Deniz
bilimci gözüyle: Kanal İstanbul
Deniz
bilimci Öztürk, Akdeniz, Ege, Marmara ve Karadeniz’deki olası büyük değişimleri ve tehlike
leri gündeme
getiriyor..
Prof. Bayram
Öztürk
Cumhuriyet Bilim ve Teknik dergisine 2012
yılında Prof. Emin Özsoy ile birlikte yazdığımız “Çılgın Proje sarsıyor “
konulu yazının ardından 7 yıl geçti ve gördüm ki yazdıklarımızın hiçbir kıymeti
yokmuş. Olsun gene de yazmaya devam edeceğim. Zira telafisi imkansız doğa hasarlarına
karşı halkı aydınlatmak gerekiyor.
Can
çekişmekte olan iç denizimiz Marmara ne olur?
Ölür mü?
Karadeniz’in
duyarlı su dengesi değişir mi?
Halen
“Akdenizleşme” süreci yaşayan Karadeniz ekosistemi nasıl etkilenir?
Bu doğa
katliamını nasıl böyle hoyratça yapabilirsiniz? Karadeniz’e kıyısı olan komşu
ülkeleri bırakın bir yana, uluslararası toplumdan itiraz gelmeyeceğini nasıl
varsayabilirsiniz?
Biyolojik
Çeşitlilik sözleşmesini imzalamış bir ülke diğer ülkelere zarar vermemeli. Evet
Marmara bizim tabi ama suyun, hidrolojik dengenin pasaportu yok ki.. Projenin
olumsuz etkilerinden başka uluslar da etkilenir mi?
Rusya
terketmişti
Önerilen
böyle mega projelerin çok büyük titizlikle ele alınması gerekir. Bir örnek
vermek gerekirse, 1980’lerde Sovyet Rusya, kuzey denizlerine dökülen nehirleri
tersine çevirerek sularını çölleşen Orta Asya bölgelerine aktarmak istemiş,
yaratacağı tahribat ve iklim değişimi nedeniyle, uluslararası kurumların
uyarılarıyla terk etmek zorunda kalmıştı.İsrail de deniz seviyesinin 400m
altındaki
Ölü Deniz ile Akdeniz’i birbirine bağlayarak 100MW kadar elektrik üretilmesi
projesi ilk kez 19. yüzyılda gündeme gelmişti. Ancak
hem Ölü
Deniz’in kuruma olasılığı hem de kimyasal ve kozmetik üreten
tesislerin
havzaya yapacağı tahribat ağır bastı. Onun yerine Kızıl Deniz’den bağlantı
yapma fikri ağırlık kazandı.
Ama Kızıl
Deniz mercanlarına ve yer altı sularına olası etkileri nedeniyle, projenin
yapımına cesaret edilemedi, sadece bir prototipinin denenmesi
kararlaştırılabildi.
Projenin
tartışmaları hala sürüyor.
Evet, Kanal
bizim denizlerimiz arasında, hukuki olarak kimseye sormak zorunda değiliz, ama
hiçbir ülkeyi veya bayrağı ne olursa olsun hiçbir gemiyi bu kanala
yönlendirmeyiz.
Çünkü Montrö sözleşmesine göre bütün gemiler kılavuzsuz dahi boğazdan geçme
hakkına sahip.
Kimseyi zorlayamayacağımıza göre acaba Montrö’yü mü
değiştirmek veya tartıştırmak istiyoruz? Ben bunu düşünmek bile istemiyorum.
Son derece
narin sistem
Türk
Boğazlar Sistemi hem karada hem denizde son derece narin bir sistemdir.
Akdeniz’den Karadeniz’e, iklimsel değişimlerin en hızlı olduğu yerdir.
Çanakkale
Boğazı’ndan
Karadeniz’e doğru seyahat ederken, bitki örtüsündeki hızlı değişimin ne kadar
duyarlı bir doğal yapıyı yansıttığını hemen fark edersiniz. Aynı durum, deniz canlıları
için de geçerlidir. Bu narin altyapı, ilgili kuramın dünyadaki en özel örneğini
oluşturan bir akışkanlar mekaniği harikası sayesinde ayakta
durmaktadır.
Bu altyapı, farklı yoğunlukta iki deniz arasında oluşan iki tabakalı akımda, az
yoğun taraftaki eşik (Karadeniz çıkışında) ile daha yoğun taraftaki daralmanın (Akıntıburnu
kesiti) sağladığı hidrolik kontrollerle belirlenen nadir bir durumdur.
Karadeniz ve
Marmara arasındaki ortalama 30-40 cm seviye farkı ile İstanbul Boğazı iki yönlü
akımları, sık sık ekstremlere kayabilen dinamik bir dengede tutulabilmektedir.
25 m derinlikteki geniş bir kanalla bu iki denizi birbirine bağlarsanız, gerçek
boğazdaki gibi iki yönlü fakat “maksimum değişim”e uymayan bir rejim tesis
edilecek, iki yönlü akımlar her iki boğazda da azalacak, önceki
seviye farkı
korunamayarak, denge altüst olacaktır.
Karadeniz’in su bütçesi bozulur
Ama burada
asıl önemli konu, bölgesel ölçekte büyük zararı olacağını düşündüğümüz
Karadeniz su bütçesinin bozulmasıdır. Karadeniz’in su dengesi yukarıda bahsedilen
hidrolik kontrollerin varlığı sayesinde sürdürülmektedir ve
bin
yıllardır niteliksel bir değişim göstermemiştir.
Son defa
değişim gösterdiğinde ise (yaklaşık 7500 yıl önce) Nuh tufanı söylencelerine
kaynaklık edecek büyüklükte değişimlere yol açmış olduğu
paleo-iklim
ve jeoloji kayıtlarıyla sabittir.
İstanbul ve
Çanakkale Boğazlarındaki su alışverişini düzenleyen hidrolik kontrol ve
maksimum değişim rejimi saf dışı kalacağından, su seviyesi farklarının azalması
ile, üst ve alt tabaka akıntılarında önemli değişimler olacak,
Karadeniz’in
su bütçesi ve dolaylı olarak dikey karışımı, atmosferle yüzey etkileşimi
değişecek, bunun sonucunda sadece Türk Boğazlar sistemi değil Avrasya bölgesel iklimi
etkilenebilecektir. Yani, Karadeniz’in tuzluluğu, dolayısıyla su kütlelerinin
dikey karışımı artabilecek, bu da ekosistemin en duyarlı olduğu suboksik ara
tabakanın ve hidrojen sülfür seviyesinin değişimine neden olabilecektir. Bu ise
zincirleme olarak balık göçleri ve üremelerini etkileyecektir.
Şu anda
Karadeniz ve Akdeniz’e kıyasla sürekli yüksek plankton konsantrasyonları
sergileyen Marmara’da, üretim fazlası ile oluşan yapışkan detrital malzeme
“deniz karı” olarak çökelmekte ve derin Marmara çukurlarında
oksijeni
tüketmektedir. Yüzeyden keskin bir tabakalaşma ile ayrılan alt suların şu anda
tümüyle anoksik hale gelmemiş olması Çanakkale Boğazı’ndan giren alt akıntı sayesindedir.
Karadeniz
sularının açılan kanalla daha çok ve engelsiz olarak Marmara’ya ulaşması, buna
karşıt alt akıntının azalması, hem daha çok ötrofikasyona ve şu anda da gözlenmekte
olan alg patlaması ve red tide gibi artışlara neden olacak daha fazla organik
madde çökelmesiyle alt su kütlesi oksijen yetersizliği’nden (hypoxia) oksijensiz
koşullara (anoxia) doğru hızlı bir şekilde evrilebilecektir.
Her ne kadar
1995 yılından beri Marmara Denizi’nde H2S görülmeye başlamışsa da bunu
engelleyen halen Çanakkale’den giren alt sular ve rüzgarlara bağlı dikey
karışımlardır.
Marmara
kirlenecek
İkinci
boğazdan yeni giren suyun, kıyıya daha yakın bölgeden çekilmesi ile, mevcut
İstanbul Boğazı akıntısına göre (biyolojik ve kimyasal açıdan) çok daha kirli
olacağı ve miktar olarak artacağı açıktır. Artan Karadeniz etkisi ile pelajik canlıların,
balık göç yol ve davranışının, kışlama alanlarının etkilenmesi, Marmara’nın
hemen hemen yarısını kaplayan sığ bölgelerde dip canlılarının yok olması kaçınılmaz
olabilir.
Olumsuz
etkiler sadece Karadeniz Marmara ile sınırlı kalmayıp Çanakkale Boğazı’nı ve
kuzey Egeyi de tehdit edebilecektir. Bu tehditler toplu olarak ele alındığında,
halen stres altındaki ekosistemin zamanla çöküşünü getirebilir.
İstanbul
Boğazı’na rakip yeni boğaz denizel canlıların göç olanaklarını artıracak, bu
durumda daha fazla Akdeniz kökenli türler Karadeniz’e girecek, halen de
gözlenmekte
olan Karadeniz’in Akdeniz’leşmesi süreci hızlanacaktır.
Karadeniz
balıkçılığı ölebilir
Birçok
göçmen balık türünün Karadeniz’e geçmesi şu an çeşitliliği az ama ekonomik
değeri büyük türlere dayalı Karadeniz balıkçılığını olumsuz etkileyebilecektir.
Unutmayalım ki Lesseps göçü ile Süveyş’ten giren Hint
Okyanusu
kökenli canlılar Akdeniz’deki balık türlerinin %20’sini oluşturmakta,
yeni deniz
anaları ve balon balıkları gibi zehirli ve tehlikeli türleri Akdeniz’e
taşımaktadırlar.
Atlantik’ten
gelip 1990’larda Karadeniz’e yerleşen Taraklı Medüz (Mnemiopsis leidyi) ise
Don-Volga Kanalı’ndan Hazar Denizi’ne ulaşarak, orada büyük tahribat yapmıştır.
Ayrıca
Karadeniz’de artık Balon balıklarına bile rastlanmaktadır.
Kanal
yapılırsa, akıntı rejimi değişeceğinden İstanbul’un mevcut arıtma sistemi
etkisiz kalabilir ve Marmara yüzey sularının daha da fazla kirlenmesine yol
açabilir.
Özetle;
ÇED raporu
sonucunda; Karadeniz’in su bütçesi değişmeyecekse,
Buna bağlı
bütün bölgede iklim değişmeyecekse, Marmara Denizi daha fazla kirlenmeyecekse,
Karasal ortamda yani Kanal’ın geçtiği yerlerde sosyal doku bozulmayacaksa veya
verilen zararın boyutu ve telafisini öğrenebilirsek, daha fazla yorum ve
tartışma yapabilir ve otuz yılı aşkın deniz bilimlerindeki birikimim nedeniyle
sorunun çözümüne katkıda bulunabilirim.
No comments:
Post a Comment