Saturday, January 11, 2020

Prof. Bayram Öztürk'ün Kanal İstanbul konulu yazısı


Deniz bilimci gözüyle: Kanal İstanbul
Deniz bilimci Öztürk, Akdeniz, Ege, Marmara ve Karadeniz’deki  olası büyük değişimleri ve tehlike
leri gündeme getiriyor..

Prof. Bayram Öztürk
Cumhuriyet Bilim ve Teknik dergisine 2012 yılında Prof. Emin Özsoy ile birlikte yazdığımız “Çılgın Proje sarsıyor “ konulu yazının ardından 7 yıl geçti ve gördüm ki yazdıklarımızın hiçbir kıymeti yokmuş. Olsun gene de yazmaya devam edeceğim. Zira telafisi imkansız doğa hasarlarına karşı halkı aydınlatmak gerekiyor.

Can çekişmekte olan iç denizimiz Marmara ne olur?
Ölür mü?
Karadeniz’in duyarlı su dengesi değişir mi?
Halen “Akdenizleşme” süreci yaşayan Karadeniz ekosistemi nasıl etkilenir?
Bu doğa katliamını nasıl böyle hoyratça yapabilirsiniz? Karadeniz’e kıyısı olan komşu ülkeleri bırakın bir yana, uluslararası toplumdan itiraz gelmeyeceğini nasıl
varsayabilirsiniz?
Biyolojik Çeşitlilik sözleşmesini imzalamış bir ülke diğer ülkelere zarar vermemeli. Evet Marmara bizim tabi ama suyun, hidrolojik dengenin pasaportu yok ki.. Projenin olumsuz etkilerinden başka uluslar da etkilenir mi?

Rusya terketmişti

Önerilen böyle mega projelerin çok büyük titizlikle ele alınması gerekir. Bir örnek vermek gerekirse, 1980’lerde Sovyet Rusya, kuzey denizlerine dökülen nehirleri tersine çevirerek sularını çölleşen Orta Asya bölgelerine aktarmak istemiş, yaratacağı tahribat ve iklim değişimi nedeniyle, uluslararası kurumların uyarılarıyla terk etmek zorunda kalmıştı.İsrail de deniz seviyesinin 400m
altındaki Ölü Deniz ile Akdeniz’i birbirine bağlayarak 100MW kadar elektrik üretilmesi projesi ilk kez 19. yüzyılda gündeme gelmişti. Ancak
hem Ölü Deniz’in kuruma olasılığı hem de kimyasal ve kozmetik üreten
tesislerin havzaya yapacağı tahribat ağır bastı. Onun yerine Kızıl Deniz’den bağlantı yapma fikri ağırlık kazandı.

Ama Kızıl Deniz mercanlarına ve yer altı sularına olası etkileri nedeniyle, projenin yapımına cesaret edilemedi, sadece bir prototipinin denenmesi kararlaştırılabildi.
Projenin tartışmaları hala  sürüyor.
Evet, Kanal bizim denizlerimiz arasında, hukuki olarak kimseye sormak zorunda değiliz, ama hiçbir ülkeyi veya bayrağı ne olursa olsun hiçbir gemiyi bu kanala
yönlendirmeyiz. Çünkü Montrö sözleşmesine göre bütün gemiler kılavuzsuz dahi boğazdan geçme hakkına sahip.

Kimseyi  zorlayamayacağımıza göre acaba Montrö’yü mü değiştirmek veya tartıştırmak istiyoruz? Ben bunu düşünmek bile istemiyorum.

Son derece narin sistem

Türk Boğazlar Sistemi hem karada hem denizde son derece narin bir sistemdir. Akdeniz’den Karadeniz’e, iklimsel değişimlerin en hızlı olduğu yerdir. Çanakkale
Boğazı’ndan Karadeniz’e doğru seyahat ederken, bitki örtüsündeki hızlı değişimin ne kadar duyarlı bir doğal yapıyı yansıttığını hemen fark edersiniz. Aynı durum, deniz canlıları için de geçerlidir. Bu narin altyapı, ilgili kuramın dünyadaki en özel örneğini oluşturan bir akışkanlar mekaniği harikası sayesinde ayakta
durmaktadır. Bu altyapı, farklı yoğunlukta iki deniz arasında oluşan iki tabakalı akımda, az yoğun taraftaki eşik (Karadeniz çıkışında) ile daha yoğun taraftaki daralmanın (Akıntıburnu kesiti) sağladığı hidrolik kontrollerle belirlenen nadir bir durumdur.

Karadeniz ve Marmara arasındaki ortalama 30-40 cm seviye farkı ile İstanbul Boğazı iki yönlü akımları, sık sık ekstremlere kayabilen dinamik bir dengede tutulabilmektedir. 25 m derinlikteki geniş bir kanalla bu iki denizi birbirine bağlarsanız, gerçek boğazdaki gibi iki yönlü fakat “maksimum değişim”e uymayan bir rejim tesis edilecek, iki yönlü akımlar her iki boğazda da azalacak, önceki
seviye farkı korunamayarak, denge altüst olacaktır.

Karadeniz’in  su bütçesi bozulur

Ama burada asıl önemli konu, bölgesel ölçekte büyük zararı olacağını düşündüğümüz Karadeniz su bütçesinin bozulmasıdır. Karadeniz’in su dengesi yukarıda bahsedilen hidrolik kontrollerin varlığı sayesinde sürdürülmektedir ve
bin yıllardır niteliksel bir değişim göstermemiştir.

Son defa değişim gösterdiğinde ise (yaklaşık 7500 yıl önce) Nuh tufanı söylencelerine kaynaklık edecek büyüklükte değişimlere yol açmış olduğu
paleo-iklim ve jeoloji kayıtlarıyla sabittir.

İstanbul ve Çanakkale Boğazlarındaki su alışverişini düzenleyen hidrolik kontrol ve maksimum değişim rejimi saf dışı kalacağından, su seviyesi farklarının azalması ile, üst ve alt tabaka akıntılarında önemli değişimler olacak,
Karadeniz’in su bütçesi ve dolaylı olarak dikey karışımı, atmosferle yüzey etkileşimi değişecek, bunun sonucunda sadece Türk Boğazlar sistemi değil Avrasya bölgesel iklimi etkilenebilecektir. Yani, Karadeniz’in tuzluluğu, dolayısıyla su kütlelerinin dikey karışımı artabilecek, bu da ekosistemin en duyarlı olduğu suboksik ara tabakanın ve hidrojen sülfür seviyesinin değişimine neden olabilecektir. Bu ise zincirleme olarak balık göçleri ve üremelerini etkileyecektir.

Şu anda Karadeniz ve Akdeniz’e kıyasla sürekli yüksek plankton konsantrasyonları sergileyen Marmara’da, üretim fazlası ile oluşan yapışkan detrital malzeme “deniz karı” olarak çökelmekte ve derin Marmara çukurlarında
oksijeni tüketmektedir. Yüzeyden keskin bir tabakalaşma ile ayrılan alt suların şu anda tümüyle anoksik hale gelmemiş olması Çanakkale Boğazı’ndan giren alt akıntı sayesindedir.

Karadeniz sularının açılan kanalla daha çok ve engelsiz olarak Marmara’ya ulaşması, buna karşıt alt akıntının azalması, hem daha çok ötrofikasyona ve şu anda da gözlenmekte olan alg patlaması ve red tide gibi artışlara neden olacak daha fazla organik madde çökelmesiyle alt su kütlesi oksijen yetersizliği’nden (hypoxia) oksijensiz koşullara (anoxia) doğru hızlı bir şekilde evrilebilecektir.

Her ne kadar 1995 yılından beri Marmara Denizi’nde H2S görülmeye başlamışsa da bunu engelleyen halen Çanakkale’den giren alt sular ve rüzgarlara bağlı dikey
karışımlardır.

Marmara kirlenecek
İkinci boğazdan yeni giren suyun, kıyıya daha yakın bölgeden çekilmesi ile, mevcut İstanbul Boğazı akıntısına göre (biyolojik ve kimyasal açıdan) çok daha kirli olacağı ve miktar olarak artacağı açıktır. Artan Karadeniz etkisi ile pelajik canlıların, balık göç yol ve davranışının, kışlama alanlarının etkilenmesi, Marmara’nın hemen hemen yarısını kaplayan sığ bölgelerde dip canlılarının yok olması kaçınılmaz olabilir.

Olumsuz etkiler sadece Karadeniz Marmara ile sınırlı kalmayıp Çanakkale Boğazı’nı ve kuzey Egeyi de tehdit edebilecektir. Bu tehditler toplu olarak ele alındığında, halen stres altındaki ekosistemin zamanla çöküşünü getirebilir.

İstanbul Boğazı’na rakip yeni boğaz denizel canlıların göç olanaklarını artıracak, bu durumda daha fazla Akdeniz kökenli türler Karadeniz’e girecek, halen de
gözlenmekte olan Karadeniz’in Akdeniz’leşmesi süreci hızlanacaktır.

Karadeniz balıkçılığı ölebilir
Birçok göçmen balık türünün Karadeniz’e geçmesi şu an çeşitliliği az ama ekonomik değeri büyük türlere dayalı Karadeniz balıkçılığını olumsuz etkileyebilecektir. Unutmayalım ki Lesseps göçü ile Süveyş’ten giren Hint
Okyanusu kökenli canlılar Akdeniz’deki balık türlerinin %20’sini oluşturmakta,
yeni deniz anaları ve balon balıkları gibi zehirli ve tehlikeli türleri Akdeniz’e taşımaktadırlar.

Atlantik’ten gelip 1990’larda Karadeniz’e yerleşen Taraklı Medüz (Mnemiopsis leidyi) ise Don-Volga Kanalı’ndan Hazar Denizi’ne ulaşarak, orada büyük tahribat yapmıştır.

Ayrıca Karadeniz’de artık Balon balıklarına bile rastlanmaktadır.
Kanal yapılırsa, akıntı rejimi değişeceğinden İstanbul’un mevcut arıtma sistemi etkisiz kalabilir ve Marmara yüzey sularının daha da fazla kirlenmesine yol açabilir.

Özetle;
ÇED raporu sonucunda; Karadeniz’in su bütçesi değişmeyecekse,
Buna bağlı bütün bölgede iklim değişmeyecekse, Marmara Denizi daha fazla kirlenmeyecekse, Karasal ortamda yani Kanal’ın geçtiği yerlerde sosyal doku bozulmayacaksa veya verilen zararın boyutu ve telafisini öğrenebilirsek, daha fazla yorum ve tartışma yapabilir ve otuz yılı aşkın deniz bilimlerindeki birikimim nedeniyle sorunun çözümüne katkıda bulunabilirim.


No comments:

Post a Comment