Thursday, April 18, 2024

The Washington Post Breaking News April 18, 2024 : U.S. vetoes U.N. resolution that would grant full member status to Palestinian state

 


The Washington Post 
Unsubscribe

12:47 AM (28 minutes ago)
to me
Sign up for alerts
The Washington Post
Alert
 

World Alert

April 18, 5:47 p.m. EDT

 


The United States voted against a U.N. Security Council resolution that aimed to extend full member status to a Palestinian state. Robert Wood, the alternate American representative to the United Nations, said afterward that Washington “continues to strongly support a two-state solution.”

Read more

The Washington Post Breaking News , April 8, 2024 : Twelve jurors have been selected in Trump's N.Y. hush money trial

 

Sign up for alerts
The Washington Post
Alert
 

Breaking News

April 18, 4:54 p.m. EDT

 

Twelve jurors have been selected in Trump’s N.Y. hush money trial after two were dismissed earlier in the day

A dozen jurors have been selected to hear former president Donald Trump’s hush money trial in Manhattan, rapidly pushing the proceedings closer toward opening statements. Jury selection is expected to continue Friday as alternates are sought.

Read more

NATO - 18 April 2024 : NATO Deputy Secretary General to visit the United States of America

 

 

Press Release

18 April 2024

 

NATO Deputy Secretary General to visit the United States of America

From 19 to 26 April 2024, the NATO Deputy Secretary General, Mr Mircea Geoană, will travel to the United States of America.

On Friday 19 April, the Deputy Secretary General will travel to Washington DC, where he will attend a dinner to mark the 20th anniversary of Romania’s accession to NATO.

On Monday 22 April, Mr Geoană will meet with senior U.S. Administration Officials.

On Tuesday 23 April, the Deputy Secretary General will speak at the Special Competitive Studies Project (SCSP). He will also meet the Deputy Secretary of State, Mr Kurt Campbell, and the Acting Deputy Under Secretary of Defense for Policy, Ms Melissa Dalton.

On Wednesday 24 April, Mr Geoană will be in Boston, Massachusetts where he will visit Mass Challenge, part of NATO’s Defence Innovation Accelerator for the North Atlantic. He will also address students and faculty at the Harvard Kennedy School.

On Thursday 25 April, the Deputy Secretary General will travel to Purdue, Indiana, where he will meet US Senator Todd Young, and will engage with private sector representatives and academia at Krach Institute for Tech Diplomacy and Purdue University.

On Friday, 26 April, Mr Geoană will be in Chicago, Illinois. He will attend a meeting of the Chicago Council on Global Affairs.

Sedat Ergin 31 Mart Yerel Seçimi analizi (5) Güneydoğu’daki seçim sonuçları bize ne anlatıyor? Nisan 18, 2024 07:58

 Sedat  Ergin 

31 Mart Yerel Seçimi analizi (5) Güneydoğu’daki seçim sonuçları bize ne anlatıyor?

Nisan 18, 2024 07:58

5dk okuma

Paylaş


Dünkü yazımda 31 Mart yerel seçimlerine katılım oranının düşüklüğünü değerlendirmeye çalışırken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerindeki rakamlar özellikle dikkatimi çekti ve beni bu bölgeye biraz daha yakından bakmaya yöneltti.

Haberin Devamı


Tabii bu amaçla yola koyulurken, her seçimde bu bölgelerde katılımın genellikle ülke ortalamasının altında seyrettiği belirtilerek, bu durumun olağan karşılanması gerektiği görüşü öne sürülebilir.


Gelgelelim rakamlara baktığımızda, bu bölgelerde 2019 yerel seçimi oranlarının ciddi ölçülerde altına inilmesi bir meselenin varlığına işaret ediyor. 2019 yılının yüzde 84.66 ve son 31 Mart seçiminin yüzde 78.55 olan katılım oranları arasındaki altı puanlık farkın da üstüne çıkan bir gerilemeden söz ediyoruz.


BÖLGEDEKİ GENEL GÖRÜNTÜ KATILIMIN DÜŞÜKLÜĞÜ


Örneğin, Diyarbakır’da bundan beş yıl önce 31 Mart 2019 tarihinde gerçekleşen yerel seçimde katılım oranı yüzde 78.60 çıkmıştı. Buna karşılık, geçen 31 Mart’ta Diyarbakır’da katılım oranı belediye başkanlığı sandıklarında yüzde 67.34’e kadar inmiştir. Bu oran belediye meclisi sandıklarında yüzde 67.01’e kadar düşmüştür. Her halükarda arada yaklaşık 11.5 puan gibi bir fark söz konusu.


Bölgede bir iki ilden daha örnek vererek konuyu açmaya çalışalım. Örneğin, Van’da 2019 yerel seçiminde katılım oranı 78.36 iken, 31 Mart’ta bu oran 67.38 olmuştur. Keza Mardin’de 2019 yılındaki oran 80.61 iken, bu kez 73.09’a inmiştir. Bölgedeki genel görüntü bu yöndedir.


Ayrıca, bundan 10.5 ay önce yapılan milletvekili seçimindeki katılım oranları ile kıyaslandığında, bölgedeki düşüşler daha da sert görünüyor. Örneğin, Diyarbakır’da 14 Mayıs 2023 milletvekili seçiminde katılım oranı yüzde 81.72 oranında gerçekleşmişti.


31 Mart Yerel Seçimi analizi (5) Güneydoğu’daki seçim sonuçları bize ne anlatıyor


SANDIĞA GİDENLERİN SAYISINDA 157 BİNLİK GERİLEME


Diyarbakır örneğinden devam edersek, meseleyi şöyle ifade edebiliriz. Geçen 14 Mayıs’taki milletvekili seçiminde Diyarbakır’da 937 binin üstünde vatandaş oy vermek üzere sandık başına gitmişti. Geçen süre zarfında seçmen sayısı bu ilimizde 17 bin kadar artmıştır. Buna karşılık, 31 Mart’ta Diyarbakır’da oy vermek üzere sandığa giden insanların sayısı 780 binde kalmıştır. Aradaki fark 157 bindir.


Tabii ki meselenin birçok boyutu var. Bu durum, öncelikle ülke genelinde tanıklık ettiğimiz katılımdaki düşüş yönelişinin bir yansımasıdır. AK Parti’nin ülkedeki toplam oy kaybına bakıldığında, değindiğimiz yönelişin sonuçları bu partide daha belirgin yaşanmıştır 31 Mart’ta.


Seçim verileri, katılımın gerilemesinin bazı illerde HDP çizgisinin devamı olan DEM Parti’nin oylarına değişen ölçülerde düşüşler şeklinde yansıdığına işaret ediyor. Yine Diyarbakır örneğinden giderek göstermeye çalışalım.


Bu ilimizde 2019 yerel seçiminde büyükşehir belediye meclisi sandıklarında HDP’ye 474 bin oy kullanılmıştı. HDP’den seçilen belediye başkan adayı Dr. Selçuk Mızraklı’ya ise 490 bin oy çıkmıştı. Tam beş yıl sonra HDP’nin uzantısı olan DEM Parti’nin oyu büyükşehir meclisinde 445 bine gerilemiştir. Bu partiden belediye başkanı seçilen Ayşe Serra Bucak Küçük ise 463 bin oy almıştır.


MİLLETVEKİLİ SEÇİMİ İLE KIYASLANDIĞINDA DEM PARTİ VE AK PARTİ KAYIPLARI


Diyarbakır’da belediye meclisi oylarını geçen yılki milletvekili seçimi ile kıyasladığımızda, düşüş çizgisi daha da dikkat çekicidir. Katılım oranının yüzde 81.72’ye yükseldiği bu seçimde HDP çizgisindeki Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’ne (Yeşil-Sol Partisi) 561 bin oy çıkmıştı.


Bu siyasi hareketin oyu 31 Mart’ta DEM Parti’de 445 bine gerilemiştir. Aradaki düşüş miktarı 115 bin dolayındadır. AK Parti de Diyarbakır’da 14 Mayıs’a kıyasla 80 bin civarında oy kaybına uğramıştır.


Geçen mayıs seçimi üzerinden kıyaslama yapıldığında, diğer illerden de şu örnekler verilebilir. Geçen mayısta Van’da 287 bin dolayında olan Yeşil-Sol Partisi oyları bu kez 240 bin dolayına gerilemiştir. Mardin’de ise 242 binden 202 bine doğru bir gerileme söz konusudur.


Ancak bu düşüşlere rağmen DEM Parti’nin bu illerde başat siyasi aktör olarak yerini koruduğunu teslim etmemiz gerekir, yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen.


HÜDA PAR GÜNEYDOĞU’DA ZEMİN KAZANIYOR


Öte yandan, Diyarbakır’da alınan sonuçlar bölgedeki oy hareketlerinin doğrultularını göstermesi bakımından da önemlidir.


Öncelikle, varılan mutabakat çerçevesinde geçen mayıs ayında adayları AK Parti listesinden seçime katılan HÜDA PAR, bu kez kendi başına yarışa dahil olmuş ve bölgede elle tutulur bir varlık göstermiştir.


HÜDA PAR’ın Diyarbakır Büyükşehir Meclisi’nde 55 binin üstünde oy aldığına dikkate aldığımızda, bu oy geçişinin azımsanmayacak bir miktarının AK Parti’den geldiğini tahmin etmek güç değildir.


Yeniden Refah Partisi’nin bu zaman zarfında oyunu 14 binden 29 bine çıkartması, yani iki kat arttırmış olması da yine belli ölçülerde iktidar partisinin kayıpları bağlamında okunabilir.


Diyarbakır’da karşımıza çıkan kalıbın Güneydoğu Anadolu’nun birçok ilinde değişen oranlarda tekrarlandığını söyleyebilmek mümkündür.


Bu arada, HÜDA PAR’ın güneydoğuda en kayda değer sonuçlardan birini eskiden beri kuvvetli bir varlık gösterdiği Batman’da aldığını belirtelim. Batman’da il genel meclisi sandıklarında bu partiye 35 binin üstünde oy çıkmıştır.


Ayrıca, Batman merkez ilçesindeki belediye başkanlığı seçiminde HÜDA PAR adayı Serkan Ramanlı, seçimi kazanan DEM Partisi adayı Gülüstan Sönük’ün ardından yarışı ikinci tamamlamıştır. Bir başka anlatımla, HÜDA PAR, il merkezinde ikinci parti konumuna gelmiştir. Sönük’e 122 bin, Ramanlı’ya ise 29 bin oy çıkmıştır.


KATILIMIN DÜŞÜKLÜĞÜNÜN GERİSİNDEKİ MUHTELİF FAKTÖRLER


Bu tabloyu aktardıktan sonra yeniden bölgede seçime katılım oranının düşüklüğü sorusuna dönelim.


Bu soruya yanıt ararken, bölgedeki bazı gazetecilerin, kanaat önderlerinin görüşlerine, bu konuda yayımlanmış değerlendirmelere başvurdum. Örneğin, Diyarbakır’da seçim öncesinde sahada çok sayıda vatandaşla mülakat yapmış olan meslektaşım Ferit Aslan, DEM Parti adayları kazansa bile yeniden kayyum atanacağı beklentisinin çok yaygın ifade edildiğini, bunun katılımın gerilemesinde rol oynadığını söyledi.


Öte yandan, DEM Parti’de seçimler öncesinde aday belirlemek amacıyla ön seçim yapılmasına karşılık, partinin yönetici kadrolarının çıkan sonuçların bir bölümüne itibar etmemelerinin yol açtığı rahatsızlıkların da bu partiden katılımı olumsuz yönde etkilediği sıkça vurgulanıyor.


GÜNEYDOĞU’DAN İSTANBUL’A DOĞRU DEĞİŞEN TUTUMLAR


Bu ihtimallerin her birinin değişen oranlarda belli bir etkisinin olduğu düşünülebilir. Ancak oy miktarında belli kayıplara uğrasa da, DEM Parti, son dönemdeki bütün seçimlerde yaşandığı üzere bölgede birinci parti olma vasfını bir kez daha sergilemiştir.


Sonuçta, geçen dönemde yerel yönetimlerde pek çok soruşturma ve kovuşturmaya uğrayan seçilmiş HDP yöneticilerinin yerine yaygın bir şekilde kayyum atanması uygulamalarına karşılık, bu siyasi hareketin seçmen tabanında partiyi sahiplenme anlamında bir tutum değişikliği söz konusu olmamıştır.


Buraya kadar aktardıklarımız, yalnızca bölgedeki siyasi tabloya odaklanıyor. Ancak yerel seçimin İstanbul cephesine baktığımızda bu partinin seçmenleri açısından farklı siyasi davranışlarla karşılaşıyoruz. İşin bu kısmını ayrıca değerlendirmemiz gerekiyor.


Sedat Ergin 31 MART YEREL SEÇİMİ ANALİZİ (4) Katılım oranı düşüklüğünün gerisindeki dikkat çekici yönelişler

 Sedat Ergin 

31 MART YEREL SEÇİMİ ANALİZİ (4) Katılım oranı düşüklüğünün gerisindeki dikkat çekici yönelişler


Nisan 17, 2024 15:58

5dk okuma

Paylaş


GEÇEN 31 Mart’ta yapılan yerel seçimlerin zihinlerde en çok yer eden yönlerinden biri katılım oranının düşüklüğü oldu.

Haberin Dev


Oran yüzde 78.55 oranında gerçekleşti. AK Parti’yi iktidara getiren 3 Kasım 2002 seçimlerinden bugüne uzanan zaman kesitine baktığımızda en düşük katılım oranlarından birine tanıklık ettik.


Geçen yirmi yılı aşkın zaman zarfında en düşük katılım oranı yüzde 76.25 ile 28 Mart 2004 yerel seçimlerinde yaşanmıştı. Keza, 10 Ağustos 2014 tarihinde yapılan ve Cumhurbaşkanı’nın ilk kez halk tarafından seçildiği cumhurbaşkanlığı seçimi de yine yüzde 77.05 gibi düşük bir oranda gerçekleşmişti.


2002 sonrasındaki seçim verilerine karşılaştırmalı bir şekilde bakıldığında, katılım oranının bu istisnalar dışında yüzde 80’in, hatta çoğunluk yüzde 85’in üstünde seyrettiği gözleniyor.


Çok değil, bundan 10.5 ay önce yapılan milletvekili seçiminde katılım oranının yüzde 88.92 gibi yüksek bir oranda şekillendiği hatırlandığında, yüzde 78.55 bize 10 puanın üstüne çıkan bir gerilemeyi anlatıyor.


SANDIĞA GİDENLERİN SAYISINDA 5.8 MİLYONLUK GERİLEME


Geçen 31 Mart’ta Türkiye’de kayıtlı 61 milyon 430 bin dolayında seçmen kitlesi içinden yalnızca 48 milyon 256 bin kadar vatandaş sandığa giderek oy kullandı. Kaba bir hesapla, her beş seçmenden yaklaşık biri oy kullanmak için sandığa gitmedi.


Oysa geçen mayıs ayındaki seçimde kayıtlı 60 milyon 721 bin seçmen arasından 53 milyon 994 vatandaş oy kullanmıştı. İki seçim arasında sandığa gidenlerin sayısında yaklaşık 5 milyon 800 bin kişilik bir gerileme söz konusudur.


Bütün bu rakamları değerlendirirken, 14 Mayıs 2023’te seçmen sayısı 60 milyon 721 bin iken, geçen yerel seçimde 61 milyon 430’a çıktığını, yani 709 bin kadar genç seçmenin de sisteme girdiğini muhakkak önemli bir faktör olarak hesaba katmalıyız.


31 MART YEREL SEÇİMİ ANALİZİ (4) Katılım oranı düşüklüğünün gerisindeki dikkat çekici yönelişler


EN SERT DÜŞÜŞ ORANI GÜNEYDOĞU’DA


Bu ana fotoğrafı çektikten sonra katılım oranının düşüklüğüne biraz daha detaylı bir şekilde bakabiliriz. Önce en düşük katılımın hangi illerde olduğuna göz atalım. Katılım oranı yüzde 70’in altında çıkan toplam 4 il bulunuyor. Bu iller Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da Bingöl (yüzde 67.13), Diyarbakır (67.34), Van (67.38) ve Ağrı (68.80) şeklinde sıralanıyor.


DEM Parti’nin temsil ettiği siyasi çizginin mutlak üstünlüğe sahip olduğu bu bölgede beliren düşük katılım oranı, öncelikle bu parti açısından düşündürücü bir tablo yaratıyor. Özellikle Diyarbakır’ın Türkiye’de katılımın en düşük olduğu şehirlerden biri çıkması katılım tablosundaki en göze çarpan hususlardan biridir. Bunun gerisindeki nedenler ayrı bir değerlendirmeyi gerekli kılıyor.


Ayrıca, katılım oranının yüzde 70 ile 75 arasında seyrettiği toplam 13 il var ki, bunlar arasında Batman, Bitlis, Şanlıurfa, Mardin, Hakkari gibi güneydoğu illeri hemen karşımıza çıkıyor.


Katılım oranı açısından bu kategoriye giren iller arasında Gaziantep, Erzurum, Elazığ gibi AK Parti’nin geleneksel olarak güçlü olduğu iller de var. Bir başka anlatımla, katılımın düşüklüğü, AK Parti’nin kuvvetli destek zeminine sahip durduğu bir dizi ilde de kendisini gösteriyor.


Bu noktada AK Parti’nin 31 Mart’ta geçen mayıs seçimine kıyasla 4 milyona yaklaşan bir oy kaybına uğradığını da denkleme dahil etmemiz gerekiyor. Değindiğimiz husus iktidar partisinin oy kaybının gerisindeki tek faktör olmamakla birlikte, yine de sandığa gitmeyen geleneksel AK Parti seçmenlerinin burada önemli bir rol oynadığı sonucuna ulaşıyoruz.


EGE’DE KATILIMIN YÜKSEKLİĞİ CHP’YE RÜZGÂR VERDİ


Peki katılımın en yüksek olduğu iller hangileri ve bu başlıktaki veriler bizi hangi sonuçlara taşıyor?


İllerin katılım oranlarına bakıldığında, toplam 35 ilde katılımın yüzde 80 eşiğinin, yani yüzde 78.55 olan Türkiye ortalamasının üstüne çıktığı gözleniyor. En yüksek oy oranı yüzde 85.77 ile Burdur’a ait. Burdur’da il genel meclisinde AK Parti önde olmakla birlikte, il merkezindeki ilçede belediyeyi CHP kazandı.


Katılımın yüzde 80’in üstünde olduğu iller arasında yalnızca 8 büyükşehir belediyesi var. Bunların 6’sında büyükşehir belediye başkanlığını CHP aldı. Sırasıyla: Aydın (yüzde 80.77) Balıkesir (83.28), Denizli (83.45), Eskişehir (80.37), Manisa (84.97), Muğla (81.39) Bu kümede Eskişehir hariç diğer 5 büyükşehrin Ege bölgesinde olduğunu özellikle vurgulamalıyız.


Bu tabloya bakınca, Ege bölgesinde katılımın göreceli yüksekliğinin genelde CHP’nin rüzgarını artırdığını söylemek mümkün. Bu rüzgar, CHP’nin ilk kez Manisa, Denizli ve Balıkesir büyükşehir belediyelerini AK Parti’den almasını beraberinde getirmiştir.


AK Parti’nin ise bu kategori içinde kazandığı yalnızca Ordu (yüzde 80.47) ve Samsun (80.24) büyükşehir belediyeleri var.


İSTANBUL VE ANKARA TÜRKİYE ORTALAMASININ ÜSTÜNDE


Öte yandan, toplam 29 ilde katılım oranı yüzde 75-80 aralığı içinde seyrediyor. Bunlar arasında büyükşehirlerin yarısı yer alıyor. Yüksek nüfusa sahip tam 15 büyükşehir belediyesi bu katılım oranı aralığı içinde.


Bu kategorideki 15 büyükşehirden 8’i CHP’de: Adana (yüzde 75.96), Ankara (79.39), Antalya (78.47), Bursa (78.83), Mersin (78.95), İstanbul (79.28), İzmir (79.02), Tekirdağ (77.80).


Aynı kategoride bulunan şu 7 büyükşehir belediyesi de AK Parti’ye gitti: Hatay (75.77), Kocaeli (76.42), Konya (76.01), Kahramanmaraş (79.31), Kayseri (77.57), Sakarya (80.04), Trabzon (78.15).


Burada dikkat çekici bir durum, bu grupta bulunan özellikle CHP’li büyükşehir belediyelerinin sayıca çoğunun, yüzde 78.55 olan Türkiye katılım ortalamasının genellikle bir miktar üzerinde olmasıdır. İstanbul ve Ankara bu metropoller arasında gösterilebilir.


AK Parti’nin büyükşehir belediyelerini kazandığı Kahramanmaraş ve Sakarya hariç diğer 5 büyükşehirde katılım Türkiye ortalamasının altındadır.


KATILIM 14 MAYIS SEÇİMİYLE KIYASLANDIĞINDA


Katılım oranının partilerin sandıktaki performansına nasıl yansıdığını göstermek bakımından 14 Mayıs seçimleri ile yapacağımız bazı karşılaştırmalar da fikir verici olabilir. Şöyle ki:


14 Mayıs seçiminde katılım yüzde 88.92 gibi oldukça yüksek bir oranla gerçekleşmişti. Bu seçimde yüksek bir katılım oranı sergileyen iller arasında son yerel seçimde katılımda kuvvetli bir düşüş gösteren bazılarıyla ilgili dikkat çekici bir durum var. Bunların azımsanmayacak bir kısmı, AK Parti’nin genellikle güçlü bir destek zeminine sahip olduğu iller.


İki seçim arasında katılım oranında yaklaşık 10.4 puanlık bir düşüş söz konusu. Burada ilginç olan bir yöneliş, katılım oranının 10.4 puanın üstüne çıktığı, daha doğrusu aradaki makasın açıldığı oranda, bu durumun sıkça AK Parti’ye oy kaybı şeklinde yansımasıdır.


Örneğin, 14 Mayıs 2023’te Gaziantep’te katılım oranı yüzde 86.06 olmuştu. 31 Mart yerel seçiminde bu oran 70.76’ya gerilemiştir. İlginçtir ki, geçen milletvekili seçiminde 508 bine yaklaşan AK Parti’nin oyları 31 Mart’ta il genel meclisinde 323 bine inmiştir. Yeniden Refah Partisi’nin de 100 bin dolayında bir oy artışı sağladığı not edilmelidir. Ancak bu miktar düşüldükten sonra kalan aradaki fark yine de dikkat çekicidir.


Bu gibi örnekleri artırmak mümkün.


Sonuçta, 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde katılım oranının düşüklüğünü illere göre sayısal veriler üzerinden okumaya çalıştığımızda ana yönelişleri bu şekilde özetleyebiliriz.







18 Nisan 2024, 17-18 Nisan 2024 Tarihli AB Devlet ve Hükümet Başkanları Özel Zirvesi Sonuçları Hk. Dışişleri Bakanlığı açıklaması

 18 Nisan 2024, 17-18 Nisan 2024 Tarihli AB Devlet ve Hükümet Başkanları Özel Zirvesi Sonuçları Hk.


17-18 Nisan 2024 tarihlerinde Brüksel’de gerçekleştirilen 

Avrupa Birliği (AB) Devlet ve Hükümet Başkanları Özel 

Zirvesi’nde ülkemize ilişkin kabul edilen kararlar, AB’nin 

ülkemize ve küresel gelişmelere dair stratejik vizyon 

eksikliğinin yeni bir örneğidir.

Zirve Sonuçlarında ülkemizle işbirliği ve karşılıklı fayda 

sağlamaya yönelik bir ilişki geliştirilmesinin AB’nin 

stratejik menfaatine olduğu vurgulanmaktadır. Buna karşın,

AB Komisyonu Başkan Yardımcısı/AB Dış İlişkiler ve 

Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Borrell ve AB 

Komisyonu tarafından hazırlanan AB-Türkiye ilişkilerine 

dair Ortak Bildirimde yer alan tavsiyelere ilişkin somut bir 

karar alınamaması ciddi bir tutarsızlıktır.

Türkiye-AB ilişkilerinde ilerleme sağlanmasıyla 

Kıbrıs sorununun ilintilendirilmesi tarafımızdan hiçbir

zaman kabul görmeyecektir. Çok yönlü Türkiye-AB 

ilişkilerini Kıbrıs meselesine indirgeyen 

anlayıştan vazgeçilmesi gerekmektedir. 

Böylesi bir zihniyet, Kıbrıs sorununa veya diğer 

bölgesel ve küresel meselelere olumlu ve yapıcı bir katkı 

sunamaz.

Aday ülke Türkiye, AB üyeliği konusunda kararlılığını 

korumaktadır. Bununla beraber, işbirliğimizin seçici 

bir anlayışla, bazı alanlarla sınırlanmasını 

reddediyoruz. AB ile diyaloğumuzu, mütekabiliyet 

çerçevesinde, AB'nin önümüzdeki dönemde Türkiye'ye 

yönelik adımlarının hızı, düzeyi ve kapsamına göre ele 

alacağız.

The National Interest April 16, 2024 Tehran's Retaliation Logic by Arman Mahmoudian

 The National Interest 

April 16, 2024

Tehran's Retaliation Logic  


The primary objective of Iran’s April 13 strike could have been to restore what they perceive as deterrence with Israel rather than initiate further escalation.


by Arman Mahmoudian Follow @MahmoudianArman on TwitterL


On April 13, Iran launched an aerial strike against Israel, retaliating for an Israeli attack on its embassy in Damascus, which resulted in the deaths of multiple senior IRGC commanders, including Brigadier General Mohammad Reza Zahedi, a prominent leader of the elite Quds Force. This unprecedented move has plunged the entire region into a new era of escalation. However, considering the survivalist orientation of Iran’s political establishment—founded by Ayatollah Khomeini, who famously prioritized the establishment’s existence over even the fundamental principles of Islam—it seems highly unlikely that Iran would undertake such a significant action without thorough planning. This planning undoubtedly encompasses both the military and political dimensions of their strike. In this context, analyzing Iran’s political and military considerations is crucial before deciding to conduct the attack.


Iran’s military strategy in this conflict appears straightforward. It focuses predominantly on psychological warfare, executed in several phases.


Step One: Exhaust the Enemy’s Morale


The campaign began by creating a deliberate atmosphere of uncertainty and panic among Israelis. This was achieved through a comprehensive use of psychological warfare that permeated official speeches, diplomatic messages, media outlets, and social media platforms. A notable instance was Ayatollah Khamenei’s post on his X account (formerly Twitter), where he issued a warning to Israelis in Hebrew about impending punishment. This extensive campaign served dual purposes: firstly, to reassure the political base of the Islamic Republic that their demands for revenge were being addressed, and secondly, to drain the morale of the IDF and Israeli populace by keeping them in a continuous emotional state of high alert.


Step Two: Reconnaissance in Force


Following the initial psychological operations, the next stage commenced on April 13, when Hezbollah launched a series of rocket barrages from southern Lebanon toward Israel. Although the barrage involved a considerable number of rockets—about forty in the largest wave—it was not enough to overwhelm Israel’s aerial defense capabilities. This stage is likely aimed at serving as a probing attack to assess the IDF’s readiness while escalating the psychological pressure on them. This tactical move helps gauge the enemy’s response and adapt subsequent strategies accordingly.


Step Three: Swarm Attack


On April 13, the Islamic Republic of Iran initiated a significant offensive by launching approximately 170 drones, marking a first in its history. This initial wave was soon followed by 120 ballistic missiles and 30 cruise missiles. Collectively, Iran and its proxies from Iraq, Lebanon, and Yemen targeted Israel with a total of 330 missiles and drones. This high volume of drones, launched from various positions, was likely intended to overwhelm the layers of aerial defense operated by the United States in Iraq and Syria, the United Kingdom in Cyprus, the Jordanian military, and the IDF itself. The strategic objective of this overwhelming assault was likely to ensure that a portion of the ballistic and cruise missiles could penetrate these defenses and reach their intended targets.


As the attack unfolded, initial assessments from various sources indicated that most of the weaponry launched—except for a few impacts on the Nevatim and Ramon Airbases—was intercepted by Israel and its coalition of allies. In fact, the IDF reported that they had successfully shot down 99 percent of the missiles and drones launched by Iran and its Axis of Resistance toward Israel. Despite the relatively large scale of the arsenal deployed, the material impact of the attack in terms of damage to Israeli facilities was minimal. This outcome raises a significant question: Why did the Iranians launch such an extensive attack? More specifically, what were Iran’s political calculations prior to it?


Demonstrating Capability while Minimizing War Risks


The Iranian strike occurred seventy-two hours after Iran issued warnings to various Middle Eastern nations, including Turkey, a NATO member. Furthermore, Iranian sources claim that their diplomatic channels had informed the United States of a limited strike on Israel. This suggests that Iran was fully aware that these warnings would likely be communicated to Israel, thereby preparing the IDF and triggering its defense mechanisms.


In terms of military weaponry, while Iran claims to possess advanced hypersonic missiles like the medium-range Fattah-1, the initial strike primarily involved Shahed-131 and Shahed-136 drones. These drones operate at low altitudes and travel at a speed of 114 miles per hour, a combination that makes them highly susceptible to interception, potentially even without radar. Despite the capability to launch these drones from Syria or Lebanon—which might have reduced the likelihood of interception—Iran chose to launch a significant wave of drones directly from its own territory. This decision allowed the drones to pass through multiple layers of aerial defenses in Iraq, Syria, and Jordan.


The likelihood of Iran miscalculating the potential interception of its drones seems low, especially given the vulnerabilities observed with Shahed drones in Ukraine when not used for short-range attacks. Additionally, Israel’s Iron Dome has demonstrated its effectiveness in intercepting similar aerial threats. In this context, Tehran’s strategy likely involved imposing a self-limit on the scale of the strike due to concerns over potential Israeli retaliation. Given that Iran does not possess the extensive alliance system or the sophisticated aerial defense capabilities that Israel has, full-scale conflict would pose significant risks.


Instead, Tehran might have opted for what could be termed a “demonstrative shot” rather than an all-out strike. By launching directly from its territory, Tehran intended to send a clear message of its capability to reach Israel and execute a complex, large-scale operation. This message carries significant weight, especially given the U.S. officials’ reports that Iran possesses the largest ballistic missile arsenal in the Middle East, with over 3,000 missiles. Coupled with Hezbollah’s formidable cache of 150,000 drones, rockets, and missiles, this arsenal has the potential to significantly challenge Israel’s aerial defenses and exceed their capacity to respond effectively. Furthermore, by coordinating attacks involving Iraqi Shia militias, Yemen’s Houthis, and Hezbollah, Iran aimed to showcase its ability to instigate widespread chaos across the region. This strategy not only threatens Israel but also U.S. interests in the Middle East and international maritime security. It is quite likely that Iranian officials believe the West is eager to prevent the emergence of a similar crisis to that in Ukraine, given the current international context.


Therefore, the primary objective of Iran’s April 13 strike could have been to restore what they perceive as deterrence with Israel rather than trigger further escalation. However, this strategic goal does not imply that Iran intended no harm. Given the scale of the strike and the accompanying political maneuvers, it seems plausible that Iran hoped to replicate the impact of the Al-Asad strike in Iraq by inflicting serious damage on a key Israeli facility without causing casualties—a scenario that could force Israel to respond more aggressively. Nevertheless, Israel thwarted this attempt with the assistance of the United States, the United Kingdom, Jordan, and France.


Arman Mahmoudian holds a PhD in Politics and International Affairs. He is an adjunct faculty member at the University of South Florida and a researcher at the USF Center for Global and National Security. Follow him on X at @MahmoudianArman.