan aşırı İslamcı  anarşistlerin yok edilmesi değil miydi? ABD, bunun Türk Silahlı Kuvvetlerince yapılması mümkün iken, neden YPG/PYD'nin devreye girmesini tercih etti. Hem de Türkiye'nin bundan rahatsız olacağını bildiği halde?

Bu sorunun yanıtı çok zor değil. Bazı uluslararası platformlarda ve diplomatik çevrelerde ortaya konulan görüşe göre, ABD'nin silah temini, eğitimi ve istihbarat paylaşımı suretile kürt gönüllülerini desteklemesinin asıl amacının, İsrail'in güvenliğinin sağlanmasında, Suriye ve Irak'taki kürt gönüllülerin kullanılması olduğu, İŞİD'le mücadelenin bir bahane olduğu öne sürülüyor.

YPG/PYD sorunu  ABD'nde 20 Ocak 2025'de göreve başlayan İkinci Trump yönetimi tarafından nasıl değerlendirilecek?  Biden yönetiminin son döneminde Kobani bölgesindeki ABD askeri mevcudiyetinin 900'den 2 bine yükseltilmesi bu alanda bir işaret olabilir mi?

YPG /PYD sorunu ileri bir aşamada, Türkiye'nin İsrail ile karşı karşıya gelmesine neden olabilir mi?
Bu karmaşık sorunun yanında çözüm bekleyen başka acil sorunlar da var. Suriye'de Esad rejiminin baskılarından ve zülum politikasından kaçan milyonlarca Suriyelinin güvenli ve düzenli  şekilde yurtlarına dönmeleri, kapsamlı hazırlık gerektiren sosyal bir olgu. Türkiye'de resmi kayıtlara göre 3,5 milyon Suriyeli göçmen yaşıyor. Resmi olmayan bazı kaynaklara göre, bu sayının 5 milyonu bulduğu söyleniyor.
Suriye'de Baas/Esad döneminin sona ermesi bir çok bakımdan olumlu beklentiler yaratmış olmakla birlikte, Suriye'nin yakın tarihindeki istikrarsızlıkların ve krizlerin izleri kolayca silinebilecek mi?  Oldukça zor görünüyor...

No comments:

Post a Comment